• Nombre de visites :
  • 2475
  • 14/9/2008
  • Date :

İRFAN VE AKIL    

irfan ve akil

    İrfan taraftarları ve muhalifleri arasında ihtilaf nedeni olan temel konulardan birisi, irfan ve akıl arası münasebetten ibarettir. İddiaya göre irfanî veriler, batınî keşf ve şuhûd yoluyla elde edilmektedir.

   Acaba akıl, bu veriler üzerinde herhangi bir değerlendirme ve yargıda bulunma hakkına sahip midir? Meselâ bu mükâşefe ve şuhûdların bazısını reddedebilir mi, yoksa edemez mi?

   Bu sorunun cevabını oldukça önemli kılan nokta şudur: Ariflerden birçoğu, aklî bir yaklaşımla açıklanamayacak birçok görüşler ortaya koyarak, onları bâtın yoluyla keşfettiklerini ve aklın bunları kavrayamayacağını, sonuç itibariyle onları ret ve inkar hakkına sahip olmadığını iddia etmektedirler.

    Bu meyanda en çok tartışılan konuların başında Vahdet-i Vucud meselesi gelmektedir. Bu konu, çeşitli şekillerde dile getirilmiş ve hakkında çeşitli görüşler öne sürülmüştür.

Bazıları, Allah-u Müteâl"den başka hiçbir şeyin var olmadığını ve hiçbir zaman da var olmayacağını ve Allah"tan gayri, varlık adını taşıyan her şeyin bir hayal ürünü olduğunu iddia etmişlerdir! Bazıları ise, Allah"ın zâtının dışında veya Allah"ın ilminin dışında bir şey bulunmadığını ve böylece vahdettekesret görüşünü benimsemişlerdir.

   Daha çok yaygın olan bir diğer görüş ise şudur: Sâlik seyrinin sonunda "fenâ" makamına erişir artık vücudundan,  isimden başka bir şey kalmaz. Bilahare bundan da itidalli görüş şudur:

Sâlik öyle bir noktaya ulaşır ki artık Allah"tan gayri hiçbir şeyi göremez, her şey O"nda kaybolur. Daha dakik bir deyişle, her şeyin Allah-u Teâlâ"da kaybolduğunu görüyor; tıpkı zayıf bir ışığın güneş ışığında kaybolup gittiği gibi.

    Bu tür bahislerde muhalifler genellikle aklî delillerden yararlanırlar. Bu görüş sahipleri yine nihayetinde bu tür konuların akıl sınırını aştığını iddia ederek, iddialarına aklî bir açıklama getirme yükünden kendilerini kurtarmaya çalışırlar.

   Bütün bu tartışmaların ardından hemen şu soruyla karşı karşıya kalıyoruz: Acaba aklın idrak edemediği için reddedemeyeceği gerçekler de düşünülebilir mi?

    Burada kısaca şunu söyleyebiliriz: Akıl daima kavramlarla alâkadar olur. Bu yüzden, değil Allah"ın yüce varlığını idrak etmek, hariçte mevcut olan hiçbir varlık ferdinin aynî vücudunun hakikatini ve künhünü tanımak aklın işi değildir. Ne var ki aklın verdiği olumlu veya olumsuz hükümler, eğer kendisi bedihî (tereddüt edilemeyecek kadar aşikâr) olduğu veya bedihî olan bir sonuçla sonuçlandığı taktirde,  eleştirilemez ve bozulamaz. Başka bir değişle; gerçekçi aklın işi, künhü tanımak değildir; ama yüzeysel tanımlamalarda,  yukarıda bahsettiğimiz şart mevcut olursa, aklın verdiği hükümde asla tereddüt edilemez.

   Vahdet-i vücud meselesine gelince söylenmesi gereken şudur: Allah-u Muteâl"den başka her şeyin varlığını inkâr edip, mutlak bir şekilde kesreti nefyetmek, sadece aklın verdiği hükümleri itibarsız kılmakla kalmayıp, aynı zamanda nefse ait olan huzurî bilgilerin ve yine nefse ait olan fiil ve infiallerin de itibarını inkâr etmek demektir.

  Böyle olunca da bizzat keşf ve şuhûd olgusu da tereddüt altına girmiş olur. Zira keşf ve şuhûdun tutarlılığının en büyük mesnedi "huzurî ilme" dayanmasıdır. Bu yüzden böyle bir vahdet-i vücüd anlayışı kesinlikle kabul edilemez.

  Ancak Molla Sadra"nın "Hikmet-i Mütealiye"sinde vahdet-i vücuda getirilen yorum kabul edilebilecek niteliktedir.

  O yorumun hasılı kısaca şudur: Mahlukatın vücudu, Hakk"ın vücuduna nazaran taallukî ve rabıtî (bağımlı) vücutlardır ve dikkatle bakıldığında taalluk ve bağımlılığın ta kendisidirler ve kendilerinden hiçbir bağımsızlığa sahip değillerdir.

Ârifin mükâşefe yoluyla bulduğu şey de, diğer varlıklardan hakikî vücut denilen bu müstakil vücudu nefyetmektir.

    Yukarıdaki soruyu bir de şöyle sorabiliriz: Acaba aklın hükmünü vicdan ve keşfe tercih edebilir miyiz? Başka bir deyişle; husulî bir ilim (kesbî bir bilgi) olan akıl hükmüyle, huzurî ilim (bilgi) inkar edilebilir mi?

    Cevabımız şudur ki, halis bir huzurî ilim,  aslında gerçeğin ta kendisini bulmak demektir. Bu yüzden de inkâr edilemez. Ne var ki huzurî ilim, çoğu zaman zihnî bir yorumu da beraberinde getirir ki bunları birbirinden ayırt edebilmek son derece dikkat ister.

Bu zihnî yorumlar, husulî ilimler kabilinden olduğu için hatalı da olabilir. Aklî burhanlarla reddedilen şey huzurî ilimler ve şuhûdlar üzerinde zihnin yaptığı bu yanlış yorumlardır; direkt olarak huzurî ve şuhûdî bilginin taalluk ettiği şeyler değildir.

Vahdet-i vücut konusunda da şuhûd edilen şey, istiklâlî ve bağımsız vücudun Hak Teâlâ"ya mahsus olduğudur. Tabirde müsamaha ile bu vücuda hakikî vücut denildiği için diğer varlıklardan "hakikî vücut" nefyedilmektedir.

   Burada hatırlatılması gereken bir nokta da şudur: Büyük İslâm âriflerinin de açıkça söylediği gibi,  bazı mükâşefeler şeytanî ve tutarsızdır ve şahit ve delillerle teşhis edilebilir. Bilâhare onları yakinî deliller ve Kur"ân ve sünnet ile karşılaştırırsak, hak veya bâtıl olduklarını anlamak pek de zor olmayacaktır.

    Ancak takdir edilir ki, bu mükâşefe ve müşahede türleri ve çeşitli huzurî ilimler ve onların zihne yansıması ve zihnin onlar üzerinde yaptığı yorumların bazısının yanlışlık nedenleri ve doğruyu yanlıştan ayırt etmenin yollarını incelemek, bu kısa makalenin kapasitesini aşan bir şeydir.


İRFÂN VE HİKMET

İSLÂMÎ İRFANIN ASÂLETİ

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)