• Nombre de visites :
  • 1056
  • 31/10/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Ehl-i Sünnet Alimlerinin İttifakıyla Velayet Ayeti Hz. Ali (a.s) Hakkında İnmiştir

peşaver geceleri:ehl-i sünnet alimlerinin ittifakıyla velayet ayeti hz. ali (a.s) hakkında inmiştir

ALTINCI OTURUM

Semavi kitapların en sağlam senedi olan Kur’an-ı Kerim’de bunun benzeri çok ayetler vardır. Örneğin: Mübarek Velayet ayetinde Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Sizin veliniz, ancak Allah, O’nun resulü, namazı dost doğru kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir.”‌[8]

Bu ayetin, Hz. Ali (a.s)’ın hakkında nazil olduğu, bütün müfessir ve muhaddisler tarafından kabul edilmiştir. Örneğin:

1- İmam Fahr-u Razi “Tefsiri Kebir”‌in c. 3, s. 431’inde,

2- İmam Ebu İshak Sa’lebi “Keşf’ul- Beyan”‌da,

3- Carullah Zemahşeri “Keşşaf”‌ın c.1, s. 422’sinde,

4- Taberi “Tefsir-i Taberi”‌ adlı kitabının c. 6, s. 186’sında,

5- Ebu’l- Hasan Rummani, kendi tefsirinde,

6- İbn-i Huvazin Nişaburi, kendi tefsirinde,

7- İbn-i Sa’dun Kurtubi “Tefsir-i Kurtubi”‌ adlı kitabının c. 6, s. 221’inde

8- Nesefi Hafız, Hazin Bağdadinin tefsirinin haşiyesinde yer alan tefsirinin 496. Sayfasında,

9- Fazıl Nişaburi “Garaib’ul- Kur’ân”‌ın c.1, s. 461’inde,

10- Ebu’l- Hasan Vahidi “Esbab’un- Nüzul”‌un148. sayfasında.

11- Hafız Ebubekir Cessas “Tefsir-u Ahkam’ul- Kur’ân”‌nın 542. sayfasında,

12- Hafız Ebubekir Şirazi “Fi ma nezele min’el-Kur’ân-i fi Emir’il- Mu’minin”‌de,

13- Ebu Yusuf Şeyh Abdusselam Kazvini “Tefsir-i Kebir”‌inde,

14- Kadı Beyzavi “Envar’ul- Tenzil”‌in c. 1, s. 345’inde,

15- Celaluddin Süyuti “Dürr’ül- Mensur”‌un c. 2, s. 293’ünde,

16- Kadı Şevkani es-San’ai “Feth’ul- Gadir”‌de,

17- Seyyid Mahmud Alusi “Tefsir-i Alusi”‌nin c. 2, s. 329’unda,

18- Hafız İbn-i Ebi Şeybe el-Kufi kendi tefsirinde,

19- Ebu’l- Berekat, kendi tefsirinin c.1, s. 496 ‘sında,

20- Hafız Beğevi “Mealim’ut- Tenzil”‌de,

21- İmam Ebu Abdurrahman Nesai kendi Sahihinde,

22- Muhammed bin Talha eş-Şafii “Metalib’us- Süul”‌un 31. sayfasında,

23- İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul Belağa Şerhi”‌nin c. 3, s. 275’inde,

24- Hazin Alauddin Bağdadi kendi tefsirinin c. 1, s. 496’sında,

25- Süleyman Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”‌nin 212. sayfasında,

26- Hafız Ebu Bekir Beyhaki “Masannef”‌da,

27- Razin Abderi “Cem’un Beyn’es- Sihah’is- Sitte”‌de,

28- İbn-i Asakir Dimaşki “Tarih-i Şam”‌da,

29- Sibt bin Cevzi “Tezkire”‌nin 9. sayfasında,

30- Kadı Uzududdin İyci “Mevakıf”‌ın 276. sayfasında,

31- Seyyid Şerif Curcani “Mevakıf’ın Şerhi”‌nde,

32- İbn-i Sabbağ Maliki “Fusul’ul- Mühimme”‌nin 123. sayfasında,

33- Hafız Ebu Sa’d es-Sem’ani “Fezail’us- Sahabe”‌de,

34- Ebu Cafer İskafi “Nakz’ul- Osmaniyye”‌de,

35- Taberani “Evsed”‌de,

36- Şafii fakihi olan İbn-i Meğazili “Menakıb”‌da,

37- Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut Talib”‌de,

38- Mevla Ali Kuşçu “Şerh-i Tecrid”‌de,

39- Seyyid Muhammed Mumin Şeblenci “Nur’ul Ebsar”‌ın 77. sayfasında,

40- Muhibbuddin Taberi “Riyaz’un- Nezre”‌nin c. 2, s. 227’sinde, mezkur ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu tasdik etmişlerdir.

Velhasıl sizin büyük alim, müfessir ve muhaddislerinizin çoğu, Sudey, Mücahid, Hasan Basri, A’maş, Utbe bin Ebi Hekim, Galip bin Abdullah, Kays bin Rabia, İbayet bin Rab’i, Abdullah bin Abbas (Ümmetin alimi ve Kur’ân’nın tercümanı), Ebuzer-i Gifari, Cabir bin Abdullah Ensari, Ammar, Ebu Rafi, Abdullah bin Selam ve diğerlerinden naklen velayet ayetinin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu teyit ve tasdik etmişlerdir.

Bu şahısların her biri çeşitli lafız ve tabirlerle; “Hz. Ali, namazda rüku halindeyken yüzüğünü fakire sadaka verdiğinde bu ayet (Velayet ayeti) nazil oldu.”‌ demişlerdir.

Ayetin cem (çoğul) lafzıyla zikredilmesi de, O Hazretin velayet, imamet ve hilafet makamını tazim ve tekrim etmekten ötürüdür. Zira Allah Teala sınırlandırma kelimesi olan (innema) ile başlayarak şöyle buyuruyor:

“İnnema veliyyukumullahu ve resuluhu vellezine amenu; ellezine yukimun’es- salate ve yu’tun’ez- Zekate ve hum rakkiun.”‌

“Sizin veliniz, ancak ve ancak Allah, O’nun resulü, namazı dost doğru kılan ve rükû halinde zekât veren miminler (yani Ali bin Ebi Talib)’dir.”‌

Şeyh: Konu sizin buyurduğunuz gibi pek de sağlam değildir. Bu ayetin nüzul sebebi ihtilaflıdır. Bazıları, Ensar hakkında, bazıları Ubade bin Samit, bazıları da Abdullah bin Selam hakkında nazil olduğunu söylüyorlar.

Davetçi: Sizin gibi bilgin beylerin, (Şia alimlerinin tevatürüne ilâveten) bunca büyük alim ve müfessirlerinizin, mezkur ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında olmasına dair belirttikleri görüş ve akideler karşısında bazı meçhul, zayıf ve mutaassıp kimselerin merdut sözlerine temessük etmeleri gerçekten de tuhaftır. Oysa sizin bir grup muhakkik ve araştırmacı alimleriniz, bu manaya ittifak iddiası etmişlerdir. Örneğin: Fazıl Taftazani, Mevla Ali Kuşçu (Şerh-i Tecrid’de) şöyle diyorlar:

“Müfessirlerin ittifakına göre bu ayet, Hz. Ali namazda rüku halindeyken yüzüğünü fakire verdiği zaman O’nun hakkında nazil olmuştur.”‌

Acaba insaflı bir alimin aklı, Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinin görüşlerini dikkatte almayarak bir grup mutaassıp, hatta Havariç ve Nasibilerden kalan bir avuç düşmanların saçma-sapan manasız sözlerine itimat etmesine müsaade eder mi?

Velayet Ayeti Hakkındaki Şüpheler ve Cevapları

Şeyh: Alicenabınız beyanlarında, ustaca bu ayeti naklederek Ali’nin (k.v) aralıksız hilafet ve imametini ispatlamaya çalıştınız. Halbuki bu ayetteki “veli”‌ sözcüğü, muhip ve dost manasınadır; imam ve aralıksız halife manasına değil.

Eğer sizin buyurmuş olduğunuz söz, (ki veli’den maksat halife ve imamdır) doğru olsa bile, “el-ibretu bi-umum’il- lafz, la bi-husus’is- sebeb”‌ (Lafzın umum manası dikkate alınır, sebebin özel olması değil) kuralı gereğince, “veli”‌ sadece bir kişiye değil, Ali (k.v) de onlardan olmak üzere diğer kimseleri de kapsar. Ayrıca “Veliyyukumullah”‌ ve “Elleziyne”‌ kelimelerindeki çoğul kipi, umumu ifade etmektedir; delilsiz olarak çoğulu tekile yüklemek ve cevaz olmaksızın Allah’ın (c.c) kelamını tevil etmek doğru değildir.

Davetçi: Birinci olarak; “Veliyyukum”‌ kelimesinde yanlış buyuruyorsunuz. Zira “veli”‌ kelimesi tekildir; “kum”‌ çoğuldur; kum’dan (sizden) maksat ise ümmettir; bu, tekile ıtlak olmamış ki tenkit ediyorsunuz! Ama “veli”‌, her dönemde ümmete velayeti olan tekil bir ferttir.

İkinci olarak; bazı mutaassıp, Havariç ve Nasibilerin saldırısına uğrayan ve tekile yüklenilmez denilen kelimeler; “Ellezine”‌, “yukimune”‌ ve “yu’tune”‌ kelimeleridir.

Bu tenkitin cevabını da, az önce arz ettim. Dedim ki: İlim ehli ve edebiyatçılar yanında, tekrim ve tazim için çoğulun tekile hamledilmesi yaygındır.

Bu beyana ilâveten, sizin, lafzın umumu ifade ettiğini iddia ettiğiniz gibi biz de bu ayeti, hasr kelimesi olan “innema”‌ sözcüğü gereğice, Hz. Ali (a.s)’ın şanında nazil olduğu kanısında olmamıza rağmen ihtisas iddiası etmiyoruz; ismet ailesinden olan diğer fertleri de bu ayetin kapsamında biliyoruz.[9] Nitekim bizim muteber hadis ve rivayetlerde yer aldığına göre, itret’it- tahireden olan diğer masum İmamlar da bu ayetin kapsamı içerisindeler. Her İmam, imamet makamına ulaşacağı sırada, bu fazilet ve büyük özelliğe sahip oluyorlar. (Bunlar sizin de iddia ettiğiniz gibi Hz. Ali (a.s) ile birlikte bu ayetin şamil olduğu kimselerdir.)

Nitekim Carullah Zemahşeri Keşşaf’da diyor ki: “Gerçi bu ayet-i şerife (hasrdır) ve Hz. Ali hakkında nazil olmuştur; ama çoğul olarak zikredilmesinin sebebi, başkalarının O’na tabi olması içindir.”‌

Üçüncü olarak; avam halkı yanıltmanız için büyük bir safsata yaparak; “Şialar bu ayeti te’vil edip Ali’ye (a.s) muhtas kılmışlardır”‌ dediniz.

Halbuki bu ayet, her iki fırkanın (Şia ve Ehl-i Sünnet) bütün müffessir ve muhaddislerinin ittifakına göre, (azınlık ve inatçılar hariç) az önce de zikr olunduğu gibi Hz. Ali (a.s) hakkında inmiştir; şiaların teviliyle bu makam O Hazrete nispet edilmiş değildir.

Şeyh: Kesinlikle bu ayetteki “veli”‌ sözcüğü yardımcı manasınadır. Eğer hilafet ve imamet makamı olan tasarruf sahibi (velayet) manasına olursa, Resulullah (s.a.a) hayatında da bu makama sahip olmuş olması gerekir; oysa böyle bir sözün batıllığı apaçıktır.

Davetçi: Bu inancın batıl olması için, elinizde herhangi bir delil olmamasının yanı sıra, ayetin zahiri, cümle-i ismiyye olması itibarı ve “veli”‌ sözcüğünün de sıfat-ı müşebbihe olması delaletiyle, bu makamın devam ve sürekliliğini Hz. Ali için ispat etmektedir. Bu iki özellik, bu büyük makamın sebat ve sürekliliğini ve Resulullah (s.a.a)’in O Hazreti Tebuk savaşında Medine’de halife tayin ettiğini ve vefat anına kadar da O’nu azletmediğini göstermektedir.

Ayrıca bunu pekiştiren diğer bir hadis de “Menzilet”‌ hadisidir. Resulullah (s.a.a) defalarca şöyle buyurmuştur: “Ali’nin menzileti (konumu) bana nispetle, Harun’un Musa’ya olan menzileti gibidir.”‌ (Nitekim geçen gecelerde, bunu genişçe izah ettik.) Bunun kendisi de tek başına, Hz. Ali’nin, Resulullah’ın sağlığında ve O’nun vefatından sonra velayet sahibi olmasına büyük bir delildir.

Şeyh: Zannediyorum biraz dikkatli düşünecek olursanız, bu ayetin (İnnema veliyyukumullah...) Ali (k.v) hakkında inmediğini söylersek daha uygun olur. Çünkü O Hazretin makamı, bu ayet ile O’na bir fazilet ispat etmemizden daha yücedir. Zira bu ayet, bir fazilet ispat etmemekle birlikte, O’nun faziletlerini de lekelemektedir.

Davetçi: Birinci olarak; ne sen, ne ben, ne de ümmetten herhangi bir şahıs, hatta büyük bir sahabe, ayetlerin şe’n-i nüzuluna dehalet edecek bir hakkımız yoktur; ayetlerin nüzul sebepleri gönül isteğine göre değildir. Ayetlerin mana ve nüzulunda, kendi isteklerine göre tasarrufta bulunanlar, kesinlikle dinsiz kimselerdir. Nitekim Bekriler, durumu belli cail (hadis uyduran) İkrime’den, bu ayetin Ebu Bekir hakkında nazil olduğunu söyleyerek tasarrufta bulunmuşlardır.

İkinci olarak; Alicenabınız her zaman nutka başladığınızda (konuştuğunuzda), gerçekten remiz ve sırlar keşfediyorsunuz!! Çünkü ilk kez sizden böyle bir şey duyuyorum; el-hak fikriniz çok yüce ve güzel bir keşif yaptınız!! Buyurursanız çok iyi olur; acaba bu ayet hangi açıdan, muvahhidlerin mevlası, müminlerin emiri Hz. Ali (a.s)’ın velayet makamını lekeliyor?

Şeyh: Mevlamız Ali’nin (k.v) yüce makamlarından birisi şudur ki, namaz halinde Allah’a öyle teveccüh ederdi ki, kesinlikle bir kimseyi görmezdi. Hatta bizim yanımızda sabittir ki, savaşların birinde Hazretin bedenine bir kaç tane ok saplanmış ve bunların çıkarılması O’nu çok incitiyormuş. Bundan dolayı Hazret namaza durduğunda okları O’nun bedeninden çıkarıyorlar. Huzu ve huşusundan, Hak Teala’nın rahmetinde gark olduğundan, okların acısını bile hissetmiyor. Eğer O Hazretin namaz halinde yüzüğünü fakire vermesi olayı doğru olursa, O cenabın namazına büyük bir leke vurmuş olursunuz. Normalinde her insanın tabii olarak hissedeceği acıyı, huşu ve huzusundan dolayı hissetmeyen bir kimse, nasıl olur da fakirin inlemesini hissederek rüku halinde yüzüğünü ona veriyor?

Üstelik, zekat verme gibi hayır bir amel, niyeti gerektirir. Namaz halinde, tüm vücuduyla Hak Teala’ya teveccüh etmesi gerekirken, nasıl olur da namaz niyetinden çıkıp halka teveccüh ediyor? Biz O Hazretin makamını daha yüce bildiğimizden bunu tasdik edemeyiz. Eğer fakire sadaka verilmişse, kesinlikle namaz halinde değilmiş; çünkü rüku, huzu ve huşu anlamınadır; yani O cenap huzu ve huşu ile yüzüğünü dilenciye verdi, namaz halinde değil.

Davetçi: Azizim! Duayı güzel öğrenmişsin; ama yerini yitirmişsin. Sizin bu tenkitiniz, örümcek yuvasından daha zayıftır.

Birinci olarak; bu amel, O Hazretin makamına herhangi bir eksiklik getirmediği gibi fakirin kalbini ferahlatması ve onu sevindirmesi, O’nun makamının yücelmesi ve kemaline sebep olmuştur. Zira O hazret, sürekli olarak her halükarda Allah’ı hatırlamış ve her zaman olduğu gibi Allah’ın rızasını ön plana geçirmiştir. Bu amelinde de, Allah yolunda mal infak etmek ibadetiyle, hem bedeni, hem de ruhi ibadeti bir araya toplamıştır.

Aziz kardeşim! Namazın huşusuna zarar veren ve ibadetin sevabının azalmasına sebep olan ilgi, nefsi ve dünyevi şeylere gösterilen ilgidir. Ama bir ibadette, ayrı bir ibadet olan hayır bir amele teveccüh etmek, kemale sebep olur.

Mesela eğer bir kimse namazda aziz bildiği birine, hatta Allah’ın (c.c) en sevgili kulları olan Resulullah (s.a.a)’in ailesi ve Ehl-i Beyti’ne ağlarsa, namazı batıl olur. Ama Allah’a (c.c) olan aşkından veya O’nun korkusundan dolayı ağlarsa, kemal ve fazilete sebep olur.

İkinci olarak; buyurduğunuz ki rüku, huşu manasınadır. Bu söz belirli bir yerde doğru olabilir. Ama eğer siz, belirli farz bir fiil olan namazın rükusuna olan emri, Lügattaki huşu-huzu manasına tutarsanız, akıl sahipleri, din ve ilim ehli yanında oyuncak olursunuz.

Bu ayet-i kerimede de zahirin hilafına görüş belirttiniz. Kesinlikle lafzı (rükuu), asıl hakiki ve örfi olan manasından çıkardınız. Biliyorsunuz ki rüku, şeriat örfünde namazın erkanlarından olan bir rükne ıtlak oluyor. O da, eller dize yetişecek kadar eğilmedir.

Bu manayı (Hz. Ali’nin, namazın rükusunda yüzük vermesini) kendi büyük alimleriniz tastık etmiştir. Nitekim daha önce arz ettim. Fazıl Kuşçu “Şerh-i Tecrid”‌de müfessirlerin görüşlerini açıklayarak şöyle diyor: “Hz. Ali namazda rüku halinde olduğu bir halde yüzüğünü fakire verdi.”‌

Bütün bu sözler bir tarafa; şimdi buyurun bakalım; hasr (innema) kelimesi ile nazil olan bu ayet (velayet ayeti), övgü için mi nazil olmuş, yoksa yerme için mi?

Şeyh: Övgü için nazil olduğu apaçıktır.

Davetçi: Öyleyse her iki fırkanın (Şia ve Sünni) büyük müfessir, muhaddis ve araştırmacılarının çoğu, bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu ve O Hazreti övdüğünü belirttikten sonra, artık böyle tartışmalara gerek kalmaz. Çünkü Havariç ve Nasibilerden mutaassıp kimseler, bu çeşit sözlere sarılmaktalar. Çocukluktan sizin gibi tertemiz insanların beynine, “biz bu olayı kabul etmiyoruz”‌ sözünü yerleştirmişlerdir. İşte bundan dolayı siz de böyle resmi bir mecliste düşünmeksizin tam bir cesaretle; “Biz bu olayı tasdik etmiyoruz”‌ diyorsunuz.

Şeyh: Affedersiniz, zat-ı aliniz hatip, minberi, nutuk ve beyanda usta olduğunuzdan dolayı, bazen kelimeler ve buyruklarınızda bir takım kinayeler kullanıyorsunuz ki, bazı bilgisiz insanların yanlış anlamalarına sebep olabilir ve iyi bir sonuç vermeyebilir. Buna göre konuşmalarınızda buna riayet ediniz.

Davetçi: Benim konuşmalarımda gerçeklerin dışında bir şey yoktur. Allah şahittir ki, kinayeyle bir şey söyleyecek kastım yoktu. Kinayeli konuşmaya gerek de yoktur. Çünkü istediğim şeyi açıkça söylüyorum. Yanlış buyurmuş olabilirsiniz veya kusur bulmak için böyle düşünmüşsünüzdür. Lütfen o kinayenin ne olduğunu buyurunuz.

Şeyh: Şimdiki sohbetinizde “Muhammed resulullah”‌ ayetindeki sıfatları beyan ederken buyurdunuz ki bunlar, ömrünün evvelinden sonuna kadar imanında şüphe ve tereddüt olmayan Ali bin Ebi Talib’e (k.v) mahsus olan bir takım sıfatlardır. Bu cümle, kinaye yoluyla diğer kimselerin imanlarında şüphe ve tereddüt olduğunu vurguluyor. Hulefa-i Raşidin ve diğer sahabelerin, kendi imanlarında şek ve şüpheleri mi vardı? Kesinlikle bütün sahabe, Ali (k.v) gibi iman ettikleri ilk günden ömürlerinin sonuna kadar inançlarında sabit kalmış ve bir an olsun bile Resulullah (s.a.a)’ten, saparak uzaklaşmamışlardır.

Davetçi: Birinci olarak; arz edeyim ki ben sizin buyurduğunuz gibi konuşmadım. İkinci olarak; biliyorsunuz bir şeyi ispat etmek, başka bir şeyi nefyetmek manasına değildir. Üçüncü olarak; siz (gerçekleri öğrenmek yerine) sadece kusur bulmak peşinde olabilirsiniz, ama diğer kimseler böyle olmayabilir. Siz kesinlikle bu beyanınızda (özür dileyerek söylüyorum) mugalata yaptınız. Allah şahittir ki, sizin zannettiğiniz gibi kinayeli konuşmayı aklımdan bile geçirmedim. Faraza ki (mugalata yapmak ve şüphe icat etmek kastınız da olmasaydı) böyle bir şey düşünmüş olsaydınız da, bunu yavaşça benden sormanız daha iyi olurdu; ben de olumlu veya olumsuz bir cevap arz ederdim.

Şeyh: Sizin konuşma tarzından anlaşıldığına göre bir şeyler vardır. Elbette cevap vermemenin kendisi bir takım hayaller üretmektedir. Aklınızda ve zihninizde olanları gerçek senetler ile beyan etmenizi temenni ederim.

Davetçi: Bu soruyu sormakla, hayallerin üretilmesine siz sebep oldunuz. Yine de arz ediyorum, bundan vazgeçmeniz iyi olur; ısrar etmeyin.

Şeyh: Eğer ahlaksızlık yapıldıysa artık geçti; cevap vermekten başka çareniz yoktur. Eğer olumlu veya olumsuz cevap vermezseniz, kesinlikle rahatsızlığa sebep olacaktır; bunun iyi bir sonuç vereceğini zannediyorum.

Davetçi: Benden taraf asla edepsizlik olmaz; sizin ısrar veya başka bir tabirle tehditleriniz, hakikatlerin keşf olunmasına sebep oldu. Elbette bu hakikatler baştan beri sizin büyük alimleriniz tarafından keşf olunmuştur ki, kendi kitaplarında kaydetmişlerdir.

Ama şek ve şüphe konusuna gelince; tesadüfen imanları kemal derecesine ermeyen ashabın çoğu, bazen şek ve şüpheye kapılıyorlardı. Münteha onlardan bazıları şek ve şüphe içerisinde kalıyorlardı. Bundan dolayı bazı ayetler onların zemminde nazil oluyordu. Münafikun suresi onların hakkında nazil olmuştur.

Ama böyle soruların aleni olması ahlaki yönden doğru değildir. Zira cahil insanlar, cahilce aşırı sevgi veya buğzlarından dolayı itiraz edebilirler. Yine de temenni ediyorum ki, bu sorudan vazgeçin veya müsaade edin başka bir zaman kendi aramızda cevabını arz edeyim.

Şeyh: Yani demek istiyorsunuz ki Hulefa-i Raşidin (radiyallah-u anhum) şüphe edenlerden miydi?

Davetçi: Gerçekten mugalata yapıyorsunuz, asapları tahrik ediyorsunuz. Madem ki bu kadar ısrar ediyorsunuz, ben de sizi cevapsız bırakmayayım; eğer avamın içerisinde herhangi bir tepki yaratırsa, sorumlusu cenabınızdır. Benim; “Yanılıyorsunuz veya kasıtlı olarak böyle konuşuyorsunuz”‌ dememin sebebi, kendi büyük alimlerinizin naklettikleri ve tarihte geçtiğinden dolayıdır.

Şeyh: Hangi konuda yazmışlar, onların şüphesi nerede imiş ve şüphe eden şahıslar kimlerdir? Lütfen beyan ediniz.

Davetçi: Tarih ve hadis kitaplarından anlaşıldığına göre, bazı şahıslar bir kez değil, belki bir kaç defa şüphe etmişler; ama hakikat zahir olunca şüpheleri yok olmuştur. Ancak bazıları öylece şüphe içerisinde kalmış ve Allah’ın gazabına uğramışlardır.


[8] - Mâide/55.

[9] - Yani bu ayet, sadece Hz. Ali (a.s) değil diğer Ehl-i Beyt İmamalarının velayetini de ispatlamaktadır.

PEŞAVER GECELERİ:Ali Bin Ebi Talip’ten Şefkat ve Merhamet İzleri

PEŞAVER GECELERİ:Osman’ın Resulullah’ın Ashabına Darbe Vurması

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)