• Nombre de visites :
  • 2087
  • 23/2/2009
  • Date :

Ah zaman, hakikatin perdesi

zaman

                      Yazı yazmak, konuşmak insan olma sanatıdır. Oysa beynimde kelimeler, vurgun yemiş balıklar gibi yatıyor ve bir türlü oltaya (dile) gelip takılmıyor. Fakat yazıyı yaşam, yaşamı yazı belleyenlerin, söylemekten ve yazmaktan başka tercihleri var mıdır?

          Kur’an kelâm’dır (söz) ve kıyamete kadar diridir. Bu, şunu da gösteriyor ki, söz, insan var oldukça etkin olacaktır. İlk defa söz vardı, son demde de söz olacaktır ve hayat, iki söz arasında sürüp gidecektir. Öyleyse dünya meydanında söz padişahtır. Biz de sözü, sözle açalım:

          Haydi gönlüm uyan, ufuktan aklın güneşi doğmak üzredir. Haydi gönlüm süslen, seni aklımla evlendirmek ve söz sarayına, sizden doğacak çocuğu padişah yapmak istiyorum. Ey gönlüm, aklıma kucak aç, ey aklım gönlüme tebessümler sun. Çocuk babanın sırrı, annenin aşkıdır. Sırrını ve aşkını kuşanmış çocuk beklemektedir yeryüzü. Yeryüzü, bugünkü kadar sırdan ve aşktan uzak olmuş mudur acaba? Yansın aşk ateşi, toprak kaynasın, okyanuslar buharlaşsın ki, sır buhar buhar atmosferi tutsun.

        Gül bahçesine girip gülleri koklamak istiyorum, bülbüller kartallaşıyor! Cânanı uğruna canını ortaya koymayacak aşık mı vardır? Bülbülün sesinin güzelliği, gülün rengindendir. Sana sesim güzel gelmiyorsa, ya sen gül değilsin, ya ben bülbül değilim.

Bütün şiirler, ayrılık vaktinin çocuklarıdır. Şiir, gönlün İsa’sıdır; çünkü babasız doğmuştur. Ben, akıldan gebe kalmış gönlün doğuracağı Muhammedî kelâmı arıyorum. Şiir de benim, İsa gibi; ama ben Muhammed ümmetiyim, içimde kaybettiğim Muhammedimi arıyorum.

           Sevgiliye koşarken kelimeler mısra olurlar, kitap olurlar. Bir kitap, sevgilinin ayak izlerini içinde taşımıyorsa, o karanlık bir orman ya da bir çöl gibidir. Mısralarında ruhlar inlemeyen şiirler yol vurucudur.

            Yağmurun sesini can kulağı ile dinle, Davud’un sesini duyacaksın. Çıtır çıtır yanan ateşe kulak ver, İbrahim’e bestelediği en güzel şarkıyı işiteceksin. Varlığın nabzını tut, kendi nabzın olduğunu göreceksin, varlığın dili seni söylüyor, sen uyuyorsun!

            İç dünyalarında sonsuzluğa pencere açamayanların dünya telaşı yoktur. Hiçbir ses, gönlünün penceresini maveraya kapatmış bir insanın sesinden daha çirkin değildir. Bu yüzden eşeğin sesi, “seslerin en çirkini” olarak nitelendirilmiştir; çünkü eşek, yalnızca midesi boşalınca ve şehvete gelince anırır.

            Çocukluğuna dön, doğduğun güne dön ve ağla! Ağlamak, masumiyet belirtisidir. Ağla ki hafifleyesin, ağla ki, sırlarla tanışasın. Gönül deryasını hiçbir güç dalgalandıramaz, gözyaşından başka.

            Ey kedi! Bir deliğin başında saatlerce gözünü kırpmadan bekleyişine hayranım! Gönlüme, “Aşk, bekleyenlere sunulan candır” diyemedim.

           Ey bülbül! Gülünü kıskanmadım; lâkin sarhoşluğun beni de mestetti!

           Ay, gecenin koynunda doğurur gündüzü, gece “özge can”, gündüz canandır.

            Ey gözüm! Bir anda gördüklerini, dilim bir hayat boyu anlatamıyor, kulağımın duyduklarını da. “Ne çektim senden ey dilim, etsem seni dilim dilim!”

                Her kelime, çocuğundur, onu terbiye eden sensiz. Kitapların içinde savaş varsa, sorumluluğu üzerine al. Kaçmak, kurtulmak demek değildir, hangi kaçan kurtulmuştur?

             Kur’an, Rabbin terbiyesinden geçmiş bir sözdür, onun için onda kusur bulamazsın. Kur’an’ın kelimelerinin zamana meydan okuması boşuna değildir; onlar, zamansızlık ortamında doğmuşlardır. Eskiyen senin bedenindir, ruhun değil. Her ayet, ruh ruh, ruhunla birleşmiyorsa, sen diri değilsin. Ayetleri, çağlarının vitrinlerine koyanlar hep aldanmışlardır da, canlarının içine koyanlar sonsuzluğa yürümüşlerdir.

            “Yazar”ın ruhu geniştir, dünyaya sığmaz. Dünya bir “nokta”dır, bir nokta koyarak yazar olunmaz. Yazar, akıl kalemini, gönül mürekkebine batırarak kelimelerini sonsuz kılan insandır. Nokta, cümlenin kıyametidir. Yazarın yazım kılavuzunda “nokta” bulunmaz; o, sonsuzluk yoluna koyulmuştur, her kelime bir yıldız, evren evren dolaşmaktadır.

              Yazarak çoğalma olduğu gibi, susarak ve düşünerek de çoğalma vardır. “Anlamak” susmanın ve düşüncenin çocuğudur. Anlamak, bir hazinedir. Kim hazineye sahip olmak istemez? Anlamak, kelimeleri bayağılıktan kurtarmaktır. Bayağı kelimelerden padişah sarayı kurulmaz.

Katilin elindeki silahla, yazarın elindeki silah arasında fark vardır. Katil canı vurur, yazar kini. İçinden kin damlayan kitapların kandan ne farkı vardır? Bu tür kitapları, yazarının suratına kapatınız. Nice kitaplar vardır ki, içlerinde insan bulunmaz; karanlık bir orman gibi, vahşi hayvanların barınağıdır. İçinde kendini gördüğün kitap, vatanındır. Kur’an, bütün insanlığın vatanıdır, çünkü o, Dost’un emniyeti altındadır. Senin vatanın hangisi?

              Bir ateş yaladı geçti yüzümü, bir su, içimi serinletti, canıma can kattı. Bir çocuk, masumiyetimi hatırlattı bana; bir ihtiyar, geleceğimi. Bir kuş, özgürlük elçisi gibi süzüldü havada, bir arslan, “güven”i toprağa kazıdı.

               İnsan, “bir damla su” ve varlık, insanın görüntüsü. Ve dünya, insanın avuntusu.

Dünya, rüya yatağı.               Ben rüyada doğurdum ha!                        

                                                kikatimi, ben rüyada yendim zamanı. 

 Ah zaman, hakikatin perdesi

    D.Ali TAŞÇI

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)