• Nombre de visites :
  • 352
  • 17/1/2018-6:33
  • Date :
 
Güzelliği kelimelere sığdırmak, onu yazıyla ve sözle anlatabilmek oldukça zor... Tat, koku ve diğer algılamalar hususunda  gerçeğe uygun zihnî bir  tasavvuru gerçekleştirebilmek ne kadar zorsa güzelliği de söz ve kalemle tasvir edebilmek bir o kadar zordur. Ancak; tatlıyla acı, ıtırla lezzet, toklukla açlık, mutlulukla üzüntü kolayca idrak edilebildiği gibi güzellik de idrak edilebilir aslında. Çevremizdeki dünyanın güzelliklerle dolu olduğu, en azından bizim güzel olarak  tanımladığımız şeylerin dört bir yanımızda fazlasıyla bulunduğu tartılışılmaz bir gerçektir. Bu da bizim yaratılışımızda, bu güzellikleri idrak edebilmemizi sağlayan bir unsur veya bir şeylerın olduğunu gösteriyor. Bütün bunlara rağmen güzelliği tanımlayabilmek yine de kolay değildir.

Güzellikle ilgili çeşitli tanımlar vardır; ancak konumuz islam sanatı çevresinde olduğundan islam ulemasının ifade ettiği güzellik tariflerine bakmamız gerekir daha ziyade.

Mevcut imkanlar dahilinde bir araştırma yaparak çağdaş ve geçmiş dört islam bilgininden dört ayrı tarif aktaracağız. Bunlar, islamî bilimlerin dört ayrı dalına ait görüşleri yansıtıcı niteliktedir:

1- Tanınmış arif ve ahlak hocası Muhammed Gazali'nin tarifi.

2- Rahmetli İmam'ın "Makasib-i Muharreme" kitabında bir fakihten naklettiği tarif.

3-  Tanınmış arif ve filozof Molla Sadra'nın (ra) tarifi.

4-  Çağdaş arif ve ediplerden merhum İlahi Gomşeî'nin tarifi.

İslami bilimlerin çeşitli dallarından faydalanarak Yeterli araştırma ve incelemede bulunacak olunursa, birçok değerli tarife ulaşmak da mümkündür.

Yukarıda bahsi geçen tariflerin detayına inmeden önce bir noktayı hatırlatmakta fayda var; islamî metinlerde "Güzellik, insan için bir ihtiyaçtır" ibare ve anlamı pek vurgulanmıştır.

İslamî dünya görüşündeki bazı bariz esaslara istinaden güzelliğin bir ihtiyaç olduğu kolayca ispatlanabilir:

A- Kainatın yaratılışı boşuna değil, haktır. Bu esas Kur'an'da çeşitli ayetlerde çeşitli ifadelerle geçmektedir:

"Gökleri ve yeri hak olarak yaratan O'dur" (En'am,73)

"Allah bunları boş yere değil, gerçek bir fayda için halketti. Bilen topluluğa delillerini açıklayıp bildirmektedir" (Yunus,5)

"Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. hiç şüphesiz; iman edenler için bunda bir ayet -alamet- vardır" (Ankebut,44)

"...Allah göklerle yeri ve bu ikisi arasındakileri ancak hak üzere belirlenmiş bir süre -ecel- olarak yaratmıştır..." (Rum,8)

"....Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı, öyleki, her nefis kazanmakta olduklarıyla karşılık görsün..." (Casiye,22)

"Gökleri ve yeri hak üzere yarattı..." (Teğabun,3)

"...Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın.." (Âl-i İmran,191)

"Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık..." (Sad,27)

"Biz bir eğlence ve oyalanma olsun diye gökleri, yeri ve bunların arsındakileri yaratmadık" (Duhan,38)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah Teala kainatı boşuna veya bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. Bilhassa son ayetlerde  kainatın hak olarak, bir prensib ve hikmet üzere, belli bir gaye için yaratıldığı vurgulanmakta, yaratılışın amaçsız olmadığı hatırlatılmaktadır.

B- Kainat en güzel ve en mükemmel şekilde yaratılmıştır:

Kainatın yaratılışı en mükemmmel, en sağlam ve en güzel şekilde gerçekleşmiştir.

Buna, Kur'an'dan bir çok ayet gösterilebileceği gibi beşeri bilimler açısından da şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesindir bu. Nitekim insanlar bilim ve teknikte ilerleme kaydettikçe yaratılış sisteminin mükemmellik ve güzelliğini daha iyi kavrayabilmekte, daha net olarak müşahede edebilmektedir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur:

"...Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan..." (Secde,7)

C- İnsanın yaratılışı güzeldir:

Allah teala insanın yaratılışı hususunda şöyle buyurmaktadır:

"...Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir..." (Mü'minun,14)

"Doğrusu, biz insanı en güzel şekilde yarattık..." (Tin,4)

Algılanan alemin güzellik ve zerafetleri gözönünde bulundurulacak olursa ve kainatı kendi mübarek varlığının bir tecellisi olarak yaratan O yüceler yücesinin "en güzel" olduğu daha iyi anlaşılır. Kainatta sayısız güzellikler yaratan O'nun bizzat kendisi güzeldir; güzellik ve zerafet de O'nun varlığından kaynaklanmıştır, hatta O'nun bizatihi kendisidir.

Aynı şekilde, kainat hak olarak yaratıldığı ve insanoğlu boşuna yaratılmış olmadığı için de Allah Teala insanoğlunun çirkinlik ve kötülüğe doğru yürümesini asla istememiştir. O, insanın kemale ermesini istemiştir ve güzellik de bir kemaldir insan için... İster sîrette   -özbenliğinde- ister surette -yüz ve şekilde- olsun...

İnsanoğlunun hareketindeki kemal çizgisi güzelliğe doğru uzadığına göre ister zahirde, ister batında olsun, güzellik insan için bir ihtiyaçtır. Bu nedenledir ki o, güzel ve güzelliği tanımalı, Allah'ın hoşuna gidecek "güzellik"i idrak etmeli ve nasıl güzel olabileceğini öğrenmelidir. Güzelliğin insan için bir ihtiyaç olduğunu söyledik, ama zihni bozulma ve düşünsel kirlenmelerin, hakikatın anlaşılmasına mani olmaması gerektiğini de bilhassa hatırlatalım. Zira son derece zarif sınırlara sahip bulunan ve insanoğlunun genellikle kötü amaçla, yanlış olarak kullanıp hayvani davranışlarla ayaklar altında çiğnediği erdemler konusunda ilmi bir bahis olduğu zaman insan, meseleyi gereğince kavrayamamakta, hatalara düşmektedir. Şöyle ki: Kişi hayatı boyunca; aslında yanlış davranmalarının neticesi olarak iyi davranışın kötü yan tesirleri de olduğu gibi bir kanaat edindiğinden meseleyi gereğince kavrayamamakta ve bahse geçtiği zaman gereğince sağlıklı bir değerlendirmede bulunamamaktadır. Politika, devlet, ticaret, sevgi, aşk ve bu cümleden olarak güzellik konusunda da işte bu zihni şartlanmalar var maalesef... Dolayısıyle, bir araştırmacı sağlıklı bir değerlendirmede bulunmak istiyorsa zihnini bu tür psikolojik şartlandırmalardan arındırmalı ve ilmi araştırmasına engel olabilecek bu nevi araz ve duygulardan sıyrılmalıdır. Aksi takdirde muhasebe anında zihnî hatalara düşecek ve tabii ki ulaştığı sonuçlar da hatalı olacaktır. Bu nokta gözönüne alınmadan güzellik meselesi islamî metinlerde araştırılmak istenirse, sağlıklı bir sonuca ulaşılamama ihtimali sözkonusudur.

 

GÜZELLİĞİ SINIFLAMA

Kimileri, güzelliği şöyle sınırlamış:

1- Beş duyu organıyla algılanabilen güzellikler: Gördüğümüz, tattığımız ...vb. güzellikler.

2- Akl-ı selim ve sağlam bir fıtratla tanınabilen güzellikler: İmanî değerler, faziletler, sevgi, doğruluk, samimiyet, mertlik, adil olma...vb.

3- İnsaoğlunun ancak bir takım fiziki zorluklar çekerek ve öğrenerek tanıyabildiği güzellikler: Bunlar da ikye ayrılır; Birincisi: Öğrenme, tahsil, bir dalda uzmanlaşma... vb. yollarla elde edilebilen bir tanıma gücü. Edebiyat ve şiir güzelliği, lafzi ve manevi sanatlar, mimari güzellikler...vb. gibi alelade insanların tahsil edemeyeceği ve onu tanıyabilmek için fıtrat ve yeteneğin yanısıra kişinin bir takım eğitimlerden geçerek uzmanlaşması gereken güzellikler.

İkincisi; ancak kişinin manevi zorluklar çekerek ve maddi-manevi kirlerden uzak durarak tanıma ve teşhis gücü edinebildiği güzellikler: Ezeli ve ebedi olan Hak Teala'nın güzel isim ve sıfatlarında tecelli eden ilahî güzelliği idrak edebilme, nefsini tezkiye edip arıtmaksızın rastgele herkesin yapamayacağı bir iştir. Bu güzellikleri görebilmek için ilmi ve fıtrî hazırlıklar yeterli değildir, bunların dışında bir de ruhun bütün maddi bağlılıklardan yani her türlü pislikten temizlenmesi gerkir. Binaenaleyh, ister fıtri ve algılama, ister sonradan öğrenme ve edinme yoluyla olsun insanoğlunun her boyutuna mahsus bir güzellik türü vardır ki, bunlar nitelik ve nicelik açısından farklı güzelliklerdir.

Bir başka grup da güzelliğin insanda neşe ve sevinç yarattığını ve neticede ona "zevk" verdiğini söylemekte[1] bu "zevk"leri şöyle sınıflandırmaktadır:

Zevk ve acı üçe ayrılır:

1- Duyu organları yoluyla alınan zevk ve acılar: Tatma, görme, dokunma, koklama ve işitme duyuları yoluyla alınan zevk ve acılar.

2- Hayal kurarak ve vehme kapılma yoluyla ulaşılan zevk ve acılar: İyi şeyler arzulayıp bunların hayalini kurma, şöhretten zevk alma, isim yapma ve kazanıp galip gelme... gibi şeylerden hoşlanma (ve tersi durumdan acı ve elem duyarak rahatsız olma).

3- Yüce ruhlar ile külli ilahi nefsin algıladığı akli zevkler: Hakkı idrak etmek, hakka yürüme ve ona ulaşma, nesneleri gerçek halleriyle görüp idrak edebilme, ilk hakkı bilme ve sonu-sınırı olmayan ilahi mutlak güzelliği müşahede etme... gibi. Keza O'na itaat ve O'nun ubuduyetinden zevk alma ve O'nun sonsuz celal, cemal, kudret, hikmet ve rahmetine teşekkür ederek şuhuda - müşahede haline- gark olma.

Mezkur görüşün sahibi, bunları kaydettikten sonra insanların zevk karşısında üç çeşit nefse sahip olduğunu belirterek şöyle der:

1- Nufus-i  Dâniye (aşağılık ve deni insanlar): Aşağılık ve değersiz maddi şeylere para-pula eğilim gösterirler; o kadar ki, duyu yoluyla algıladıkları zevkler hayali zevkleriyle çatışır ve ters düşerse duyum zevkini tercih ederler.

2- Nufus-i Mutavassıta (vasat insanlar): Makam, şöhret, iyi bir isim yapma... vb. şeylerden zevk alırlar ve böyle şeyleri güzel, memnuniyet ve mutluluk verici olarak görürler. Böylelerinde duyum yoluyla kazanılan zevkler hayali zevklerle çatışırsa, birinci şıktakilerin tersine, hayali ve zihni zevkleri duyu yoluyla kazanılan -fiziki- zevklere tercih ederler.

3- Nufus-i Âliye ve Musta'liye (yüce ve üstün insanlar): Hakikat ve gerçek güzelliklerden başka hiç bir güzelliğe ilgi duymazlar, nihaî amaçları aklî zevklerle ebedi olan manevî kemallerdir. Kalıcı ilahi hasletlerle ilahi marifetler ve alem-i kuds'le ölümsüz dünyanın -ahiret- soyut hakikatlerinin peşindedirler. Bunların verdiği zevk ve hoşnutlukla fâni hissi zevkler ve bâtıl hayali zevkler çatışacak olursa hayali ve hissi zevklerden bütünüyle vazgeçer ve akli zevk ve hoşnutlukları tercih ederek diğer geçici ve değersiz zevklere iltifat etmezler. Bilakis, nice cevherlerle dolu akli zevkler deryasında bilim ve marifete dalarak hak ve hakikate gark olup nefislerinin kemal ve ıslahıyla uğraşır, hakiki mâşuk ve ezeli mahbublarıyla râz-u niyaza koyulurlar.

İnsanlar genellikle hissi ve somutsaldırlar; insanların çoğu duyu yoluyla algılayabildiği şeylere mahkumdur. Orta veya vasat sınıf dediğimiz vehim ve hayelle yaşayanlarsa bunlara oranla pek azdır. Ne var ki onlar da, üstün ve seçkin insanlara oranla pek azdırlar. Gerçek anlamda "insan" olan aklî ve akılcı insanlar pek, ama pek azdırlar.

"Onlar nadir bulunan mücevherler misali az mı azdırlar; çağlar boyunca çok az sayıda insan bu yüce makama ulaşabilmiştir."

İbn-i Sîna "Hakk-ı müşahede dediğimiz o yüce makam herkesin ulaşabileceği bir makam değildir" der ve şunu ekler: "Asırlar geçer de himmet ve gayreti yüce, marifetle nurlanmış nadir insanlar, aşk ve sevgiye gönül vermiş olanlar bu yüce makama ulaşır, bu izzetli sultanlığı elde edebilirler ancak."[2]

 

GÜZELLİĞİN TANIMLARI

1- Muhammed Gazali'nin tanımı:

Bu tarifi merhum Feyz-i Kâşânî "İhyâ-i Ulum-i Gazali"ye tahziben yazdığı "Mehaccet-ül Beyzâ"sında nakleder[3]

Ünsiyet, rıza ve şevk yoluyla Hakk'a yakınlık kazanmanın merhalelerinden bahsederek meseleyi açıklığa kavuşturmak istiyor; kul marifet ve sulûk bazı aşamalarında Allah'la ünsiyet kazanmakta ve O'na yakınlık duymaktadır. Bu merhalede O'nun rızasıyla hoşnut olur, yüreği O'nun sevgi ve özlemiyle tutuşur. Sevgi ve hasret sebepsiz olmayacağından Gazali, araştırmasında kulun sevgisinin sebeplerini sıralamaya başlar; bunu yaparken sevginin sebeplerinden biri üçüncü sebep olarak güzelliğe değinir ve güzelliği şöyle tarif eder: "Sevgiye neden olan üçüncü şey bir şeyi bizzat ve sırf o şeyin kendisi için sevmek, ondan herhangi bir çıkar sağlamak için değil... Onun zatı ve kendisi çıkardır. Tıpkı güzelliği sevmek gibi... Onu anlayıp idrak edebilen birisi için her güzellik sevilir ve beğenilir". Yazar sonra da güzelliğin tarifine geçer: "Her şeyin güzelliği; kendisinde olması gereken kemale sahip olup olmamasına bağlıdır. O halde kendisi için mümkün ve gerekli bütün olgunluk ve kemallere ulaşabilmiş bir şey, güzelliğin doruğunda demektir. Herşey, kendisine has olur bir kemale sahiptir ve bir şeyin kemali, aynı zamanda bir başka şeyin de kemali değildir. Bir şeyin kemali, bir başka şeyin kemalinin tam zıddı olabilir."

Görüldüğü üzere Gazali'ye göre güzellik, olgunluk ve kemalın bir gereğidir. Ve kemalin var olduğu yerde güzellik de vardır. Herşeyin kendine mahsus bir kemali olduğundan, yine kendine mahsus da bir güzelliği vardır. Bu tarif ister hissi ister aklî; ister maddi, ister manevi olsun; güzelliğin bütün çeşit ve türlerini kapsar.

Bu arada şunu da hatırlatmak yerinde olacaktır; Gazali bu bahiste şöyle bir sonuca varıyor: Allah Teala mutlak kemal olduğu ve her kemal de gerekli ve layık olana sahip bulunduğu için, Allah mutlak güzelliktir. Ve ilahi güzelliği idrak edebilen birisi O'na tutulur, neticede Hakk'ın güzellik ve cemalini idrak ettiği ölçüde o şahsın Allah'a olan sevgi ve tutkusu da artar.

2- Rahmetli İmam (r) Mekasib-i Muharreme'nin 1. cildinin 198. sayfasında fakih üstadı Şeyh Muhammed Rıza Âl-i Şeyh-ul Allâme Muhammed Taki'den "gına" bahsine istinaden "gına"nın gerçekte ne olduğuna dair şöyle nakleder:

Güzellik ve iyilik her ne kadar insan aklını hayrette bırakan konulardan olup idraki ve tanımı imkansızsa da mürekkebatta[4] uyum sınırından öte değildir. O halde nerede bir güzellik varsa sebebi uyum ve tenasüptür. Bu tarif cisim ve nesnelerdeki -maddi- güzellik, uyum ve âhengin bir gereği olarak görmekte; uyum ve ahengi de güzelliğin sebebi, esası olarak kabul etmektedir. Açıktır ki bu tarif somut, duyuyla algılanabilen güzellikleri bağlar ve mevzu müsamahalı incelenirse diğer güzelliklere de tatbik edilebilir.

İmam (r) üstadının sözlerini aktardıktan sonra şöyle buyurur:

İnsafla değerlendirmek gerekirse o merhumun söyledikleri gerçeğe yakın ve sağlamdır; ama üzerinde daha etraflı konuşulup tartışılabilir tabi.

3- Molla Sadra (r) nin tanımı:

Merhum İlahi Gomşei Hikmet-i İlahi adlı eserinde (s.142) şöyle nakleder:

Bilge insan Sadr-ul Mutaallihin, aşkı varlıkla bir ve aynı saymakta ve bunların ikisini de güzellik ve iyilikle özdeşleştirerek şöyle demektedir: Güzellik, iyilik ve aşk; varlığın bütün hal ve derecelerinde güçlü ve zayıf  olarak mevcuttur. Hatta bununla da kalmaz, aşkın dereceleri varlığın derecelerinin aynıdır; başka bir deyişle varlığın güçlü olduğu yerde aşk da güçlü ve kamildir. Varlık zayıfladığı zaman aşk da zayıf olarak çıkacaktır ortaya. Aşkla varlık yekdiğerinin kopmaz parçasıdırlar, bir bütündürler ve kull-i vucut (varlığın tamamı) olan Hakk da kull-i aşk ve kull-i güzelliktir.

*

Yukarıda bahsi geçen aşk fiziki ve şehevi aşk değildir elbette. Aşkla şehvet arasındaki fark güneşle mum ışığı arasındaki fark gibidir. İkisi de ışık olmasına rağmen, ışıklar arasında yerden göğe kadar fark vardır.

*

Bu hakikat İslam edipleri tarafından çeşitli şekillerde beyan edilmiştir. Bu cümleden olmak üzere Hâfız bir şiirinde şöyle der:

"Gayba çekilmiş olan şahidin yüzünü ancak aşk gözüyle görebilirsin

Zira aşığın gözlerinin feri tâ Kâf'tan Kâf'a kadar  görür

Aşk yolunun yolcularıyız biz, yokluk serhaddından

Varlık diyarına kadar bunca yolu katettik.

Ezeldeyken güzelliğinin şûâsı tecelliden dem vurdu

O sırada çıktı ortaya da bütün alemi yaktı gitti."

Sa'di de şöyle der:

"O seher bülbülü ne dedi bilir misin?

Duygudan yoksun ise azgın bir hayvansın

O eğri-büğrü deve arap şiirinde his ve neşeyle anılır

Ya sen nasıl insansın ki aşktan hiç haberin yok?!"

Aşk insanı Elest (zer) alemine ulaştırır ve Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) şeriatı olan saadet ve mutluluk yoluna götürürse güzeldir:

"Aşktan gelen bir koku mest eder seni

Elest'teki ahdine düşkün eder seni

O ahdin için oralara götürür

Oradan da sevgi kanatlarıyla uçurur seni

Ey Sa'di, sanma ki saadetin

Mustafa'dan (s.a.a) başka yolu var.

*

3- İlâhi Gomşei'nin Tarifi

Merhum İlâhi Gomşei, Hikmet-i İlâhi adlı eserinde Molla Sadra'nın görüşünü aktardıktan sonra[5] aşkın tarifiyle ilgili olarak şöyle der: Aşkı varlık gibi tanımlayamayız ve aşka dair söylenen veya hayel ve düşünceden geçen herşey ancak aşkın izlerinden bir iz ve onun tecellilerinden bir tecellidir. Ne var ki, kendisine "aşık" tabiri itlak olunmamışsa da kull-ül vücut olan Allah Teala'nın zat-ı ahadiyetiyle ilgili aşk O'nun kendi mükemmel güzelliğine duyduğu mükemmel aşkıdır. O'nun eser ve mahlukatına aşkı da kendisine olan aşkının bir şuası ve kendi yüce güzelliğinin sevgisine tabidir ve yüceler yücesi münezzeh olan O ulu yaratıcı mutlak varlık olduğu gibi aşık, aşk ve mutlak maşuk (sevgili), mutlak güzellik ve mutlak hayattır da aynı zamanda.

O halde Hakk Teala aşk mertebelerinin tamamı ve sonsuz güzellik derecelerinin en mükemmelidir ve O'ndan sonra varlık hiyerarşisinde neyin varlığı daha kamil ve daha mükemmelse orada onun güzelliği, aşkı ve hayatının zuhuru da daha fazladır.

...Ama, bütün varlık ve kemalin mazharı ve halifetullah olan, yani hilafet ve zulmeti birlikte olarak bütün ilahi vasıflara haiz bulunan insanın dünyasında aşk; varlıkların bütün mertebelerini kapsayan tam ve kamil bir aşktır. Yani akıl bazında soyut kutsiye akılların aşkına ve nefis bazında en yüce nefislerin aşkına sahiptir insan. Öte yandan hayvan, nebat (bitki), keramet ve cisimlerin aşk ve iştiyakı da vardır insanoğlunda. Binaenaleyh insanoğlu gerçekte varlıklar aleminin her sınıf ve nevinde görülen türlü aşk, şevk, cazibe ve çekiciliklerin bir bütünüdür. Bazı müfessirler "biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi, çünkü o çok zalim, çok cahildir."[6] ayetini, insanın bütün aşkları kendi bünyesinde toplayıcı özelliğiyle tefsir eder ve şöyle derler: Kâinattaki akıl ve meleklerden, hayvan, bitki ve cansızlara varıncaya kadar bütün varlıklarda kendilerine has bir şevk ve aşk vardır, her bir varlık ilahi güzelliğin belki bir boyutuna tutulmuş olduğundan diğer boyutlardaki -ve diğer varlıklardaki- güzelliklerden habersizdir: "Herkesin yüzünü çevirdiği bir yön vardır..."[7] Oysa ki insan, aşkın bütün boyutlarına ilgi duymakta ve farketmektedir; gerçek sevgiliye tutkun ve hasret, ilahi mutlak güzelliğe vurgundur. Zira insanlık mertebesi ilahi bütün ismin mazharıdır ve Allah Teala; yani bütün güzellik ve mükemmellikleri bütün boyutlarıyla kendisinde toplamış olan o yüceler yücesinin güzellikleri insanda tecelli etmiş ve insandan başka mevcudatın her birinde ise Hakk'ın sadece bir boyutu tecelli etmiştir ve onlar, kendilerine görünmüş olan o muayyen boyutdan Hakk'ın cemal ve güzelliğini müşahede edebilirler; varlığın bütün güzelliklerine sahip bulunma özellik ve makamı ise insandan başkası için imkansızdır. Tıpkı görme, işitme, tat, koku ve dokunma duyularının herbirinin ancak kendine has şeyler algılayıp bundan zevk duyması ve diğer duyu organının algılayabildiğinden ise tamamen habersiz bulunması gibi; gözün güzel sesleri duyamayıp seslerden zevk almaması, kulağın güzel renkleri algılayamadığı için onlardan zevk duymaması ve dilin renk ve kokuyu algılayamayıp neticede bunlardan zevk almaması gibi tıpkı... Ancak, bu farklı güçlerin tamamını kendi bünyesinde toplamış bulunan "akıl sahibi varlık olan insan"ın bütün bu farklı zevkleri tadabileceği ortadadır. Kâinattaki canlı-cansız bütün mevcudata özel olarak verilen şeylerin tamamı insanoğluna bir arada verilmiştir; ne kadar özellik varsa hepsi de insanda toplanmıştır. Bu nedenledir ki, insanın aşkı kamil ve tamdır ve onun sevgilisi ölümsüz olan bütün mutlak güzelliktir ki celal ve cemali mukaddes olan yüce güzeldir o."

Merhum İlahi Gomşei her ne kadar bu açıklamalarla güzelliği tarif etmiyorsa da güzelliği varlık ve aşkla özdeşleştirdiği için bu bahiste tabiatiyle güzellikten de sözetmiş ve ilginç noktalara değinmiştir.

Bu tarif ve tanımlar arasından birini seçmek veya bunlardan hareketle daha derli toplu bir tanıma ulaşmak istersek Gazali'yle, Molla Sadra'nın tariflerinin toplamı yoluna giderek bu iki tanımın bileşiğini elde etmemiz gerekir. Gerçekte kemal güzelliğin esas nedeni ve güzellik de aşkın sebebidir (aşkı doğuran, güzelliktir). Ancak şunu söylemek mümkün olabilir: Molla Sadra'nın aşkı varlıkla özdeşleştirmesinin nedeni belki de şudur: Varlık güzel olduğu ve Mutlak kemal olan Mutlak Varlık sonsuz ve mutlak güzellik olduğu için bu güzellik ve sonsuz-sınırsız çekiciliği idrak eden bir şahıs mutlak varlığa aşık ve ona tutkun olmaktadır. Varlığın güçlü ve zayıf merhaleleri güçlü ve zayıf kemal ve güzellik merhaleleridir de aynı zamanda. Keza şahıs bu kemal ve güzelliği ne kadar kavrayıp algılayabilirse bir o kadar aşık, şevkli ve heycanlı olacaktır. İnsanlarda görülen haller gerçeği apaçık gözler önüne sermeye yetmektedir.

İslam filozof ve arifleri, bu cümleden olarak da Molla Sadra nazarındaki mukaddes, yüce aşk ve heycan çok az sayıda insanda mevcuttur. Diğer insanlar, böyle mukaddes bir aşka ulaşmıyorlar; onlar varlığın muhtelif yönlerine duydukları aşk ve heyecansa onların idrak ve algılama hacimleriyle orantılıdır ki çoğu zaman o varlık bu miktar aşka layık olmayabilir. Ya da bazı insanlar vardır ki; kâinat ve varlık alemine o kadar sathi ve yüzeysel bakarlar ki kâinattaki, kemal olgunluk ve güzelliği farkedemezler bile. Dolayısıyla da varlık sistemindeki güzellik ve çirkinliklere karşı onlarda hiçbir aşk, şevk ve heyecan yoktur.

Gazali'nin tarifine eklenmesi gereken bir diğer nokta da şudur: Her ne kadar kemal, güzelliğin ana nedeni ve esas faktörüyse de ve güzellik denilen şey kemalden çıkıyorsa da eşya, nesne, kâinat ve mutlak varlıkların kemaline ancak ve ancak onların güzelliği vasıtasıyla ulaşılabilir. İnsanoğlunun algılayıp kavradığı şey; onun hissî, fıtrî ve nefsânî şuur ve idrakindeki şey, varlıkların güzelliği ve cemalidir; bu güzellikler insan nefsinin dikkatini çeker ve nefse hoş ve ilginç gelirler. Ancak, aslında nefsin karşılaştığı bu cazibe ve ilginçliğin nedeni, varlıktaki "kemal" ve "olgunluk"tur, mükemmelliktir. Eğer güzellik denilen şeyi tanıma ve onu algılama kabiliyeti insanoğlunda bulunmamış olsaydı insanın kemalleri kalp yoluyla gerçekleşen duygusal olarak tanıması mümkün olmayacaktı. İşte bu Allah Teala'yı sırf akıl ve ilmi delillerle tanıyan filozof ve bilgeyle; Allah'ı kalp yoluyla tanıyıp algılayabilen arif arasındaki tanıyış farklılığının nedenidir.

Salt ilmî ve aklî tanıyış; tıpkı ilmî kanunlar ve matematiksel denklemler gibi Allah kavramını da -kişinin zihninde- kuru bir şekilde sabitleştirir ve böyle birinin ilahi tanıyışı ve kavrayışında hiçbir aşk, duygu ve hareketlilik görülmez. Ama arif, Allah'ın varlığını tıpkı bir çiçeğin güzellik ve taptazeliği, tıpkı ışığın parlaklığı gibi bütün varlığıyla duyar, görür ve kavrar, O'nu bu tür bir duyuş ve kavrayışla algıladığı içindir ki arifin kalbine muhabbet yerleşir, coşar, kabına sığamaz, figan eder; heyecan ve şevk görülür onda. Arif, bir yandan varlığın hakkı ve hakikatini ararken öbür yandan da ona karşı aşk duyar, tutkunu olur onun. Çünkü hak ve o hakikati gönlü ve idrakiyle idrak edip kavrar arif... Gönül ve kalpse sevgi ve aşkın mekanıdır. Demek ki gönül, varlıkla aşkın kaynaşıp bütünleştiği yerdir. Filozofta ise bunun tam tersi gözlenir; o, varlığın hakikatini aklı ve zihnî dikkatiyle kavramaya çalışır.

Başka bir deyişle, neden-sonuç deliliyle ulaşılan "O sebepler sebebi" muhabbetoluşturmaz; ama Hakk, muhabbet kaynağıdır; Onunla sevimlidir; münacat mümkündür.[8]

*

 

Kur'an Ve Hadislerde Güzellik

Kur'an-ı Kerim üç terim ve bu terimlerin değişik gramer halleriyle sarih bir şekilde güzellikten sözetmiştir:

1- Hüsn veya Hasen terimi: Pek çok defa kullanılmıştır.[9]

2- Cemal terimi: Dokuz yerde.

3- Zinet terimi: Kırktan fazla.

Bu terimlerin geçtiği ayetleri teker teker ele almak istersek mevzu daha ziyade tefsire dönüşeceğinden esas konudan ayrılmış olacağız. Bu yüzden sözkonusu ayetleri gruplama suretiyle Kur'an-ı Kerim'in görüşünü aktarmaya çalışacağız:

A- Allah Teala bütün kâinatı ve bu cümleden olmak üzere insanı güzel yaratmıştır. Güzellik bilgece bir nimet olduğu gibi yaratılmışların, bilhassa insanın ihtiyaç duyduğu şeylerden biridir. Kur'an-ı Kerim bu nimeti memnuniyet verici; kudret, nimet ve hikmeti hatırlatıcı olarak zikreder:

"Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan(dır)..." (Secde/7)

"...Suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) yarattı" buyrulur. (Mu'min/64)

"...Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne de yücedir..." (Mü'minun/14)

"Şüphesiz, biz yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; insanlardan kimin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye..." (Kehf/7)

"Hiç şüphesiz biz dünya göğünü çekici süsler olan yıldızlarla süsleyip donattık..." (Saffat/6)

"...Biz dünya göğünü de kandiller -ve geceleri aydınlatan- yıldızlarla süsleyip donattık..." (Fussilet/12)

"...Andoslun biz dünya göğünü kandille süsleyip donattık..." (Mülk/5).

"Andolsun biz gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik." (Hicr/16).

"Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik... Onun hiçbir çatlağı yok...."(Kâf/6)

B- Kur'an-ı Kerim manevi güzellikleri önemle vurgulamakta ve madde olmayan şeyler için "güzel" tabirini kullanmaktadır. Aşağıdaki ayetlerde "hüsn" (güzellik) sıfatı manevi ve yarı manevi konular için kullanılmıştır.

Âl-i İmran'ın 13, Ra'd'ın 29, Sâd'ın 25,40 ve 49. ayetlerinde "hüsn" kelimesi "güzel", "güzel bir yer", "iyi bir son" ve "iyi" anlamlarında kullanılmıştır.

Keza Bâkara suresinin 83. ayetinde de şöyle buyrulur: "... İnsanlarla güzellik ve iyilikle konuşun"

Öte yandan Mâide 12, Teğabun 17 ve Hadîd 11'de de "hüsn" kelimesi "güzel borç", "iyi borç" anlamıyla kullanılmıştır.

Nahl/67 ve 75, Hud/88 ve Hac/58'de de "iyi rızık", "güzel rızık" anlamında; Nahl/125'te ise "güzel nasihat" ve "iyi öğüt" anlamında geçer.

Ahzab/21 ve Mümtehine/4'te "iyi örnek", "güzel örnek" anlamında kullanılmıştır.

Yusuf suresinin 3. ayetinde de "kıssaların en güzeli" ve "iyi hikaye" şeklinde zikrolunur.

*

Aynı şekilde Kur'an-ı Kerim'de geçen bazı ayetlerde de insani fazilet ve hasletler için de "güzel" tabiri kullanılmıştır. İslam edabiyatında da "güzel yüze ve alımlı çehre"ye karşılık "güzel huy ve iyi hamur -yaratılış-" tabirleri sıkça geçer.

Yusuf Suresi'nin 18 ve 83. ayetlerinde Hz. Yusuf'un kanlı gömleği kendisine getirildiğinde Hz. Yakub'un şöyle dediği buyrulur: "Bu çirkin işi nefsiniz güzel gösterdi size... Ben bu felakete karşı güzel sabır gösteririm."

Aynı şekilde, Mısır'dan döndüklerinde diğer oğlunun da hırsızlık suçuyla yakalanıp köle edildiğini duyduğu zaman da Hz. Yakub'un (a.s) aynı cümleyi tekrarladığı buyrulur.

Hicr Suresi'nin 85. ayet-i kerimesinde "hüsn" kökü şöyle geçer: "Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri hak dışında -bir amaçla- yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat -kıyamet- yaklaşarak gelmektedir; öyleyse -ey elçimiz- sen o inkarcılara karşı iyi davran."

Ahzab Suresi'nin 28.ayetinde de şöyle buyrulur: "Ey peygamber! Eşlerine söyle ‘Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü çekiciliğini istiyorsanız gelin hepinizin boşanma bedelini vereyim ve sizi hoşlukla ve iyi bir şekilde salıvereyim’".

Yine Ahzab Suresi'nin 49. ayetinde şöyle geçer: "Ey iman edenler! Mümin kadınları nikahlayıp sonra onlara dokunmadan boşarsanız bu durumda (...) onları -mal mülkle- yararlandırın ve güzellikle salıverin."

Mearic Suresi'nin 5. ayetinde de "Şu halde ey peygamber, sen güzel bir sabır göstererek sabret" buyrulur.

Müzemmil Suresi 10. ayette ise güzel tabiri "Onların -kafirlerle saçma konuşanların- sözlerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir tarzda uzak dur" mazmunuyla geçer.

C- Maddi güzellikler insanoğlu için mutlak anlamda hayırlı ve iyi değildir. Bilakis; insanın bu güzelliklerden yararlanma tarzıdır önemli olan. İnsanoğlu bu dünyevi güzellik ve çekiciliklerden "insanca yaratılışının gereği olan maslahatlar ve hayırlar yolunda" faydalanırsa bu hayırlı bir ameldir ve sonucu da insan için iyidir; ama eğer dünyevi çekicilik ve güzellikleri manevi ve kalıcı güzelliklere tercih eder ve kötü amaçlarla kullanırsa bu güzellikler onun için "şerr" olur ve kötü sonuçlar doğururlar. Nitekim Kasas Suresi'nin 60. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulur: "Size verilen herşey yalnızca dünya hayatının metâı ve süsüdür, Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Yine de düşünüp akıllanmaz mısınız?"

Kehf Suresi'nin 46. ayet-i kerimesindeyse şöyle buyrulur: "Mal ve çocuklar dünya hayatının çekici süsüdür. Sürekli olan salih davranışlar ise Rabbinin katında sevap, mükafat ve umut etmek bakımından daha hayırlıdır."

Hadid Suresi'nin 20. ve Hûd Suresi'nin 15. ayet-i kerimesinde dünya ve dünyanın süslerinin ahiret alemi ve onun ebedî nimetlerine tercih edilmesi teessüfle kınanır. Bu ise elbette ki dünyevî güzellikleri mutlak anlamda ve tamamen reddetmek demek değildir. Kur'an'ın kınadığı şey ruhî yücelik, manevi haslet, insanî meleke ve mükemmelliklerden uzaklaşmaya neden olacak bir "dünyevî tutkunluk ve dünyanın çekiciliklerine kapılış"tır. Dünyanın yerilmesi; daha açık bir deyişle "yerilen" ve "övülen" dünya arasındaki sınırın tam ve dakik bir tayini meselesi tamamen inanca dayalı, akidevî, dinî ve ahlakî bir meseledir. Ana bahsimizden daha fazla kopmamak için bu meselenin detaylı izahına girmiyor ve Hadid Suresi'nin 20. ayet-i kerimesini aktarıyoruz:

"Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun -eğlence türü- tutkulu bir oyalanma, bir süs, kendi aranızda bir övünme, -süresi ve konusu- mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur. Bunun misali tıpkı bir yağmur örneği gibidir: Onun bitirdiği ekin -önce- kafirlerin hoşuna gider, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki, kesilmiş. Sonra o, çör-çöp oluvermiştir... Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve hoşnutluk da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metâdan başka birşey değildir."

Hûd Suresi'nin 15. ayet-i kerimesinde de şöyle buyrulur: "Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse onlara yapıp ettiklerini, onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe de uğratılmazlar."

D- Kur'an-ı Kerim maddi güzelliği de kısaca över ve onun da ilahi nimetlerden olduğunu buyurur:

"Ve hayvanları da yarattı, sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve siz onlardan yemektesiniz. Onları -otlaktan- akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır." (Nahl/5 ve 6.)

"Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri -yarattı- ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır."(Nahl/8)

"Denizi de sizin emrinize veren O'dur. Ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarmaktasınız..."(Nahl/14)

"Ey Ademoğulları! Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik -varettik- Takva ile kuşanıp donanmak ise, bu daha hayırlıdır, daha güzeldir. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler."(A'raf/26)

"Ey Ademoğulları! Her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. De ki, Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır? De ki, bunlar dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız." (A'raf/31-32)

E- ALLAH TEALA GÜZELDİR

Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde de Allah Teala kendisinin iyilik, kemal ve güzelliğinden sözeder:

"O Allah ki, yaratandır, en güzel bir biçimde kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir, en güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim'dir." (Haşr/25)

"İsimlerin en güzeli Allah'ındır..." (A'raf/180)

"... Sonunda en güzel isimler O'nundur" (İsrâ/110)

"... En güzel isimler O'nundur..." (Tâhâ/8).

"Allah'ın boyası... Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kim?..." (Bâkara/138).

Keza; rivayet, münacaat ve dua gibi diğer islamî metinlerde de Allah'ın güzelliğinden sıkca sözedilir. İşte birkaç örnek:

"Ey görkemli ve güzellik sahibi..."

"Ey yüceler yücesi, ey en alımlı, en güzel..."

"...Ey süsleyici..."

"Ey güzelliği görünür kılan..."

"Ey herşeyin yaradılışını güzelleştiren..."

"Kendisini güzellik ve çekiciliğe bürüyen O alımlı, münezzehtir..."

"Ya Rabbi! Güzellikte eşsiz bir parlayışı olan -ancak- Sen'sin!..."

"Ya Rabbi! Güzelliğini görmek isteyenleri bundan mahrum bırakma!"

"Ya Rabbi! İhsanını umarak sana geldim ve güzelliğini görebilmek için huzuruna vardım."

"Ya Rabbi! Güzelliğinin hakikatini idrak etmeye güç yetiremez oldu gönüller... Ve gözler, yüzünün görkemini göremeyecek kadar aşağıda ve aciz..."

"Allah'ım! Senin en güzel cemalinden diliyorum dileğimi ve senin bütün cemalin güzeldir elbet."[10]

"Allah Teala güzeldir ve güzelliği sever"

F- GERÇEK OLMAYAN NİSBÎ -GÖRECELİ- GÜZELLİKLER

Kur'an-ı Kerim'de geçen bazı ayetlerden gerçek olmayan nisbî birtakım güzelliklerin de bulunduğu ve gerçekte güzel ve hoş olmayan nice şeylerin, kimilerine güzel ve hoş göründüğü anlaşılmaktadır. Nitekim bazı ayetlerde şeytanın, kafirlerle bozguncuların yaptıklarını kendilerine güzelmiş gibi gösterdiği buyrulur:

"... Ve Şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici ve süslü gösterdi." (En'am/43)

"... O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermişti..." (Enfal/48)

"... Fakat şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü göstermiştir..." (Nahl/63)

"... Şeytan, yapmakta olduklarını süslemiştir onlara..." (Neml/24)

"... Kendi yaptıkları şeyleri şeytan onlara süsleyip çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu..." (Ankebut/38)

"... Biz onlara bir takım yakın kimseleri kabuk gibi üzerlerine kapattık; onlar da önlerinde ve arkalarında olanları (dünya işlerini ve ahireti inkar etmeyi) kendilerine süslü gösterdiler..." (Fussilet/25)

*

G- Bazı ayetlerde de Allah Teala amelleri güzel gösterenin kendisi olduğunu buyurmakta bir ayette sarih olarak şöyle demektedir:

"... Biz, her kavmin yaptığı şeyleri kendi nazarlarında süsledik, sonra da hepsinin dönüşü Allah'adır ve yaptıklarından elbette ki haberdar edeceğiz kendilerini."

"... Ahirette yaptıklarını kendi nazarlarında süslü gösteririz; tâ ki iyiden iyiye mağrurlaşıp yollarını yitirsinler..."

"... Ama Allah Teala -size lütufta bulundu da- imanı sevimli kıldı sizler için ve yüreklerinizde süsledi onu ve size küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi..." (Hucurat/7)

*

H- İSLAM AÇISINDAN SÜSLENME VE MAKYAJ

Öncelikle şunu belirtelim ki İslam'da lüks ve aşırı süslenme kesinlikle caiz değildir.

Güzelliğin yasaklandığı sınır, genelde insanî hasletlere aykırı, yakışıksız ve kepazece süslenme ve konfordur:

- Başkalarına karşı övünüp böbürlenebilme için süslenme.

- Fesad için süslenme.

- Kibir ve böbürlenme amacıyla süslenme.

- Haram malla süslenme.

- Caiz olmayan ölçüde -israf ve savurganlığa, lüks ve konfora kaçacak şekilde- süslenme.

Bunlara ilaveten; uhrevî güzellikler ve manevî hasenatlara karşılık dünyevi süsleri tercih etmek de yasak ve haramdır.

Ne var ki, bir de kişinin temiz ve muntazam bir görünümü olması; mümin insanlar ve halka karşı üstüne başına çeki düzen verip temiz ve tertipli olması var ki bu anlamda gayet olumlu, gerekli ve insanca bir tutumdur:

- Namaz ve ibadet için.

- Müslümanların toplantılarına katıldığında.

- Kadının eşi için süslenmesi.

- Allah'ın nimetine şükür yoluyla ve bu amaçla süslenme.

"Ey Ademoğulları! Biz, sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik. Takva ile kuşanıp donanmaksa daha hayırlıdır elbet. Bu, Allah'ın ayetlerindendir, umulur ki öğüt alıp düşünürler..." (A'raf/26)

"Ey Ademoğulları! Her mescid -ibadet sırasın-da ziynetlerinizi takın. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez ." (A'raf/31)

"De ki, Allah'ın kulları için çıkardığı zineti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır? De ki, bunlar dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise onlara daha halis ve zahmetsizi var... Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız." (A'raf/32)

Bu arada güzellik, temizlik ve tertipli olma hususunda Hz. Ali'nin (a.s) şu vecizelerini de hatırlatmakta fayda vardır:

"Yabancıların önünde nasıl giyiniyor ve onlara karşı güzel ve tertipli görünmek istiyorsanız, müslüman kardeşinizi görmeye gittiğinizde de öyle davranın."

Ve: "Allah Teala güzeldir ve güzelliği sever, verdiği nimetin izlerinin kullarında görünmesinden hoşlanır."

Ve İmam Rıza'nın (a.s) şu vecizesiyle "İslam'da güzellik" bahsimize son veriyoruz:

"Allah Tebarek ve Teala güzelliği ve güzel görünmeyi sever; sefil ve zavallı olma ve böyle görünmeyi ise sevmez. Allah Teala bir kuluna bir nimet verdiği zaman onun iz ve etkisinin görünmesini ister."[11]

  ---

[1]- Merhum Ýlahi Gomþei'nin "Hikmet-i Ýlahi" sinde, s.103. 
[2]- Hikmet-i ilâhi, merhum Ýlâhi Gomþeî, s.105. 
[3]- Mahaccet-ül Beyzâ -Ali Ekber Gaffari basýmý-, c.8, s.11-13. 
[4]- Buradaki terkiplerden amaç cisimler ve nesnelerdir; terkip ve cüzü olmayan manaviyet deðil. 
[5]-  s.142-143. 
[6]- Ahzâb/72. 
[7]- Bâkara/148. 
[8]- Rovzene-i be bað-i behiþt -Dr. Mazlumi, s.118.- 
[9]- Hüsn, Hasen... Bu terim genellikle iyilik, iyi iþ ve iyi anlamýnda geçer Kur'an'da. Ama birçok ayette de sarih ve net bir þekilde "güzellik" anlamýnda kullanýlmýþtýr. 
[10]- Bu mevzularýn bir kýsmý, biraz tercüme ve anlam deðiþikliði yapýlarak Üstad Muhammed Takiy Cafer'in "Güzellik ve Sanat" adlý eserinden alýnmýþtýr. 
[11]- Bkz. Bihar-ul Envar, Ezziyy-u vet Tecemmül bahsi.

CAFERİLİK

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)