• Nombre de visites :
  • 1989
  • 20/1/2009
  • Date :

AHDE VEFA

kelebek

       Ahd, genellikle taahhüdün her çeşidini kapsar. Eğer bir insan, başka biriyle anlaşma yapar ise ve gerçekten ahitleşirse, örneğin; "bu evi sana şu kadar miktar karşılığında sattım" derse, ahdine riayet etmelidir.

       Fakihlerin (Büyük din âlimlerinin) "Ahd ve Akid" konusu hakkında söyledikleri fetvalara göre, Ahd ve Akid için illa da özel bir söz (sıga) söylemek şart değildir. "Taahhüd"ün kendiside "Ahd ve Akid" için yeterlidir. Yine onların fetvalarına göre, "Ahd ve Akid "e riayet etmek vaciptir. Bu hüküm gereği, her türlü taahhüdü yerine getirmek de vacip oluyor.

        Hz. Ali (a.s.) nin Malik Eşter’e yazmış olduğu bir mektup vardır. O mektupta ahitleşmenin tüm yönü belirtilmiştir. Hatta insanın kâfir biriyle olan ahdini dahi kapsamıştır. Bu mektubun ahitleşmek hakkında, çök ilginç ve güzel bir bölümü vardır. Dikkat ediniz ki, (mektubun) muhatabı, Mısır'da valilik yapan Malik Ester'dir. Orada yapılan ahitler, siyasi ahidler idi. Ahdedilen taraf ya Müslüman değildi veya Müslüman olsalar bile, Hz. Ali (a.s.)ın hükümetine tabi değillerdi. (Muaviye'nin hükümetine tabi olanlardı), veya üçüncü bir sınıftı.

         Hz. Ali (a.s.), orada Malik'e şiddetle ve te'kidle şöyle ısrarda bulunuyor: "Ey Malik! Herhangi bir toplulukla bir antlaşma imzaladığında, sakın onlar anlaşmayı bozmadan önce sen anlaşmayı bozmayasın."

       Bu konu hakkında Kur'an'da bir ayet vardır. Müslümanların kâfirlerle yaptığı anlaşma hakkında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

      "Onlar ahitleri üzerinde bağlı kaldığı sürece sizde ahitlerinize bağlı kalın." (Tövbe: 7) Fakat onlar ahitlerini bozduysa, siz elinizi elinizin üzerine koyup beklemeyin, eğer birisi bozarsa, diğer tarafta bozulmuş olur.

       Emir'ül Mü'minin Hz. Ali (a.s.) Kur'an'da gelen bu manayı tefsir ediyor. Çok ilginç ve güzel bir tefsiri vardır. O da şöyledir: "Beşerin yaşantısı, ahdine vefa etme esasları üzerinde kalmaya bağlıdır." Yani her şey kanun zoru ile düzeltilemez. (Bu konu) çok güzel ve ilginç bir noktaya (işaret ediyor). Bazıları, her türlü sorunu, kanuna dayalı cezalar ile halletmenin mümkün olabileceğini zannediyorlar. Birisinin bir dostu ile normal bir antlaşma yaptığını farz ediniz. Örneğin; Hacca gitmek istiyorsunuz, bir dostunuza sizinle arkadaşlık etmesi için anlaşıyorsunuz. Çünkü arkadaşa ihtiyacınız vardır. "Beraber gidelim" diyorsunuz, o da kabul ediyor. Hacca gitme vakti geldiğinde, onun başka bir şahıs ile arkadaşlık edip gittiğini görüyorsunuz. Şimdi bu olayı kanun yolu ile halledebilir misiniz? Birisiyle yolculuğa çıkmak istediğinizde yol arkadaşınızdan imza ve ahitname gibi şeyleri alıp, arkadaşlığını kanuni yapıp ve sonrada o anlaşmayı mahkemeye götürüp, "Efendim, bu şahıs benimle bir anlaşma imzalamıştı" diye şikâyette bulunabilir misiniz? Burada artık vicdan ve insanın insaniyeti hükmetmelidir!

        Malik'e diyor ki: Malik! Bir zalim ve zorbacı unvanıyla senin elin yukarda, senin düşmanının eli ise aşağıda olmamalıdır. Şayet ahdini bozman şahsi yararına, bozmaman ise insaniyetin yararına olacak ise, (şahsi menfaatini göz ardı edip, insanlığın yararını düşünerek) o zaman ahdini bozmayacaksın. Ahitler ve antlaşmalar bozulur ise, artık insan için hangi itimat kalır? Böylece kafir ve düşman için de olsa, hiç bir zaman ahdini bozma ve mu­halefet etme!.

       Çorçil'in "11. Dünya Savaşı Hakkında Hatıralarım" diye yazdığı yazısının bir bölümünü gazetelerden okumuştum. 11. uluslararası savaşta aniden İRAN'ı işgal et­tiklerine değinmişti. Yani önce İran sınırına kadar habersizce gelmişler ve sonra elçileri vasıtasıyla "yarım saat sonra İran'ı işgal edeceklerini İran yönetimine bildirmesini" söylemişlerdi. Çorcil yazısında şöyle itirafta bulunuyor: "Biz ki İran'la savaşmayacağımıza dair önceden anlaşma yapmıştık, fakat bu tutumumuz, İran ile yaptığımız antlaşmaya aykırıydı. Sonra çok ilginç bir itirafta bulunuyor, (Avrupa mantığına bakın!) "Bunların (yani antlaşmaların) tümü ahlaktır. Ahlak ferdi ölçülerde işler. Yani tek millet arasında. Şayet ben bir İngiliz ile antlaşma yaparsam, bu antlaşmaya riayet etmem, milli ahlakın gereğidir. Fakat milletlerarası ilişkilerde ahlak hâkim değildir. Orada, menfaatler söz konusudur. Menfaatlerimiz İran'ı işgal etmemizi gerektiriyordu." Böyle antlaşmaları çıkaranlar kahrolsun. Açıkça ve çok açıkça diyor ki; "Aslında böyle olması gereklidir." İyi de bay! Sen ki bu kitapta yazıyorsun, diğer siyasetçiler o zaman şöyle düşünürler: "Menfaatler icap ettiği sürece, siyasi anlaşmalara riayet etmek saygınlık olur" düşüncesi, siyaset mantığı ise, hangi siyasi anlaşmaya itimat edilir? İşte burada insanlık tehlikeye düşmektedir.

         Hadiste üç şeye riayet etmenin vacip olduğu vurgulanmıştır. Bu kural, Müslüman için de, gayri Müslim için de aynen geçerlidir. Bunlar, gerçekte İslâm’ın umumi hukuklarından, yani insani hukuklarındandır. Bunların birincisi: "Emanete riayet etmektir." Eğer bir şahıs, bir şeyi Müslüman’a emanet etse, emanet eden şahıs kâfirlerin kafiri dahi olsa, o emanete riayet vaciptir ve ihanet etmek ise haramdır.

     İmam-ı Zeynül Abidin (Seccad) (a.s.) bu konuya misal vererek şöyle buyurmuştur: "Şayet babamın (Hz. Hüseyin) katili, babamı öldürdüğü kılıcı bana emanet ola­rak verirse, ben ona asla ihanet etmem."

        İmam-ı Hüseyin (a.s.) gibi bir baba ve İmam-ı Zeynül Abidin (a.s.) gibi bir evlat, emsalsiz bir babalık-evlatlık ilişkisine sahiplerdi. Eğer emaneti veren İmam-ı Hüseyin'in katili olsa ve verilen emanet de Hüseyin'in başını kesen kılıç olsa, ben o emanete ihanet etmem (diye buyuruyor).

       Hadiste riayeti vacip olan şeylerin ikincisi de "Ahde vefa" etmektir. Eğer insan birisiyle anlaşma yapıp, ahitleşirse, karşı taraf ahdini bozmadığı sürece, ahdini bozmamalıdır.

         Bunların üçüncüsü ise, "Ebeveyne iyilik etmek ve onların haklarına riayette bulunmaktır." Ebeveyn kâfir bile olsalar, bir kısım hakları vardır ve hayatta oldukları müddetçe de o haklara riayet etmek çocukları için vaciptir.

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)