• Nombre de visites :
  • 2562
  • 1/1/2017
  • Date :

Ali'siz Tarih, Ne Kadar Korkunç!

alisiz tarih, ne kadar korkunç!
Duam kabul oldu. Allah, aradı aradı, tanımadığım en acı dertleri benim canıma döktü...
Ey benim dertli ve akıllı Dostum! Dinle, yalvarıyorum dinle…

Bütün ruhunu, bütün varlığını bir ağız yap ve aç ki bu semavî lokmayı ağına koyayım.

Onu yut ki, için ilâhî ve sonsuz marifetlerle dolsun, âlemin nuruyla aydınlansın.

Böylece dertlerin şifa bulsun, çok sesli tatlı dertler ruhuna dökülsün.

Hani Cebrail, Peygamber'e "Oku!" demişti ya, tıpkı öyle. Sakın "Okuyamıyorum" deme!

Oku… 
 
Okuyamazsan boğazını öyle sıkarım ki, gözlerinde ölümü görürsün, hissedersin. Sonra seni bırakırım, ardından şöyle derim: "Oku!" O zaman artık okuyabilirsin, hem de oldukça güzel okursun…

Ardından mavi göklerden, denizler dolusu mesaj taşıyan güzel marifet ayetlerini indiririm kalbine. Ve sen bilinç, kudret vefakârlık, iman ve liyakat ile hepsini alırsın…

Ta ki o esrar ve azametle dolu gece gelip çatar (Kadir Gecesi)…

Gece yolculuğu! 
 
Ah, Bir bilsen ne büyük ve ilginç bir yolculuktur! Hem de gece göklere yolculuk. Seni kuru ve garip çölden alıp göklere götürürler ve nihayet onun ötesinde, ne göreceğini söyleyemem…

Ama şunu söyleyebilirim: Artık seni kimse göremez.

Dünyayı gören dar gözler; leşlerden, kirli emellerinden, kötü arzularından baş kaldırıp seni görmezler artık.

Allah bunca rengi niye yaratmış? Âlem bir boya dükkânı mıdır? Hayat bir tuhafiye dükkânı mıdır?

Evet, bu cahil bakışlar ve kör gözler, renkler olmasaydı, hiçbir şeyi göremezlerdi…

Eşyaları birbirinden ayırmak için farklı renklerin olması lâzım.

Neden gölgeyi tanıyorlar? Çünkü kenarında aydınlık var…

Ama neden geceyi tanımıyorlar? Neden bu gözler karanlıkta bir şey görmüyorlar? Çünkü renkler gitmiş. Bunlar renk olmazsa, hiçbir şeyi tanıyamazlar, göremezler. İnsanın kanı, derisinden daha gerçektir. Çünkü kanı kırmızıdır…

Neden bedeni herkes tanıyor, görüyor ve inanıyor da, ruhu görmüyor, tanımıyor, hissetmiyor ve hatta inkâr ediyor? 
İnsanın bedeni mi daha gerçektir, yoksa ruhu mu?

Hangisinin daha ağır olduğunu hissetmiyor musun? Acaba o elli kiloluk yük sana hiç ağırlık yaptı mı?

Ama onun baskısı altında feryat ediyor boğuluyorsun!

Hangisi daha çok ağırlık yapıyor?

Hangisinin baskısı seni daha çok incitiyor?

O elli kiloyu sıradan insanlar bile hissediyor.

Ama ruhun en korkunç, tufan ve isyanlarını kimse anlamıyor, ağırlığını göremiyor.

Hatta güzel bakışlı insanlar için bin bir delille ruhu ispat etsen de yine şüphe ediyorlar.

Neden? Çünkü ruhun rengi yok…

Eğer onu kırmızıya boyasaydık, hemen inanırlardı.

O zaman elli kilodan çok çok ağır olduğuna da inanırlardı…

Acaba bir yerlerde yanlış mı yapıyoruz?

Acaba terazimiz doğru mu tartıyor?

Yoksa bu teraziler ambar, kasap, pancar tartan terazilerden mi?

Ne diyeyim, bizi uyaracak kimse de mi yok?

Hiç sıcaklığı bakkal terazisiyle tartarlar mı?

Yoksa bir resim tablosunun sanat değerini metreyle mi ölçüyorlar?

O yasak meyveden yeme dediler, yedik.

O sarhoş edici afyonu içme dediler, içtik.

Şimdi kötülüklere tiryaki olduk.

İş işten geçti, gözlerimizi açtık.

Hangi şeytanın hilesi ve hangi hayvanın ayartmasıyla?

Nihayet huzurlu cennetten de kovulduk.

Bu kimsesiz garip ve korkunç diyara düştük. Ne oldu bana bilemiyorum. Gizemli ve güzel bir ses birden kalbimi ve tüm ruhumu çınlattı ve dedi ki: "Kendine gel artık, varlığında tufanlar estir…"

Ah! Bu gece ne kadar yorgunum, her yanım dökülüyor, gücüm kalmadı; ama yine de yazmalıyım, konuşmalıyım ki uykum kaçsın. Gerçi yazacak, konuşacak bir şeyim de kalmadı…

Dünden beri bir şey yemedim, evvelki günden beri uyumadım. Dün gece ay yanımdan gidince, yalnız kaldım. Hava aydınlanmak üzereydi gözlerim tam uykuya ısınmışken. Soğuk bir sabah rüzgârı esti, uyandım, sabah oldu, gece gitti…

İnsan gökleri düşünmeden yapamıyor. Nasıl yapabilsin ki? İnsanlar nedensiz otlanmakla mı meşguller? Başlarını toprağa gömüp su ve ota mı gömülmüşler? İnsan neden bütün hayvanların aksine iki ayakları üstüne durmuş? Durmuş ki göklere baksın.

İnsan; gökleri görmek için ellerini yerden kaldırabilen güzel varlık, görüntüsü yeryüzünden kaçışın ve göklere bağlılığın göstergesidir.

İnsanın ellerine, avuçlarına, parmaklarına bir bak…

Bunlar yerde sürünmek için yaratılmadı. Neden insanın en çok arzusu uçmak olmuştur? Neden insan batmayı (ölümü) sevmedi? Neden hep yükselmeyi, uçmayı ve yücelmeyi, ebedî hayata ulaşmak olarak gördü…

Paraya tapan Karun yere gömülürken, Aşk'a tapan temiz İsa (a.s) ise göklere yükseldi?

Göklerin aşığı yere düşen bu melek, göklere geri dönmedikçe, inmekten kurtulamayacaktır…

Böyle bir varlık için bilgisizlikten daha dert verici ne olabilir ki! Çünkü en büyük dert; bilmezliktir, kendi aslına yabancılıktır.

Hazine olmak, viranede kalmaktır; yurtsever olmak, gurbette yaşamaktır.

Kimsesiz olmak, yol aşığı insanın yoldaşının olmaması, yazmayan bir kalem, okunmayan bir yazı ölüdür. İmansız kalmak, havada yokluğun ortasında, boşlukta asılı kalmak gibidir. Hedefsiz kalmak gibidir. Bunlar büyük kalplerin, yüce ruhların en değerli dertleridir. Çünkü dertsiz insan ölüdür…

Anlayış ve duygu yüklü insan nasıl dertsiz yaşayabilir?

Allah'ım! Ruhuma büyük dertler, sürekli acılar, güzel, yüce ve mukaddes ateşler dök…

Duam kabul oldu. Allah, aradı aradı, tanımadığım en acı dertleri benim canıma döktü. Ve ben sabrettim. Biliyorum, artık susmalıyım. Bir şey yapmamalıyım.

Konuşmamalıyım…

Tertemiz yanmalıyım…

Kimsem yok ki feryat edeyim…

Artık avare bir gece yokuşu, dağları ve çölleri aşan yalnız bir yaya, çölün korkunç gecelerinde bir karartı, çöllere düşen yalnız ve dertli bir ruh. Bu gurbette mahzun, evsiz, barksız avare bir yolcu gibiyim.

Tabiatsız Allah, Ali'siz tarih, tapınaksız yeryüzü ne kadar korkunç; Allah'ın olmadığı tabiat, ne kadar ruhsuz ve soğuk bir evdir!...
 
Cafer YALNIZYAŞAR

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)