• Nombre de visites :
  • 3517
  • 20/4/2008
  • Date :

İslâm Fıkhı’nda Adl

?slâm f?kh?’nda adl

    Adl sorunu İslâm Dünyası’nda sadece Kelâm İlmi’nde ve mütekellimler arasında ortaya atılan bir sorun değildir. Başka bir alanda da ele alınmaktadır. Bu alan İslâm Fıkhı’dır.

    İslâm toplumu, oluşumunun başlangıcından itibaren Kitap ve Sünnet ekseni yöresinde kurulmuştur. Bu toplum tüm kurallarını, ister ibadet, ister ticaret, ister medenî hukuk, ister ceza hukuku kuralları, ister siyasî kurallar olsun, ilâhî vahiy kaynağından araştırmakta ve istemekte idi. Kur’ân-ı Kerim’de bir konunun hükmü açıkça belirtilmiş idiyse veya kesin bir sünnet var idiyse, yahut ortaya çıkan sorunda doğrudan doğruya Resul-i Ekrem (s.a.a) veya Masum İmamlar’a (bu sadece Şia mezhebi için söz konusudur) ulaşabiliyor idiyse, nasıl davranılacağını belirlemek kolaydı. Buna karşılık, açık bir ayet veya kesin bir sünnet yok idiyse, bir masum kişiye de ulaşılıp sorulamıyor idiyse, içtihat ve istinbat çıkarılması gerekiyordu.

   İçtihadın ne zamandan itibaren başladığı ve Ehl-i Sünnet ile Şia arasında içtihad kurumunun ne gibi değişim veya gelişim süreci izlediği, oldukça geniş boyutları olan bir konudur ki, burada bu konuya girmeyeceğiz. Şüphe yoktur ki Resul-i Ekrem (s.a.a) zamanından veya hiç değilse Resul-i Ekrem’in (s.a.a) vefatını izleyen olaylardan itibaren içtihad faaliyeti de başlamıştır. Başlangıçtan itibaren içtihadın olması ve yapılması gerektiği gibi yapılıp yapılmadığı konusu ise ayrı bir konudur ve biz başka bir yerde bu konuyu ele almış bulunmaktayız.[1]

   İslâm fıkhı da diğer ilimler gibi hızlı bir gelişme süreci gösterdi ve tabiatıyla fıkıh içinde de farklı yöntemler meydana geldi. Ehl-i Sünnet’te, “Ehl-i Hadis’in yöntemi” ve “rey ve kıyas yöntemi” olmak üzere iki yöntem oluştu. Ehl-i Hadis’in yöntemi daha çok Medine fakihleri arasında söz konusu oluyordu. Rey ve kıyas yöntemine ise daha çok Irak fakihleri baş vuruyordu.

   Ehl-i Hadis bir hâdise ile karşılaştıklarında, önce Kur’ân-ı Kerim’e başvuruyorlar, Kur’ân-ı Kerim’de bir çözüm bulamadıklarında Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hadisine gidiyorlardı. Hadisler bu konuda farklı idiyse, hadisleri rivayet edenlere bakarak, hadisler arasında bir tercih yapıyorlardı. Bu yol ile de bir sonuca varılamıyorsa, sahabenin fetvasına başvuruyorlardı. Bu yoldan da bir şey elde edemedikleri takdirde, naslardaki işaretlerden bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlardı. Rey ve kıyasa başvurmaları az görülen bir husus idi.

   Kıyas ehlinin yöntemi ise bundan farklı idi. Onlar Kur’ân-ı Kerimde ve kat’î sünnet’te bir şey bulamadıklarında, rivayet edilen muhtelif hadislere fazla güven duymuyorlardı. Bunların birçoğunun uydurma veya tahrif edilmiş olduğu kanaatinde idiler. Onlar inanıyorlardı ki; fakih olan bir kimse, İslâm’ın kesin hükümlerini kavrayabilmiş ise, İslâm kanunlarının ruhuna aşina olmuşlar demektir ve benzerlerden yola çıkarak, ortaya çıkan sorunun hükmünü keşfedebilir.

   Rey ve kıyas ehli olanlar, “adalet” ve “maslahat”ın fakih için iyi bir yol gösterici olabileceği kanaatinde idiler. Bu sebeple bir fakih, “adaletin gereği” olanı ve maslahatın gerektirdiğini düşünmeyi, aramayı kendi görevi biliyordu. “İstihsan” ve “Istıslah”  gibi terimler bu düşünceden doğdular.

-------------------------------------------------

[1] - Bin üç yüz kırk hicrî yılında Kum’da yayınlanan yıllık “Mekteb-i Teşeyyu” dergisinde “İslâm’da İçtihat Konusu” adlı bir makalem yayınlandı. Makalede özetle içtihadın süreci ve tarihi ele alınmıştır. Dileyenler, o makaleye müracaat edebilirler.

 

 

Adl ve Hikmet

Adaletin Değeri

ADALETİN ÖNEMİ

Allah Teala'nın Adaletini İspatlayan Deliller

Adalet Nedir?

ADALET KAVRAMI VE KARŞIT GÖRÜŞLER

ADL HAKKINDAKi İNANCIMIZ

ADALET

 

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)