• Nombre de visites :
  • 6193
  • 20/8/2008
  • Date :

El-Mizan Tefsirindeki Kelime ve Kavramlar  1

kuran ayeti

    CILT 1 

   ILAH : "Allah" lafzinin asli "el-ilâh"tir. Çok kullanildigindan dolayi "ilâh"in basindaki "hemze" düsmüstür. "Ilâh" kelimesi, "kulluk etti" anlamina gelen "eleh’er-recülü ye’lehu" kökünden gelir. Ya da "hayret etti" anlamina gelen "elih’er-recülü" ya da "veleh’er-recülü" kökünden gelir. Bu kelime "mef’ul" anlaminda "fial" kipindendir. Tipki "mektup" anlaminda "kitap" gibi. Ilâh olarak nitelendirilmesi; mabut, yani kulluk sunulan olmasindan ya da akillarin zatini kavrama noktasinda saskina düsmelerinden dolayidir. (1:1)

 

RAHMAN-RAHIM : Rahman ve Rahim sifatlari , "rahmet" kökünden gelirler. Bu nitelikse, bir seyini yitiren veya eksigini giderecek bir seye ihtiyaç duyan bir insanin görülmesi aninda insan kalbini etkisi altina alan, heyecan yönü agir basan özel bir duygudur. Bu duygu insanin içinde uyaninca eksigi olanin eksigini gidermeye, ihtiyacini karsilamaya yeltenir. Ancak bu anlam, tahlil sonucunda ihtiyaci gidermek amaciyla verme, bagista bulunma anlamina öner. Iste yüce Allah, bu anlamda rahmet sifatiyla nitelendirilir. Rahman kelimesi, çokluk ifade eden "fe’lân" vezninden mübalaga siygasidir. Rahim ise sifat-i müsebbehedir ve süreklilik, kalicilik ifade eder. Bu açidan "Rahman" niteliginin hem müminlere ve hem de kâfirlere yönelik bol rahmeti ifade ediyor oldugu seklindeki yaklasim yerindedir.  (1:1)

 

HAMD : "Hamd", bir insanin özgür iradesiyle sergiledigi güzelliklere yönelik övgüdür. "Medh=meth" ise, bundan daha kapsamlidir. "Hamedtu fulânen ev medehtuhu li-ke-remihi" yani, "Falani ikramindan dolayi övdüm veya methettim." denir. Ayni sekilde, "Medeht’ul-lu’lue alâ safaihi" yani, "Inciyi saf olusundan dolayi methettim" denir de, "Hamadtuhu alâ safaihi" yani, "Onu saf olusundan dolayi övdüm" denmez. Hamd kelimesinin basindaki "el" takisi cins veya istigrak anlamina dönüktür. Her iki bakimdan da sonuç degismez. (1:2)

 

ALEM : "Âlemîn=âlemler" kelimesi, "âlem"in çoguludur. Bir seyin bilinmesine araci olan sey demektir. Kaaleb, hâtem ve tâbe’ gibi. Birincisi, bir seye belli bir sekil vermeye yarayan sey; ikincisi, bir seye son vermeye araci olan sey; üçüncüsü ise, bir seyin naksedilmesine araci olan sey demektir. Bu kavram, bütün varliklar için kullanildigi gibi bireylerin ve parçalarin bir araya gelmesinden olusan her toplulugu, her bütünlügü de ifade eder. Cansiz varliklar âlemi, bitkiler âlemi, hayvanlar âlemi ve insanlar âlemi gibi. Belli niteliklere sahip bireylerden olusan topluluklar için de kullanilir. Arap âlemi ve Acem âlemi gibi. (1:2)

 

MALIK- MELIK : "Malik" kelimesi, "milk" kökünden gelir. "Melik" ise, "mülk" kökünden gelir ve ulusal düzene egemen olan ve onlari idare eden kimse demektir. Diger bir ifadeyle, onlar üzerinde emir ve hüküm yetkisine sahip kimse demektir.(1:4)

 

ABD : 1-"Abd" kelimesi, sahip olunan insan veya -anlami soyutlarsak- tüm bilinçli varliklar anlaminda bir kavramdir. Nitekim yüce Allah’in su sözünde bu soyutlanmis anlamda kullanilmistir: "Göklerde ve yerde bu-lunan herkes Rahman’a kul olarak gelecektir." (Meryem, 93) Ibadet kavrami da bu kelimeden türemistir. Yerlerine göre farkli köklerden gelmis veya farkli anlamlarda kullanilmistir da denebilir. Cevherî’nin, es-Sihah’ta; "Ubudiyet (kulluk) kavraminin asli boyun egmedir." seklideki sözüne gelince; boyun egmenin ubudiyetin gereklerinden oldugundan dolayi bu sözü söylemis olsa gerek. Yoksa, boyun egme anlamina gelen "huzu" kelimesi ancak "lam" harf-i cerri ile geçisli olabiliyor, ibadet ise, yapisi itibariyle geçislidir. Kisacasi; ibadet, kulun kendini Rabbinin mülkü yerine koymasi ve öyle görmesidir. Bu yüzden kulluk büyüklenmenin karsitidir, böyle bir duyguyu yok eder; ama sirk kosmanin karsiti degildir. Yani, kölenin köleligi ve kulun kullugu üzerinde birden fazla kisinin ortakligi söz konusu olabilir. Nitekim yüce Allah söyle buyuruyor: "Bana ibadet etmekten büyüklenenler, asagilanarak cehenneme gireceklerdir."(Mü’-min, 60) (1:5)

             2- "Ibad" kelimesi, "abiyd" gibi "abd"in çoguludur. "Ibad" ile "abiyd" arasindaki fark sudur: "Ibad", çogunlukla yüce Allah’a nispet edilen hususlarda kullanilir. Örnegin; "ibadullah" (Allah’in kullari) denilmesine karsin genellikle "ibadunnas" denmez. Daha çok "abiydunnas" (insanlarin köleleri, kullari) denir. (3:79) (cilt 3)

 

SIRAT – SIRATI MUSTAGIM : "Sirat", açik yol demektir. Bu kelime, "yutmak" anlamina gelen "serete" fiilinden türemistir. Sanki bu yol, yürüyenlerini yutuyor da, kendisinden ayrilmalarina, midesinden çikmalarina izin vermiyor gibi. "Müstakîm" ise, ayaginin üzerine dikilip kendine ve kendisiyle ilgili seylere egemen olmak isteyen kimsedir. Isinin idaresini ele alan kimse gibi. Sonuç itibariyle "müstakîm", durumu ve konumu degismeyen, demektir. Buna göre, "sirat-i müstakîm", izleyicisini amacina ve maksadina ulastirmaktan geri kalmayan hedefe ulastirici yoldur. (1:6)

 

IMAN : Iman, inancin kalbe yerlesmesi demektir. Bu kelime, güven anlamina gelen "emn" kökünden türemistir. Sanki mümin, inandigi seyi kusku ve kuruntuya karsi korumaya almakta, güvende kilmaktadir. (2:3)

 

RAGAD : "Ragad" kelimesi, afiyet ve hosça geçinme, hayat sürme demektir. Araplar, “ergad’el-kavmu mevasiyehum" derler. Yani sürülerini diledikleri gibi otlasinlar diye serbest biraktilar. "Kavm’un ragadun" veya "nisâun ragadun" derler. Bununla, bir toplulugun veya kadinlarin rahat ve bolluk içinde bir hayat sürdürdüklerini vurgulamak isterler. (2:35)

 

TELAKKA : "Telekka" kelimesi, sözü derinden kavrayarak algilamak demektir.(2:37)

allah

AHID : 1- "Ahid" kelimesi, köken olarak "korumak" demektir. Bu köken anlamindan hareketle birçok anlam da kullanilmistir. Sözlesme, antlasma, yemin, vasiyet, bulusma ve konaklama gibi. (2:40) 

            2-  Ragip Isfahanî  el-Müfredat adli eserinde der ki: "el-Ahd; bir seyi  sürekli ve her durumda   korumak ve gözetmek demektir." Bu yüzden fermanlar, ser’î yükümlülükler, verilen  görevler   için   kullanildigi  gibi sözlesmeler, antlasmalar, adak ve yeminler için de kullanilmistir. (6:152) (Cilt 7)

REHBE : "Irhebû" fiilinin kökü olan "er-rehbe" kelimesi, "korku" demektir ve bunun karsiti "er-ragbe"dir. (2:40)

 

ISTIANE : "Istiane" kelimesi, yardim istemek demektir. Bu istek ise, ancak insanin tek basina üstesinden gelemedigi görevler ve karsisinda duramadigi felaketler açisindan söz konusu olabilir. Çünkü, gerçekte Allah’tan baska yardim edebilecek kimse yoktur. (2:45)

 

SEFAAT : Dayanisma ve toplumsal hayattan edindigimiz anlayisla bildigimiz anlamiyla "sefaat" kisaca, maksatlarimiza ulasmak, hayatimizdaki ihtiyaçlarimizi karsilamak amaciyla kullandigimiz yöntemlerden ve bas vurdugumuz yollardan biridir. Kelime itibariyle "tek" anlamina gelen "vetr"in karsiti olan "çift" anlamindaki "sef’a" kökünden türemistir. Sanki sefaat eden kimse, sefaat olunan kimsenin yanindaki eksik araca ekleniyor; böylece daha önce tek oldugu, elindeki aracin eksikligi ve yetersizligi için istedigine ulasamayan, simdi "çift" oluyor, istedigine daha rahat ulasabiliyor. (2:48)

 

NEKAL : "Nekal" kelimesi, baskalarina ibret olsun diye, birine uygulanan küçük düsürücü ve onur kirici ceza demektir.(2:66)

 

ÜMMI : "Ümmî" kelimesi, okur-yazar olmayan demektir. "Anne" anlamindaki "ümm"e mensuplugu ifade eder. Çünkü analik duygusalligi ve sefkati; çocugu ögretmene gönderip onu egitmesine elvermemis dolayisiyla çocuk anasinin verdigi egitimle yetinmek durumunda kalmistir.(2:78)

 

MUZAHARA : "Muzahara" kelimesi, yardimlasma demektir ve "zahîr" de yardim eden, arka çikan demektir. Bu kelimenin kökü "sirt, arka" anlaminda "zahr"dir. Çünkü yardim insanin arkasindan gelir.(2:85)

 

TAKFIYE : "Kaffeyna" fiilinin mastari olan "takfiye" kelimesi, ardisik olarak getirme, birini digerinin pesinden gönderme demektir.(2:87)

 

NEBZ : "Nebeze" kelimesinin kökü olan "nebz", atmak demektir. (2:100)

 

YETLU : "Tela/ yetlû" fiili, köken olarak "veliye/yelî/velâyet" köküne dönüktür. Bir seye bir sira dahilinde, bir parçasinin, diger bir parçasinin ardindan meydana gelmesi seklinde sahip olmak demektir. (2:102)

 

KUNUT: "Kanitûne" isminin kökü olan "kunût" kelimesi, kulluk ve boyun egme anlamina gelir. (2:116)

 

KAIDE : "Kavâid" kelimesi, "kâide"nin çoguludur. Binanin yere oturan kismi demektir. Geriye kalan duvarlar ona dayanirlar.(2:127)

 

MENASIK : "Menâsik" kelimesi, "mensek"in çoguludur ve bu ya ibadet anlamina gelir. Nitekim su ayet-i kerimede de bu anlamda kullanilmistir: "Her ümmet için bir ibadet sekli belirlemisiz." (Hacc, 34) Veya "mensek" ibadet olarak gerçeklestirilen fiil anlamina gelir. Masdarin izafe terkibinde kullanilmasi eylemin gerçeklestigini ifade eder.(2:128)

 

ISTIFA : "Istafâ" fiili bir seyin özünü almak, onu karistigi baska unsurlarin arasindan seçip çikarmak demektir. (2:130)

 

RAGBET : "Ragbet" fiili "an" edati ile geçisli hâle getirildigi zaman, "yüz çevirme, nefret etme, kaçinma" anlamini ifade eder. Bu fiil "" edati ile geçisli hâle getirilince de, "isteme ve meyletme" anlamini ifade eder. (2:130)

 

ISLAM : Islâm, istislâm ve teslim kelimeleri, ayni anlami ifade ederler ve "silm" kökünden türemislerdir. Iki seyden biri ötekisine isyan etmez, onu reddetmez konumda ise ona islâm olmus/istislâm etmis/teslim olmus demektir. (2:131)

 

SUFEHA’ : 1-"Sufehâ" kelimesinin kökü olan "sefahet", akil tutarsizligi ve görüs dengesizligi demektir. (2:142)

              2- "sufeha" kelimesinin kökü olan "sefeh" kelimesi, akil hafifligi demektir. Öyle saniyorum ki asil anlami, hafif olmasi normal olmayan seylerin hafifligidir. Buna örnek olarak "ez-zimam-us sefih= sefih dizgin" yani çok dalgalanan dizgin deyimi vardir. Ayrica kötü dokunmus anlamina gelmek üzere "sevb-un sefih=sefih elbise" denir. Fakat sonralari daha çok nefis hafifligi anlaminda kullanilmistir ve maksatlara göre anlam farkliligi göstermistir. Meselâ dünya islerinde agirlikli görüsü olmayanlara ‘sefih’ dendigi gibi fasiklar ve dinî kurallari umursamayanlara da "sefih" denmistir. Buna benzer ayri kullanimlari da vardir. (4:5)(cilt 4)        

 

SAHIT: 1- Bu ifadenin kullanildigi yerlerde, yönelik oldugu gerçek son derece belirgindir. Nitekim ulu Allah öyle buyuruyor: "Her bir ümmetten sahit getirdigimiz, seni de bunlara sahit olarak getirdigimiz zaman hâlleri nice olacak?" (Nisa 41) "Her ümmetten bir sahit getirdigimiz gün, artik ne inkâr edenlere izin verilir, ne de özür dilemeleri istenir." (Nahl, 84) "Kitap kondu, peygamberler ve sahitler getirildi." (Zümer, 69) Bu ayetlerdeki sahitlik mutlaktir. Tüm ayetlerin zahirî ifadeleri bu kavramin, ümmetlerin amelleri üzerinde sahitlik etme anlaminda kullanildigini göstermektedir.(2:143)        

      2- "Süheda" kelimesi amellerin sahitleri demektir. Bu kelimenin "savas alaninda öldürülenler" anlaminda kullanildigina Kur’an’da rastlanmaz. Bu sonradan gelistirilmis Islâmî terimlerden biridir. Nitekim asagidaki ayette bu kelime, vurguladigimiz anlamda kullanilmistir: "Böylece biz sizi orta yolda bir toplum yaptik ki, insanlara sahit olasiniz..." (3:140) (cilt 4)

 

TEZKIYE : "Tezkiye", temizleme, yani kirlerden ve pisliklerden arindirma demektir. Dolayisiyla sirk ve küfür gibi bozuk inançlardan, kibir ve kendini begenmislik gibi düsük karakterlerden, adam öldürme, zina etme ve içki içme gibi kötü amellerden arindirma bu kavramin kapsamina girer. (2:151)

 

SAFA : "Safâ" sözlükte, düz ve sert tas anlamina gelir. (2:158)

 

MERVE : "Merve" , sert tas, demektir. (2:158)

 

SEAIR : "Seâir" kelimesi, "saire" nin çoguludur ve isaret anlamina gelir. "Mes’ar" da bu kökten türemistir. "Es’are’l-hedye" (yani, kurbanligi isaretledi) sözü de buradan gelir. (2:158)

 

TAVAF : "Tatavvuf" kelimesi, "tavaf"tan türemistir ve bir seyin etrafinda dönmek anlamina gelir. Kisinin yürüyüse basladigi noktaya geri dönmesi seklinde gerçeklesir. Bundan dolayi bu hareketin illada bir seyin etrafinda gerçeklesmesi zorunlu degildir. Bir seyin etrafinda olmasi, sadece onun zahirî bir alametidir.(2:158)

 

TATAVVU : 1- "Tatavvu’" kelimesi, "tav’" kökünden gelir ve itaat anlaminda kullanilir. Bazilarina göre tatavvu’ itaatten farklidir ve özellikle müstehap durumlar için kullanilir. Itaatte ise böyle bir sey söz konusu degildir. Büyük bir ihtimalle eger bu yaklasim dogruysa bu ayrimin nedeni farz nitelikli amellerin zorunlu olarak yapilmasi söz konusu oldugu için sanki gönüllü olarak yapilmiyormus olmasidir. Fakat müstehap durumlarda ise, fiil gönüllü olarak yerine getirilir. Yani bir zorlama söz konusu degildir. Ancak bu, zevkî anlayisa dayali bir inceliktir. Yoksa "tav’" yani "gönüllülük" deyiminin karsiti "kerh" yani "zorlama"dir ve bu uyulmasi zorunlu olan durumlar açisindan bir olumsuzluk ifade etmez. Nitekim bir ayet-i kerimede yüce Allah söyle buyuruyor: "Ona ve yeryüzüne, ‘Isteyerek veya istemeyerek (tav’an ev kerhen)gelin.’ dedi." (Fussilet, 11) Ifadenin kalibi "tefe’ul" babidir ve kendiliginden baslamak anlamini ifade eder. Örnegin, "temeyyeze" kelimesi "ayrilmaya, temayüz etmeye basladi." demektir. "Tealleme" kelimesi "ögrenmeye basladi.", "tetavvaa" kelimesi "kendi istegi ile bir hayir isledi." demektir. Dolayisiyla dilbilgisi açisindan "tatavvu’" fiilinin müstehap durumlar için kullanildigina iliskin bir kanit yoktur. Ancak, degindigimiz gibi geleneksel bir egilim, böyle bir hususu gerekli kiliyor. (2:158)    

        2- “Tatavvu” kelimesi “et-tav” kelimesinin “tefe’ul” kalibina uyarlanmis türevidir.Isteksizligin karsitidir. Bir isi gönül josluguyla ve isteyerek yapmak demektir. Gramerde “ tefe’ul” kalibi, alma kabullenme anlamini ifade eder.Buna göre “tatavvu” kelimesi, bir fiili gönül hosluguyla, isteyerek, yüksünmeden, yüzünü eksitmeden gerçeklestirmektir. Bu fiilin zorunlu nitelikli olup olmamasi önemli degildir. “Gönülden yapma” kavraminin kullanim olarak müstehap ve mendup nitelikli fiillere özgü kilinmasi, Kur’an’in inisinden sonra gerçeklesmistir. Bunun nedeni ise Müslümanlar arasinda, gönülden yapilan islerin mendup olduguna iliskin bir kannatin yayginlik kazanmis olmasidir. Bu kanaate göre; vacip nitelikli fiillerde bir parça zorlama vardi, çünkü burada zorunluluk unsuru ön plandaydi.(2:184) (cilt 2)

 

 

AHAD : Bir "sey" kimi zaman zati itibariyle "bir" olarak nitelendirilir. Bu, zatin bizzat çogalma ve bölünme kabul etmemesidir. Yani böyle bir zat parçalara ayrilmaz, isim ve zat, zat ve sifat olarak bölünmez. Bu tür bir "birlik", "zatin tekligi" (ahadiyet) olarak isimlendirilir. Bu anlami ifade için de Arapça’da "ahad" yani (tek) kelimesi kullanilir. Ki bu kelime izafet terkibi ile kayitlandirilmadigi sürece kullanilmaz. Fakat, olumsuzluk, nehiy ve bunlara benzer durumlar karsisinda kelime yalin olarak kullanilabilir. Söz gelimi, "Mâ câenî ahadun=bana hiç kimse gelmedi." dedigimizde, burada bir olsun, çok olsun zat, temelden yok sayiliyor. Çünkü ifademizdeki "birlik" zatin özüne aittir, herhangi bir sifatindan degil. ""Mâ câenî vahidun=bana bir kisi gelmedi." cümlesinde ise durum farklidir. Bu söz, iki veya daha çok kimsenin gelmesi ile yalanlanmaz. Çünkü, ifadedeki "birlik", gelen kimsenin niteligi ile ilgilidir. Kastettigimiz, bir adamdaki "adamlik" sifatidir. (2:163)

 

TESHIR : "Musahhar" kelimesinin mastari olan "teshir" bir seyi zorla ve alçaltarak isinde kullanmak demektir. (2:164)

 

AKIL :1-"Akil" kelimesi "akale/ya’kilu" fiilinin mastaridir ve bir seyi kavramak, eksiksiz anlamak demektir. Akil ismi de buradan gelir. Çünkü insan bunun araciligi ile yapici ve yikiciyi, hak ve batili, dogru ve yalani birbirinden ayirir. Bu, algilayici insanin nefsi ve özgüdür. Yani belleme ve görme yetenegi gibi nefsin ayrinti niteligindeki bir yetenegi degildir.(2:164)          

   2- “Akil” kelimesinin asil anlami, baglama ve tutmadir.Insanin idrak ve kavrayisina da akil denmistir. Ki baglanip tutulma islemi akil olarak nitelendirilmistir. Insanin idrak ettigi seylere, iyiyi, kötüyü, hakki,batili ayirt etmesini saglayan tek güç olduguna inanilan melekeye de akil denmistir. Bunu karsitida çesitli baglamlarda delilik,aptallik,ahmaklik v cehalettir.(2:242)(cilt 2)

 

HELAL : 1-Helâl, islenmesi yasak demek olan haramin karsitidir. Ayni kökten olmalarina ragmen "el-hill" kelimesi, "hurmet" yani haramligin; "hill" kelimesi, "harem" yani Mekke ve etrafindan belirli bir sinir; "el-hall" kelimesi,"akd"in yani dügümün karsiti olarak kullanilir. Bu kavram bunlarin tümünde bir seyin fiil ve eserinde serbestligini ifade eder. (2:168)          

    2- “Ihlal” kavrami,izin verme anlamina gelir. Kelimenin asli ” el-hill” dir . Ve akdin,dügümlemenin karsitidir. (2:187)

 

TAYYIB : 1- Temiz, (et-tayyib) deyimi, pis (el-habis)in karsitidir. Insanin nefsine veya herhangi bir tabiata uygun düsen sey anlamindadir. Tayyib söz, kulaga hos gelen, dinlenebilen söze tayyib koku, koklama organinin hosuna gidene, tayyib mekân ise içine yerlesen kisiye uygun gelen bir mekâna denir. (2:168)

             2- "Tayyibeten" kelimesi, tertemiz ve iyilik anlaminadir. Bir seyin iyi olmasi, kisinin kendisiyle ilgili beklentilerine uygun olmasi demektir. Sözgelimi iyi sehir; suyuyla, havasiyla ve yiyecekleriyle halkinin beklentilerine cevap veren sehirdir. Yüce Allah bir ayette söyle buyuruyor: "Güzel sehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çikar." (A’râf, 58) Iyi yasam, iyi hayat, bazi yönleri diger bazi yönleriyle uyumlu olan ve sahibinin kalbine sükunet bahseden yasayis anlaminda kullanilir. Hos ve temiz kokuya da bu sifatin yakistirilmasi, "tîb=temiz" adi verilmesi bu yüzdendir. Dolayisiyla tertemiz ve iyi soy deyimi ile babasi için yapici ve salih niteliklere sahip evlat kastedilir. Sifat ve özelliklerinin babasinin kendisiyle ilgili beklentilerine uygun olmasi yâni. (3:38)(cilt 3)

 

HUTUVAT : Ifadenin orijinalinde geçen "hutuvat" kelimesi, "hutva"nin çoguludur ve yürümekte olan bir kimsenin iki ayaginin arasindaki mesafe demektir. Bazilari bu ifadeyi "hatavat" seklinde okumuslardir. Bu ise, "hatva"nin çoguludur ve "bir defa" demektir. Seytanin adimlari, onun amacina uygun düsen tavirlardir -sirke düsürüp saptirmak gibi-. Tipki yürüyen kisinin adimlarinin amaci ve hedefi ile yakindan ilgili olmalari gibi. Su hâlde bununla sirke düsmeye ve Allah’tan uzaklasmaya yol açan davranislar kastedilmektedir. (2:168)

 

SU’ – FAHSA : 1-"Es-Sû" kelimesi kötülük, insanin tiksindigi ve toplumsal çerçevede çirkin gördügü sey demektir. Bu kötülük haddini asip kontrolden çikinca "fahsa" yani hayâsizlik, asirilik niteligini alir. Zinanin "fahsa" olarak nitelendirilmesi bu yüzdendir. Fahsâ kelimesi, "serrâ ve "zarrâ" kelimeleri gibi mastardir. (2:169)    

          2- "Fahise" kelimesi, kötü ve çirkin eylemler demektir. Yaygin olarak zina anlaminda kullanilir. (3:135) (cilt 4)

 

NAIK : "Yen’iku" fiili, "naik" kelimesindendir ve çobanin sürüsünü engellemek amaciyla bagirmasina denir. Çoban sürüsünü bir yerden alikoymak amaciyla bagirdigi zaman, Araplar "Neaka’r-raî bilganem/ yen’-iku naîken" derler. (2:171)

 

NIDA : "Nidâ" kelimesi, "nâdâ/ yunâdî/munâdâten" kelimelerinin köküdür ve dua yani "çagirma"dan daha özel niteliklidir. Çünkü bu ifadenin altinda, "dua"nin aksine, sesi yükseltme ve benzeri bir anlam yatar. (2:171)

 

BIRR : 1- "Birr" bol hayir ve ihsan demektir. Bu kelimenin "berr" seklindeki okunusu sifat-i müsebbehedir. (yani bol hayirli ve ihsan sahibi olan kimse). (2:177)    

         2- "El-Birr" hayir amaçli fiillerde genisleme, yogunlasma anlamina gelir. Ragip der ki: "el-Berr=kara", "elbahr=deniz"in karsitidir. Karadan ilk akla gelen genislik ve uçsuz bucaksiz olusudur. Bundan da hayir amaçli fiillerde genislik" anlaminda "el-birr" kelimesi türetilmistir." "Hayir amaçli fiil" derken, hakka inanmak ve temiz niyet beslemek gibi kalbî fiillerden veya Allah’a ibadet etmek ve O’nun yolunda infakta bulunmak gibi bedensel organlarin fiillerinden daha genis, daha genel bir anlami kastediyor. (3:92)(cilt 3)

 

KIBEL – KIBLE : "Kibel" kelimesi de yön anlamina gelir. Kible kelimesi de bundan türemis ve bir tür yön ifade eder. (2:177)

 

MISKIN : Yoksullukta durumu fakirden daha kötü olan kimsedir. (2:177)

 

IBN-I SSEBIL : "Ibni’ssebil" ailesinden uzakta bulunan kimse demektir. (2:177)

 

RIKAB : "er-Rikab" kelimesi, "rekabe"-nin çoguludur ve kölelik anlamini ifade eder. (2:177)

 

BE’SA : 1- "Be’sâ" kelimesi, tipki "bu’s" gibi mastardir ve felaket ve yoksulluk demektir. (2:177)

            2- “el-be’sa” kelimesi nefsinin disinda olan mal,makam,aile ve güvenlik gibi yasaminin zorunlu ihtiyaçlari ile ilgili olarak insanin karsi karsiya kaldigi zorluklar demektir. (2:214)

 

ZARRA : 1-"Zarrâ" kelimesi de tipki "zurr" gibi mastardir ve bir insanin hastalik, yaralanma, malini yitirme ya da evladinin ölmesi seklinde zarara ugramasini ifade eder. (2:177)

                 2- “Ed-darra” yaralanma, öldürülme ve hastalik gibi insanin nefsi ile ilgili zorluklar anlamina gelir. (1:214) (cilt 2)

 

BE’S : "Be’s" , savasin kizistigi zaman demektir (2:177)

 

KISAS : "Kisas" kelimesi, kâsse/yukâssu" fiilinin mastaridir. Yani, bir seyin ardindan gidip sonuçlarini takip etmek demektir. "Kassas" da bu kökten türemistir ve eski eserleri ve hikayeleri anlatan demektir. Böyle biri, geçmis topluluklarin yollarini izlemis gibi degerlendirilir. Kisas’in da bu ismi almis olmasi, cinayeti isleyeni izleyip onun baskasina yaptigini ona yapmak anlamindan ileri geliyor.(2:178)

 

CENEF : "Cenef" kelimesinin anlami "egilim ve sapma"dir. Bazilari, "Bu kelime yani "cenef" iki ayagin disa yönelik egilimini ifade eder.Nitekim "henef" de ayaklarin içe dogru egilimlerini ifade eder" demislerdir. Her hâlükârda, bu ifadede kastedilen amaç, günaha egilim göstermedir. Çünkü ifade "günah" kelimesi ile baglantili olarak kullanilmistir. (2:182)

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)