• Nombre de visites :
  • 2498
  • 1/9/2008
  • Date :

Sabır 

allah

   Sabır, yücelme ve fazilete ermenin en mühim, bir esası ve iradenin zaferidir. O olmadan, ne ruha inkişaf ettirmeden, ne de yücelip benliğin sırlarına ermeden kahsedilemez. Sabırla insan, toprağa, et’e, kemiğe bağlılıktan kurtulur, onunla yüce âlemlere ermeğe namzet bir melek haline gelir. Sabır öteler ötesi saltanatlara ulaşmak için dar bir geçit, aşılmaz bir zirve ise, gönlünü o âlemlere kaptırmış hakikatleri de, geçilmez ve aşılmaz gibi görünen geçitlere ve şahikalara meydan okuyan bir Heraklitdir. En sarp yokuşları dümdüz ve ovaları da pürüzsüz gören bir Heraklit...

    Sabır, fıtratın sinesinde cereyan eden armoninin, insan tarafından sezilmesi, kavranması ve taklid edilmesidir. Evet, o, eşyâ ve hadiselerin dilini anlama ve onlarla "diyalog" a geçme gayretidir. Bu dili anlayacağı ana kadar sebat gösteren, sonra da, varlığın zaman-seli içindeki akışıyla, kendi davranışları arasında bir köprü kurarak tabiatla bütünleşen insan ne mübeccel; kainattaki bu ilâhî musiki ne ulvî ve bu ahengin sezilip görülmesi ne âlî bir temaşadır!..

    Sabır, zamanın, eşya üzerindeki tesirinin kavranması ve eşyanın, zamanın, keskin dişleri arasında öğütülerek, şekilden sekile, hâlden hâle girmesinin idrâki demektir. Zamanın bu sessiz eriticiliği ve değiştiriciliği karşısında, yerinde Polat ve yerinde de buz olmasını bilenler, onun cereyan çizgisinde ayrı bir buuda yükselerek yok olmadan kurtulurlar. Bunu idrak edemeyenler ise, onun demir pençeleri arasında ezilir giderler.

    -Evet, fıtrat, onu tanımayan ve yürüyüşünde ona ayak uydurmayan ayakları kırar, ruhları da törpüler geçer. Onu tanıyan, hareket ve davranışlarıyla onun ruhundaki sessiz infiallere dem tutan ve ona yeni yeni davudî nağmeler kazandıranların elinde de balmumu gibi olur.

     Ah, bu sırrı kavrayamayan ve bir türlü sabretmeye yanaşmayan aceleci yaramaz çocuklar!...

    Evet, nice kendini bilmez ve fırat tanımaz kimseler vardır ki, yıllar yılı doludizgin gitmiş, fakat bir çuvaldız boyu mesafe alamamışlardır. Ve nice sessiz, gürültüsüz kimseler de vardır ki, derin nehirler gibi durgun ve hareketsiz görünmelerine rağmen, durmadan yürümüş; adım adım ilerlemiş; önünü kesen karanlıkları teker teker tepelemiş ve karşısına çıkan engelleri en sezilmedik şekilde toz-duman etmişlerdir. Sessiz, gürültüsüz; gösterişsiz ve âlâyişsiz.. Tıpkı mercan balığı gibi; deniz derinliklerinde ızdırab görmüş; ızdırab yaşamış; kanda boğulmuş ve zeberced ufkuna ulaşmış mercan balığı.

gül

    Tohum bu sessizlik ve sebat içinde taşı toprağı deler, gün-yüzüne çıkar. Tomurcuk, yüz defa bağrını güneşe açar ve yüz defa gecenin karanlıkları karşısında gerilime geçer, sonra varlığa erer. Ya yavru, bir "rüşeym" halinde anne karnında belirip, karanlıktan karanlığa intikal eden yavru; Onun serencâmesi hepten garip ve garip olduğu kadar da sabır ve teenni gamzetmektedir. Evet, şekillerin ve kalıpların her çeşidine gire gire, tam dokuz ay sonra, o gülen dam kametiyle dünyaya ayak basar.

    Bir de, bu muhteşem kâinatların ve koca "kozmos" un yaratılışına bakalım: Herşeyi, bir ol! Deyivermekle varlığa erdirecek olan, kudreti sonsuzun elinde bütün mekân ve eşyanın, milyarlarca sene şekilden sekile, tavırdan tavıra intikal ettikten sonra belli bir vaziyete gidip ulaşması, ne kadar manidar ve ne çarpıcı bir derstir!

Varlık âleminde herşey, ama herşey sabırlı bir bekleyiş, bitmeyen bir azim ve direnişle hedefine doğru adım adımdır. Acele etmeden; fıtratta cari olan kanunları gözeterek ve yön-yol değiştirmeden...

    Ah, aceleci insan! Sabırsızlık gösteren sadece sensin. Sensin, eşya arasındaki tertibe riayet etmeyen! Sensin, yükselirken mesafelere tahammülü olmayan ve tırmanmada birkaç merdiveni birden atlamak isteyen! Sensin, sebepleri gözetmeden netice bekleyen! Sensin, olmayacak kuruntulara gömülerek hayalden sırça saraylar kuran! Sonra da yalancı vehmin ve aldatıcı ümniyelerin altında tükenip giden. Sensin, düşünmeden konuşan, konuştuklarına pişmanlık duyan ve birbirini takip eden pişmanlıklardan ders almayan, uslanmayan! Bir bilsen; bu halinle ne kadar sevimsiz ve ne kadar uğursuzsun!.. Keşke, herbiri bir hatip, herbiri bir dil olan çevrendeki hadiselerden ders alarak eşya arasında bulunan tertibe riayet etmeyi; sebeb ve neticelerin hakkını gözetmeyi ve hayâlinle değil; imanın, azmin ve iradenle var olmayı bitseydin!..

    Sen, sabrettiğin kadar var ve Hakkın katında da sabrın kadarsın. Kitabının güzel diye parmak bastığı en güzel haslet ve en güzel huylar..arızasız ve ara vermeden yaşamadaki sabrın ve azmin kadar.. Ve çirkin diye tesbit ettiği sevimsiz şeyler karşısında da, dayanma gücün ve sebatın kadar.. Nihayet, tepeden inme başa gelenler karşısında tavrını değiştirmeden:

    "Gelse celâlinde cefâ, yahut cemâlinden vefa;  İkisi de cana safa lütfün da hoş kahrın da hoş" dedirtecek yürekliliğin ve hoşnutluğun kadar...

    Bütün yükseltici şeyleri, ara vermeden sürekli olarak yaşama; alçaltıcı şeylere karşı devamlı teyakkuz (1) ve direnme; nihayet, beklenmedik anda ve beklenmedik şekilde seni ırgalayan ve örseleyen umum belâlara karşı yılgınlık göstermeden dayanma; evet, işte acılardan acı ve neticesi itibariyle de zülallerden zülal sabır budur!

    Kol-kanat verip yerinden ayrılmama.. Mum gibi eriyip gitme; yine yerinden ayrılmama..

   Nerdesin azim, nerdesin irade! Nerdesin civanmertlik ve nerdesin yiğitlik! Durmadan yön ve yol değiştirme bizi şaşkına çevirdi. Hergün ayrı bir şeye dübeşte olma bizi bitirdi ve durmadan mihrabdan mihraba koşma bizi kıblesiz hâle getirdi..

    Bir hak dostu; beni bir kedi irşat etti, der. Avını beklediği delik önünde, sabahlara kadar gözünü kırpmadan bekleyen bir kedi.. Ya sen, insanoğlu! Tavrını değiştirmeden, nazarını ayırmadan ne kadar bekledin ebedî mihrabında?.. Evet, kaç defa düzenin bozuldu; hizmetin heba oldu da, gönül koymadan, darılmadan yeni başdan deyip yürüdün yoluna.. Ve kaç defa,.kapılardan kovuldun, diyar diyar sürüldün de, dönüp yine başını koydun sevgilinin eşiğine?..Yoksa sen, senden evvel geçenlerin halleri başına gelmeden Cennet’e gireceğini mi sandın?Oysa onlara öyle ezici sıkıntılar, öyle kımıldatmaz ızdıraplar dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, Nebi (s) ve maiyetindeki inananlar: "Ne zaman Allah’ın yardımı?" dediler. Belki, Onun yardımı yakındır. (2) Sabredip kulluğunu sürdürenlere; canını dişine takıp günahlara karşı koyanlara; bin defa düzeni bozulduğu halde ümit ve azmini yitirmeyenlere..

Evet "Cânân yolunda dağdağayı cana düşmeyenlere; Girdik reh-i sevdaya; gayrı bize birşey lazım değil, " diyenlere..

_______________

(1)Teyakkuz: Uyanık olma hali. Uyanıklık.

(2)İktibas tam olmadığı için, meal tırnak içine alınmadı. 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)