• Nombre de visites :
  • 1141
  • 1/12/2012
  • Date :

Masumların Velayeti, Velayet-i Fakih-1

masumların velayeti, velayet-i fakih

Şimdiye kadar söylenilenlerden de anlaşıldığı üzere İslami kültürde toplum için bir yöneticinin varlığının zaruretine teveccühen insan varlığının tüm egemenliğini elinde bulunduran Allah-u Teala dışında hiç kimse kendiliğinden bu hakka sahip değildir. Bu da insanın Allah’ın emir ve yasaklarına uymasını gerektirmektedir.[1] Bu esas üzere Allah bizi özel bir şahıs ve gruba itaat etmeye davet ederse, elbette biz de itaat ederiz. Eğer yönetici için bir takım şartlar ortaya koyar, bu şahsın tayinini ve bu şartlara sahip olanlar arasında seçmeyi bizim sorumluluğumuza bırakırsa yine onun emrine itaat ederiz.

Müslümanlar eskiden günümüze sürekli olarak Allah-u Teala’nın İslam ümmetinin yöneticiliğini Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şahsına ve sonra da Ehl-i Beyt mektebinin takipçilerinin inandığı üzere bu işi Masum İmamlar’a (a.s) intikal ettirdiğine inanmışlardır. Bu konuyu kitap, sünnet, akıl ve icma diye bilinen dört delil vesilesiyle de ispat etmek mümkündür. Şii alimlerin bu konudaki icması, sözlerine müracaat bile etmeden o kadar açıktır ki diğer mezhep alimleri bile bu konuda hiç bir şüpheye düşmemişlerdir. Genel olarak Şia mezhebinin temel ilkelerinden olan imamet ilkesinin en öneli özelliği, bu işi kendi döneminde bizzat üstlenen Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra İslam ümmetinin idareciliğinin Ehl-i Beyt’e bırakıldığı konusudur. Bu yüzden Şia değerli İslam Peygamberini, nübüvvet ve risalet makamının yanı sıra, imamet[2] makamına da sahip olduğuna inanmaktadır. Nübüvvet makamı tekvin (yaratışsal) ve teşri (yasama) alemindeki ilahi sırlardan haberdar olma makamıdır. Risalet makamı ise bildiklerini insanlara ulaştırmak ve onları hidayete eriştirmekle görevli olan peygamber  için söz konusudur. İmamet makamı ise toplumu idare etmek ve yönetmek makamıdır.

Akli delil hususunda bazıları “lütuf”‌ kaidesine sarılmış ve bu delili peygamberin bizzat kendisinin veya masum imamın toplumun yöneticisi olduğu hususunu ispat etmekte yeterli saymışlardır. Alimlerden bir grubu ise bu delili yeterli görmemiş ve “hikmet”‌ deliline sarılmışlardır.[3]

Hikmet delilini kısaca şöyle izah etmek mümkündür: Akıl Allah-u Teala’yı, maddi olmayan alemi ve insan için ahireti ispat ettikten sonra bu dünyada insandan vücuda gelen her şeyin uhrevi hayatı üzerinde kalıcı etkiler yapabileceği sonucuna varmaktadır. Akıl kendisini bu etkileri keşfetmek ve etki alanlarını birbirinden ayırt etmek hususunda aciz görmektedir. Bu yüzden bu alemi ve ademoğlunu yaratan ilahi hikmet bir şekilde insanlara saadete yolunu göstermeyi ve onlara bir takım elçiler göndermeyi gerektirmektedir. Öte yandan insanları hidayet etmekten ibaret olan elçilerin gönderiliş hedefini temin etmek için bu peygamberler masum, vahiy algılamada her türlü hatadan münezzeh olmalıdır. İlahi emirleri algılama ve insanlara ulaştırma hususunda her türlü günahtan münezzeh olmalıdır. Daha sonra akıl ismet meselesini tahlil ederek vahyi algılama ve ulaştırmadaki ismetin bütün alanlarda, hata ve isyan hususunda bile geçerli olması gerektiği sonucuna varmaktadır.[4] O halde peygamber bütün işlerde masum olmalıdır. Ardından akıl da ilahi hikmet gereği toplumun idaresi masum olan bir şahsa verilmesine hükmetmektedir. O halde bizzat peygamberin kendisi din adına toplumun idarecisi olarak algılanmaktadır. O halde eğer akıl imamet makamına teveccüh eder ve imamı nebevi ve ilahi mesajın müfessir olarak görürse benzeri bir metotla aynı neticeye ulaşır. [5] O halde akıl peygamber ve imam için ismet sahibi olması gerektiğini ispat ettikten sonra ilahi hikmet gereği toplumun idaresinin onlara verilmesine hükmetmekte ve bu yolla toplumu idare anlamında olan velayet makamını da ispat etmiş olmaktadır.


[1] Bak. Cevadi Amuli, Velayet-i Fakih (Rehberi der İslam) s. 29

[2] Burada imametten maksat İslam ümmetinin önderlik ve yöneticiliğidir. Masum imamlar (a.s) hakkında kullanılan imamet kavramı ise nübüvvet makamına benzeyen ilahi ilimden nasibi olmaktır. Bazıları hataya düşerek imametin anlamını bu ikinci anlama özgü kılmışlardır. (bak. Mehdi Hairi Yezdi, Hikmet ve Hukumet, s. 171)

[3] Araştırma ve inceleme yapmaksızın tek akli delilin “lütuf”‌ kaidesi olduğunu kabul eden ve yıllar önce yapılan itirazlara –Fahr-u Razi’nin yaptığı itiraz gibi- dikkat etmeyen bir grubun iddialarının tam tersi bir durum söz konusudur. Onlar kendilerinin bu kaideyi ilk eleştiren kimse olduklarını sanmışlar ve bunu reddederek akli istidlal  kapısını kapatmışlardır. (bak. Mehdi Hairi  Yezdi, Hikmet ve Hükümet, s. 73-176)

[4] Bu konuda yeterli bilgi edinmek için çok yakında yayınlanacak olan yazarın Meban-i Kelami-i İçtihad kitabının ikinci cildine müracaat edilmelidir.

[5] Bu konunun izahı da Meban-i Kelami-i İçtihad kitabında genişçe yer almıştır.

İslamî İnançlarda Velayet-i Fakih’in Yeri

Gadir-i Hum Aynasına Yansıyan Velayet-1

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)