NİÇİN VE NASIL NAMAZ KILMALIYIZ?
İbadet ve namazlarımızı Allah'ın, Peygamber Efendimizin ve Ehlibeyt İmamlarının buyurdukları şekilde yerine getirebilmemiz için şunlara dikkat etmemiz lazım:
Düşünülmeden ve akletmeden, körü körüne yapılan ibadetlerin sevap ve değeri yoktur. Yani, insan namaz kılarken, yüce Allah'a ihlasla yönelmeli, ibadetinin, zikir ve dualarının, manasını ve kimin karşısında durup neler söylemekte olduğunu iyice bilmelidir.
Peygamber efendimiz (Ona ve Ehlibeyt'ine selâm olsun) şöyle buyuruyor:
"Dikkat ve bilinçle kılınan iki rekat namaz, gaflet içerisinde ibadetle geçen bütün bir geceden daha iyidir."[1]
Tembellik, hâlsizlik ve uyuşuklukla kılınan namazın, insan üzerinde hiç bir tesiri olmaz. Namaz kılan kimsenin gönlünde, Allah'ın muhabbet ve sevgisinin yer etmiş olması, ona bunca nimetleri bahşeden yüce Allah'a aşk ve iştiyakla yönelip namazını kılması gerekir. Namazını, şefkat ve rahmetiyle, ona bu kadar nimetleri veren yaratıcısına şükrederek, muhabbet ve iştiyakla edâ etmelidir.
Allah Resulü (s.a.a), namazı gözünün nuru olarak nitelendirmekte ve: "Ezanın sesini duyup da ilgisiz kalan bir kimse, kendisine yazık etmiştir" buyurmaktadır.[2]
İbadet ve namaza olan iştiyak öyle şiddetli olmalıdır ki, namaza davet anlamında ezanın sesini işitmekle her işten el çekip, kâinatın yaratıcısının huzurunda namaza durmak için acele etmelidir.
Kur'an-ı Kerim'in emriyle din ve dinle ilgili işlerde ihlas olmalıdır, niyet ve hedef, sadece ve sadece Allah'ın rızası olmalı, başka hedef ve gayeler onlara karışmamalıdır.
"Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a halis kılarak, Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri emredilmişti."[3]
Riya ve gösteriş, bir çeşit şirktir. Yapılan bir işte riyakârlık olursa, o işin hiç bir değeri kalmaz. Yüce Allah da, kendisinin rızası dışında, gösteriş ve halkı aldatmak için kılınan namazı kabul etmez, ona sevap da vermez.
İhlas ve samimiyetle yapılmayan ibadet, cansız bedenden farksızdır. Namazın ruhu, ondaki ihlas ve samimiyettir.
Bazıları namazda çok dalgındırlar, elleri, başları ve elbiseleriyle oynarlar, o tarafa, bu tarafa, şuna buna bakarlar. Hem namaz kılarlar, hem de etraftaki konuşmalara kulak asarlar. Bunlarda bedenî sükunet ve kalp dikkati olmaz. Bütün saydığımız bu hasletler kişilerin namazlarında tevazu ve huşuun (Allah korkusunun) olmadığının nişaneleridir.
Namazda huşu içerisinde olmak; namaz kılanın, kalbi Allah'la ve yönelişi yaratıcısına olmalıdır; bedenî huzur ve ruhî itminanı olmalı, gerçekten de her şahsiyetten ve her makamdan daha yüce, her güçlüden daha güçlü olan yüce Allah'ın huzurunda olduğunu, içten hissetmelidir.
Bir hadis-i şerifte: "Allah'a sanki O'nu görüyormuşsunuz gibi ibadet edin"[4] buyrulmaktadır.
Eğer bu hâl ve durum üzerinde bulunursanız, yüce Allah'ın, "gerçek müminler" olarak vasıflandırdığı merhaleye ulaşırsınız. Bunların sıfatlarından birisini yüce Allah şöyle açıklıyor:
"O müminler ki namazlarında huşu içerisindedirler."[5]
Yüce Allah'ın beğendiği bu vasıflardaki namazla; peygamberlerin, imamların, pak ve üstün insanların na-mazlarıyla kendi namazını karşılaştıran bir insan, kendisinden ve de kıldığı namazdan utanç duyar.
Keşke yüce Allah'ın beğenip kabul edeceği namazı kılmaya muvaffak olabilseydik! Allah, böyle bir namaza pek büyük sevap ve mükâfat verir.
Namazı devamlı ve de düzgün bir şekilde kılmak gerekir. Çünkü namaz konusunda gevşeklik, önem vermeme ve de bazen kılıp bazen kılmama büyük bir günahtır.
[1] - Bihar'ul-Envar, c.84, s.259
[2] - Nehc'ül-Fesaha, 132. Konuşma
[3]- Beyyine Suresi, 5. Ayet
[4] - Misbah'üş-Şeria, s.8
[5]- Mü'minun Suresi, 2. Ayet
NAMAZ İÇİN HAZIRLIK
"NAMAZ" EN GÜZEL İBADET
Nasıl İhlaslı Olabiliriz?
Takva Kıyamet Elbisesidir
Andolsun zamana!