• Nombre de visites :
  • 4500
  • 7/9/2008
  • Date :

Dönüş Ancak Onadır

kuran 

    “Dönüş ancak Onadır.” Ölülerin yerden çıkarılması, hesap ve ceza amacıyla yeniden diriltilmesi sonuç olarak Ona dönen bir eylemdir. Dönüşün Ona özgü kılınması, kıyamet günü yeniden diriliş ve dönüş hükmünü vermenin Ona ait olduğundan kinayedir. Dolayısıyla o, dünya hayatındaki rabbinizdir, sizin yeryüzüne yerleşmenizi sağlayan ve hayatta muhtaç olduğunuz şeyleri size gösteren Odur. Kıyamet günü hesap ve ceza için diriliş ve dönüş hükmünü vermek de Ona aittir. 

 

    Ayetlerin akışı içinde tekrar tekrar yüce Allah’ın rablığına delalet eden yönetiminin, evrensel idaresinin kanıtları sunuluyor. Bunların yanında uyarı ve korkutma unsuru da eksik bırakılmıyor. Buna şu ayetleri örnek gösterebiliriz: “Yeryüzünü size boyun eğdiren Odur.”… “…Kuşları görmediler mi?...”…. “O ki, ölümü ve hayatı yaratmıştır…” …. “O ki, yedi göğü yaratmıştır…”Andolsun ki, biz…donattık…”…

 

    “Yeryüzünü size boyun eğdiren Odur. Şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yeyin. Dönüş ancak Onadır.”Binekler için ez-Zelul ifadesi kullanıldığı zaman, binilmesi kolay, sallanmayan, dik başlılık etmeyen hayvan anlamına gelir. El-Menakib kelimesi, el-Menkib’in çoğuludur ve pazu ile kürek kemiği arasındaki omuz bölgesine denir. Burada istiare yoluyla yeryüzü anlamında kullanılmıştır. Ragıp el-İsfahani şöyle der: omuz kelimesinin istiare yoluyla yeryüzü anlamında kullanılması, şu ayette “sırt”kelimesinin istiare yoluyla yer yüzü anlamında kullanılması gibidir: “Yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı.” (Fatır, 45) Yeryüzünün “zelul” (boyun eğen) şeklinde isimlendirilmesi, üzerinin de üzerine oturulan, yürünen omuz gibi tasvir edilmesi, yeryüzünün, hiçbir engel çıkarmadan insanın türlü tasarruflarına uyum göstermesi, elverişli olması anlamındadır. Yeryüzünün omuzları olup boyun eğer nitelikte olmasını müfessirler çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Bu yorumlar da neticede bizim yaptığımız açıklamayla aynı kapıya çıkmaktadır.

    “Allah’ın rızkından yeyin.”ifadesindeki emir kipi, mübahlık bildirmeye yöneliktir. En-Nüşur ve en-Neşr, ölümünden sonra ölüyü diriltmek demektir. Kelimenin asıl anlamı sayfa sevabın neşredilmesi, yayılması, dürüldükten sonra açılmasıdır.

 

    Buna göre kast edilen anlam şudur:Yeryüzünü size boyun eğen, tasarruflarınıza elverişli hale getiren Odur. Bu sayede onun üzerinde yerleşmeniz, üstünde yürümeniz, Allah’ın orada size bahşettiği rızıkları değişik talep ve çalışma yöntemleriyle elde edip yemeniz mümkündür.

 

     “Dönüş ancak Onadır.” Ölülerin yerden çıkarılması, hesap ve ceza amacıyla yeniden diriltilmesi sonuç olarak Ona dönen bir eylemdir. Dönüşün Ona özgü kılınması, kıyamet günü yeniden diriliş ve dönüş hükmünü vermenin Ona ait olduğundan kinayedir. Dolayısıyla o, dünya hayatındaki rabbinizdir, sizin yeryüzüne yerleşmenizi sağlayan ve hayatta muhtaç olduğunuz şeyleri size gösteren Odur. Kıyamet günü hesap ve ceza için diriliş ve dönüş hükmünü vermek de Ona aittir.

Yeryüzünün boyun eğmiş, insanın da onun omuzlarına binmiş olarak tasvir edilmesi, modern bilimin ortaya koyduğu, yeryüzünün hareket eden bir küre biçiminde olduğuna ilişkin bilimsel sonuca yönelik bir işaret mahiyetindedir.

 

    “Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.” Önceki kanıt vurgulandıktan sonra burada uyarı ve korkutma mahiyetinde bir ifadeye yer veriliyor. Allah’ın rablığına gerekli önemi vermeyişlerinden, rablerinin kendilerine sunduğu nimetlere karşı, rablığına boyun eğerek ve uydurdukları düzmece tanrıları reddederek şükretmeyişlerinden dolayı bir kınama da içermektedir.

Gökte olandan maksat, göklerde ikamet eden ve evrensel hadiseleri idare etmekle görevlendirilen meleklerdir. “Men” edatına tekil zamirin döndürülmesi, lafzısının esas alınmış olmasındandır.Bir kavmin yere batması, yerin yarılıp onları yutması anlamındadır. El-Mewr, -el-Mecma adlı eserde belirtildiğine göre dalga gibi gidip gelmek anlamındadır.

 

    Ayetin anlamı şöyledir: Allah’ın rablığını inkar ederken, gökte ikamet eden ve evrendeki hadiseleri idare etmekle görevlendirilen meleklerin, yeri yarıp Allah’ın emri ile sizi batırıvermelerinden emin misiniz? O zaman yer sarsılarak gidip gelir.

 

    Bazı müfessirler şöyle demişlerdir: Gökte olandan maksat yüce Allah’tır. Onun gökte olması da yüce Allah’ın otoritesinin, yönetiminin ve emrinin orada olması anlamındadır. Çünkü yüce Allah’ın bir mekanda veya bir yönde bulunması ya da herhangi bir alem tarafından kuşatılması imkansızdır. Bu anlamın özü itibariyle herhangi bir sakıncası olmamakla beraber, ayetin zahiriyle bağdaşmamaktadır.

 

    “Bu anlamın özü itibariyle herhangi bir sakıncası olmamakla beraber, ayetin zahiriyle bağdaşmamaktadır.   

“Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz!” el-Hasib, çakıl ve taş savuran rüzgar demektir. Ayetin anlamı şöyledir: Gökte olanın, tıpkı Lut kavminin üzerine gönderdiği gibi, üzerinize çakıl ve taş savuran bir rüzgar göndermesinden emin misiniz? Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Biz de üstlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Ancak Lut ailesi müstesna.” (Kamer, 34)    

 “İşte bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz!” en-Nezir kelimesi el-İnzar=uyarmak, korkutmak, tehdit etmek anlamında masdardır. Cümle, Allah’ın rablığını inkar etmelerine ve Onun azabından emin olmalarına dair önceki ifadeye ilişkin bir detaylandırmadır. Anlamı da açıktır.

Bazı müfessirler: en-Nezir kelimesi, el-Münzir=uyarıcı anlamında masdardır ve bundan maksat da Hz. Peygamberdir (s), demişlerdir. Fakat bu yorum, zayıftır.

 

   “Andolsun ki, onlardan öncekiler de bunu yalan saymışlardı; ama benim karşılık olarak verdiğim azap nasıl olmuştu!” en-Nekir kelimesi, ceza, nimeti değiştirmek veya inkar anlamındadır. Ayet, “Tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz!”ifadesinin içerdiği azap vadinin ve tehdidinin doğruluğuna ilişkin bir tanık konumundadır.

    Dolayısıyla kast edilen anlam şudur:Onlardan önce helak edilen milletler de benim kendilerine gönderdiğim elçilerimi yalanlamış, benim rablığımı inkar etmişlerdi. Onlara verdiğim ceza, bahşettiğim nimetlerimi değiştirmem nasıl olmuştu! Ya da onların bu davranışlarını inkar edişim, yani onları helak edip köklerini kurutuşum nasıl olmuştu!

Ayette yer alan “onlardan öncekiler.”ifadesinde ikinci şahıs sigasından üçüncü şahıs sigasına geçiş yapılıyor. Bununla onların-cahilliklerinden, rablığa delalet eden ayetler üzerinde düşünmeyi ihmal etmelerinden ve rablerinin gazabından korkmamalarından dolayı-muhatap alınma onurundan aşağı düşürüldüklerine işaret ediliyor. Bu yüzden onlara doğrudan hitap edip ilahi bilgiler aktarmak yerine Hz. Peygambere (s) hitap ediliyor.

allah

    “Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları görmediler mi? onları rahman olan Allah’tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.” Kuşların onların üstlerinde olmalarından maksat, havada uçmalarıdır. Kuşun kanadını açması ise, kanadını çırpmadan süzülerek uçması, kanadını kapatması ise uçarken kapatması anlamındadır, yani kanadını açıp kapatması demektir. “aça-kapata…”ifadesinin orijinalinin çoğul olarak kullanılmasının nedeni, et-Tayr kelimesinin cinsini kapsar anlamda olmasıdır.

     “Onları rahman olan Allah’tan başkası tutmuyor.”ifadesi takdiri bir soruya cevap gibidir. Sanki birisi : üstlerinde uçan kuşların kanatlarını aça-kapata uçmalarına dikkatlerini çekmenin gerekçesi nedir?diye sormuş da ona: “Onları rahman olan Allah’tan başkası tutmuyor.”ifadesiyle cevap verilmiş gibi.

    Kuşun uçarken düşmeden havada durması, tıpkı  yeryüzünde insan,  suda balık ve diğer doğal hadiseler gibi Allah’a dayanan doğal nedenlere istinad ediyorsa da, bazı hadiselerin sebepleri ilk bakışta insan tarafından algılanamadığı için, bunlara baktığı zaman anında bunların en büyük sebebinin yüce Allah olduğuna, oluşlarının ve varlıklarının Ona dayandığına intikal etmesi kolay olur. Bu yüzden yüce Allah Kur’anda, insanları, bu hadiselere bakmaları ve bunları, rablığının birliğine ilişkin kanıtlar olarak algılamaları hususunda uyarmıştır.

     Bu tür değinmelere Kur’an’da sıkça yer verilir; göklerin direksiz olarak tutulması, yeryüzünün tutulması, gemilerin su üzerinde batmaktan korunması, meyvelerin, renklerin ve dillerin değişik olması gibi. Ki bunların yakın maddi sebepleri genelde gizli olur. Basit zihinlerin onları Allah’a dayandırmaları kolayca gerçekleşir. Sonra insan, bir tür düşünsel çaba ve uğraş sonucu bunların yakın maddi sebeplerini kavrayınca bizzat bunların da Allah’a dayandığını, her şeyin sonunda Allah’a döndüğü anlar.

     El-Keşşaf adlı eserde şöyle deniyor: Eğer desen ki: Neden “yakbidne” denilmiş de “kabidat” denilmemiştir? Buna cevap olarak derim ki: Çünkü uçmakta aslolan bunun kanatların vasfı olmasıdır. Havada uçmak tıpkı suda yüzmek gibidir. Su da yüzmekte aslolan yanları açıp yaymaktır. Kanadı kapatmak, açmaktan sonradır. Bununla hareket isteği gösterilir. Böylece asıl olan hareket yerine ondan sonra, gelen hareket ifade edilmiş ve fiilin lafzı kullanılmıştır. Dolayısıyla, onların kanatlarını açarak uçmalarının asıl olduğu, zaman zaman da kanatlarını kapattıkları ifade edilmiştir. Tıpkı yüzen kimsenin yaptığı gibi…”

     Bu açıklama , “aça-kapata…”ifadesinin toplamının uçmak anlamında kullanıldığını esas almaktadır. Bu arada, onların kanatlarını açarken düşmelerinin bir kanıt, bazen de kapatmalarına rağmen düşmemelerinin bir başka kanıt olduğu sonucu da çıkarılabilir.

Yeryüzünün boyun eğdirilmesinden ve insanın yeryüzünün omuzlarına yerleştirilmesinden söz edildikten sonra kuşların havada uçmasından söz edilmesi arasında ince bir benzetme ve akıllarımıza hitap eden bir mesaj olduğu açıktır.

    “Rahman olan Allah’a karşı şu size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir? İnkarcılar ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar.” Kendilerine yardım etsinler diye Allah’tan başka tanrılar edinmelerinden dolayı müşriklere yönelik bir kınama ve ayıplamadır. Üçüncü şahıs sigasından ikinci şahıs sigasına geçiş yapılmış olması da bu yüzdendir. Azarlama daha etkili olsun diye doğrudan onlara hitap ediliyor.

    “…Hani kimlerdir?...” Daha doğrusu kendilerine işaret edilip, işte bunlar, size kötülük etmek veya sizi azaba çarptırmak isetiği zaman rahman olan Allah’a karşı size yardım edecek askerler bunlardır, denilenler kimlerdir? Oysa Allah’a karşı insana yardım edecek kimse yoktur. Burada, felaketler karşısında kendilerine yardım etsinler diye, Allah’ın mahlukatı içinden kimilerini kendilerine tanrı edinmelerinin yanlışlığına işaret ediliyor. Çünkü tanrı edindikleri varlıklar ne kendilerine ne de başkalarına bir yarar ya da zarar dokundurma gücüne sahip olmayan kullardır.

     Bu soruya verecek cevapları olmadığı için yüce Allah kendisi cevap veriyor ve şöyle buyuruyor: “İnkarcılar ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar.”Yani gaflet onları çepeçevre kuşatıp bürümüştür. Bu yüzden kulluk sundukları varlıkların ilah oldukları gibi bir zehaba kapılmışlardır.

     “Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.” Allah size verdiği rızkı kesecek olsa, işte bu size rızık verecek diye işaret edilecek ve Allah’ın yerine size rızık verecek kimmiş? Sonra yüce Allah bu soruya şu cevabı veriyor: “Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.” Hak apaçık bir şekilde onların gözlerinin önündedir; fakat onlar tasdik etmek ve ardından tabi olmak suretiyle hakka boyun eğmiyorlar. Bilakis haktan uzaklaşmalarını ve haktan nefret etmelerini mütemadiyen sürdürüyorlar, bunu inatla devam ettiriyorlar.

“Şimdi, yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?” İkbabu’ş Şey’i ala vechihi, bir şeyin yüzü üstü düşmesi demektir. El-Keşşaf adlı eserde şöyle deniyor: Ekebbe kelimesi, çamura girdi, çamurlu oldu anlamına gelir…

    İki durumun eşitliğini inkar amacına yönelik olan bu soru cümlesi, üzerlerine gayp perdesi çekildikten, hazır ve muhatap olma onurundan yoksun bırakıldıktan ve de inatçılıkları tescillendikten sonra onlara yöneltilmiş bir eleştiri mahiyetindedir. Demek isteniyor ki, onlar, azgınlıkta inat etmeleri ve haktan nefret etmeleri bakımından yüzü koyun yerde sürünerek yol alan kimse gibidirler. Böyle bir kimse yoldaki tümsekleri ve çukurları, kaygan yerleri ve tökezlenecek zeminleri göremez. Bu şekilde yüzü koyun sürünerek yol alan kimse, dümdüz yolda düzgün bir şekilde yürüyen; ayağını bastığı yeri ve dümdüz gittiği yolda karşısında nelerin olduğunu gören ve varacağı hedefi de gören kimse gibi değildir. İşte hayat yolunda yürüyen şu kafirler de, bilerek hakka karşı inatçılık etmeleri, bilmeleri gereken şeyleri bilmekten, yapmaları gereken şeyleri de yapmaktan kaçınmaları ve hakka boyun eğmemeleri, bu yüzden bilerek ve bilinçli olarak hayat yolunu izlemekten uzak olmaları nedeniyle dosdoğru yol üzere değildirler ve helak olmaktan emin olmaları da mümkün değildir.

    Bu da gösteriyor ki, ayette verilen örnek geneldir ve cahilliğinde inat eden, azgınlığını mütemadiyen sürdüren kafiri ve hakkı araştıran bilinçli mümini kuşatan evrensel bir olguya işaret etmektedir.  

 

AYETLERİN RİVAYETLER IŞIĞINDA İNCELENİŞİ

      El-Kafi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Sa’d’dan şöyle rivayet eder: İmam Bakır (a) buyurdu ki: Dört çeşit kalp vardır: 1) İçinde hem iman hem de nifak bulunan kalp.2) Ters yüz olmuş kalp.3) Mühürlenmiş kalp. 4) Parlayan kalp. Dedim ki: Parlayan ne demektir? Buyurdu ki: İçinde kandil gibi bir şey bulunan kalp demektir.

Mühürlenmiş kalp, münafığın kalbidir. Parlayan kalp müminin kalbidir, Allah ona bir nimet bahşederse şükreder, onun bir musibetle sınarsa sabreder. Ters yüz edilmiş kalp, müşrik’in kalbidir. Sonra imam (a) şu ayeti okudu: “Şimdi, yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?” İçinde hem iman hem de nifak bulunan kalbe gelince; bunlar, beraberlerinde şeytandan bir hayal olan kimselerdir. Onlardan birinin eceli geldiği zaman nifak üzere ise helak olur, iman üzere ise kurtulur.

   Ben derim ki: Bu hadis, Tefsiru’l Burhan’da da rivayet edilir. Hadisi İbni Babeveyhi, Fudayl’den, o Sad el-Haffaf’tan, o da İmam Bakır’dan (a) şöyle rivayet eder: dört ceşit kalp vardır… Hadis sonuna kadar aynı devam eder. Yalnız, parlayan kalp ifadesi yerine en nurlu kalp ifadesi kullanılır.

     “Bunlar, beraberlerinde şeytandan bir hayal olan kimselerdir.”ifadesine gelince, bundan maksat şeytanın hayalıdır, bazen insana ilişir. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:

“Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” (Araf, 201)

 Buna göre, onlar şeytandan bir hayal, bir vesvese ile birlikte yaşarlar. Bu hayal, bu vesvese zaman zaman onlara dokunur. Ecelleri geldiği zaman bu hayal, bu vesvese onlarla beraber ise helak olurlar, ecelleri geldiğinde iman hali üzere iseler kurtulurlar.

     Biliniz ki “Yüzü üstü kapanarak yürüyen mi?...”ifadesini, Ali’nin (a) velayetine karşı çıkan ve bu karşı çıkana uyup onu dost edinen kimseler şeklinde yorumlayan rivayetler vardır; bunlar uyarlama mahiyetindedir. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.

ALLAME TABATABAİ 

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)