• Nombre de visites :
  • 1561
  • 13/12/2008
  • Date :

Şükrün Keyfiyeti

elhamdulillah

     


Bil ki Allah'ın zahiri ve batınî nimetlerinin şükrünü eda etmek ubudiyet ve kulluğun bir gereğidir. Herkes gücü oranında bunu yerine getirmeye çalışmalıdır. Gerçi hiçbir kul Allah'a hakkıyla şükredemez. Şükrün nihayeti ise hakkıyla şükredemeyeceğini bilmektir. Nitekim, kulluk ve ubudiyetin son derecesi de kulluktan aciz olduğunu bilmektir. Bu yüzden Rasulullah (sav) da acziyetini itiraf etmiştir.Halbuki kullardan hiçbirisi o mukaddes zat gibi, şükür ve ubudiyette bulunamaz. Zira şükrün noksanlık veya kemali nimet ve velinimet hususundaki bilginin, noksanlık ve kemaline tabidir. Bu yüzden hiç kimse hakkıyla şükredemez. Kul sadece Allah ile yaratıkları arasındaki ilişkiyi Allah'ın rahmetinin ilk yaratılıştan sona dek yayıldığını, nimetlerin birbiriyle olan irtibatını, vücudun ilk ve sonunu bildiği takdirde şekur olabilir.

      Bunun marifeti ise en eşref ve efdali Rasulullah olan muhles veliler için dahi sözkonusu olamaz.Diğer kullar ise bunun bazı mertebelerinden hatta en çok ve en büyük mertebesinden gaflet içerisindedirler. Kulun kalbinde Hakkın uluhiyette seyrinin hakikati tecelli etmedikçe ve "vücutta Allah'tan başka bir müessir yoktur" hakikatine iman etmedikçe ve kalbinde şek ve şirk bulanıklığı olduğu müddetçe hakkıyla şükredemez. Sebeplere teveccüh eden varlıkların bağımsız tesirine inanan ve nimetin velinimetten olduğundan gaflet eden bir insan, Allah Teala'ya küfranı nimette bulunmuştur. Birtakım putlar yapmış ve bunların tesiri olduğuna inanmıştır.

       Bu yüzden de bazen amelleri kendisine isnad etmektedir, hatta bazen işlerde kendisinin tasarruf ettiğine inanmaktadır.

    Bazan da yaratılış alemindeki tabiatları müessir kabul etmektedir. Bazen de nimetleri suri (şeklî) ve zahirî esbabına isnat etmekte ve hakkın tasarrufunu görmezlikten gelmektedir. Allah'ın elinin bağlı olduğunu söylüyorlar: 'Yahudiler "Allah'ın eli sıkıdır" derler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler." (Maide, 64) Hakkın tasarruf eli açıktır ve bütün tahakkuk dairesi, hakikaten ondandır. Ve başkasının bu hususta hiçbir etkinliği yoktur. Bütün zuhur alemi onun nimet ve kudretidir ve onun rahmeti herşeye şamildir. Bütün nimetler ondandır, başkası için herhangi bir nimet sözkonusu değildir ki velinimet sayılsın. Bütün varlık alemi ondandır ve başkası için herhangi bir varlık yoktur ki ona isnad edilsin. Ama ne yazık ki gözler kör, kulaklar sağır ve kalpler mahcubtur. Bu hususta Mevlana şöyle diyor: "Bir göz istiyorum ki (hicaplarda) gedik açsın, herşeyi kökünden silip atsın."

      Bu ölü kalpler ne zamana kadar Hakkın nimetlerine küf-randa bulunacak; alem, evzâ ve şahıslara mutaallik olacaktır?

      Bu taallukat ve teveccühat mukaddes zatın nimetlerine küfrandır. Ve O'nun rahmetini gizlemektir. Buradan da anlaşılıyor ki şükrün hakkını eda etmek her insanın işi değildir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyuruyor: "Kullarımdan şükretmekte olanlar azdır." (Sebe, 13). Hakkın nimetlerinin bilgisini, marifetini hakkıyla bilen çok az insan vardır ve bu yüzden şükür görevini hakkıyla yerine getiren kullar da oldukça azdır.

Bilmek gerekir ki Allah'ın kullarının marifetleri muhtelif olduğu gibi şükürleri de muhteliftir. Ve hakeza başka bir açıdan da şükrün mertebeleri muhtelif ve farklıdır. Zira şükür, nimet sahibinin verdiği nimete senada bulunmaktır. O halde eğer o nimet zahiri nimetlerden olursa bir şükrü vardır. Ve eğer batını nimetlerden olursa ayrı bir şükrü vardır. Eğer marifet ve ilim türünden nimetler olursa şükrü de başka bir şekilde olur. Bu nimet ismi tecelliler türünden olursa şükrü de ayrı bir çeşittir. Ve eğer ahadî ve zatî tecelliler kabilinden bir nimet olursa, şükrü de başka bir şekildedir. Nimetlerin bütün mertebeleri kullardan çok azı için cem ve bir araya gelmiştir. Şükrü bütün mertebeleriyle yerine getirmek kullardan çok azına nasip olmaktadır. Sadece muhles velilerdir ki bütün batını ve zahirî mertebelerin hafızıdır. Bu cihetten onların şükrü de zahiri, batını ve sırrî olmak üzere bütün çeşitleriyle tahakkuk etmektedir.

        Gerçi şükrün, ammenin makamından olduğunu söylemişlerdir. Zira velinimetin ceza iddiası ile içiçedir. Bu bir nevi su-i edep sayılmaktadır. Ama bu içiçelik ve yakınlık velilerden başkaları için geçerlidir. Veliler özellikle de mükemmel veliler, bütün kesret ve vahdet makamının hafızı insanlardır. Bu yüzden Şeyh-i Arif Hace Ensarî şükrü ammenin makamından saydığı halde şöyle demiştir: "Şükrün üçüncü derecesi kulun sadece velinimetini görmesidir. Velinimetini müşahede de üç halet sözkonusu olmaktadır. Bir kul olarak velinimetini görünce ister istemez onun nimetlerini büyükser ve büyük sayar. Ama sevgi dolu bir kalpte müşahede edince bütün zorluklar onun için kolay gelir. Tefriden (yani ismi tecelliler olmaksızın) müşahede ederse artık ne bir nimet ve ne de bir şiddet görür."

     O halde anlaşıldı ki saliklerin makamlarının her birinde makamların evveli amme sebilindendir. Amme yolundan geçmektedir. Ve makamların sonu ise muhles hatta mükemmel velilere hastır.


  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)