• Nombre de visites :
  • 2287
  • 3/9/2008
  • Date :

Hz. Peygamber(s.a.a) Şahid’ ler üzerine Şahid

hz.muhammed

    Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber (s.a.a), insanlar için örnek alınması gereken bir şahsiyet olarak tanıtılır.

"Andolsun Allâh’ın Elçisinde sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmaya inanan ve Allâh’ı çok anan kimseler için, uyulacak en güzel bir örnek vardır."

    Vahiyle inen her şey Resulullah’ta hayat bulmuştur. Onun yaptığı her şey vahyi temsil eder. O, insan-ı kâmilin en üstün örneğidir. Aslında ona canlı vahiy ve canlı Kur’ân denebilir. İnsanoğlu kemal zirvesine erişmek için insan-ı kâmili örnek almalıdır. Örnek almanın sınırları, ancak insan-ı kâmilin kemal sınırlarının belirlenmesi ile belirginleşir. Söz konusu kemallerin her birisi, insanları ona götüren bir köprü olabilir. Herkes bir yolla ona ulaşabilir. Ancak bütün yollardan o hazrete ulaşabilen insan, başkalarına oranla daha kâmil olur. Başka bir ifade ile insanlar o hazreti örnek aldıkları ölçüde kâmil olurlar. Bazı insanlar Hz. Resulullah’ın sahip olduğu kemalatın tümüne ulaşır; onun canı ve "nefs"i konumuna varırlar. Örneğin Hz. Ali, Mübahele Ayeti’nde açıklandığı üzere Hz. Peygamber’in nefsi konumundadır. Kur’ân-ı Kerim’de insan-ı kâmili izleyen insanlar, onu izlemenin faydaları ve ondan yüz çevirme sonucu toplumun dünyada yaşayacağı sıkıntılar, uğrayacağı felaketler ve kıyamette karşılaşacakları durumlar açıklanmıştır.

    Hz. Peygamber’in (s.a.a) Şahitlik Makamı

     Hz. Peygamber’in (s.a.a) Kur’ân-ı Kerim’de açıklanan en belirgin erdemlerinden birisi "şahitlik" makamıdır. O, İslâm ümmeti üzerinde şahittir, başka ümmetler ve peygamberler üzerinde şahittir. Hz. Resulullah (s.a.a) hem kendi döneminde yaşayan ümmeti, hem kıyamete kadar onun ümmetinden olacak insanlar, hem geçmiş ümmetler, hem de önceki peygamberler ve veliler üzerinde şahittir. Yani ister ümmet olsun, ister nebi olsun insanların tümü Hz. Resulullah’ın (s.a.a) huzurunda ve onun şahitlik kapsamında yer alırlar. Hz. Resulullah (s.a.a) Allah Teala’nın izniyle öncekilerin ve sonrakilerin amellerini, bilgice kuşatmıştır. O, peygamberlerin ve bütün ümmetlerin davranışlarına şahittir. İnsanoğlunun yaşadığı ve yaşayacağı tüm hadiselere şahittir. İnsanoğlunun sahip olduğu ve sahip olacağı tüm ahlâkî erdemlere ve bu hususta yaşadığı ve yaşayacağı çöküntülere şahittir. Geçmiştekilerin inandığı ve sonrakilerin inanacağı ilkelere şahittir. Kısacası öncekilerde vuku bulan ve sonrakilerde vuku bulacak her şey onun tanıklığı kapsamındadır. Hem öncekilerin, hem de sonrakilerin mutlaka toplanacağı kıyamet gününde de bütün herkesin şahidi Resulullah (s.a.a) olacaktır. Tüm olaylara şahit, o olacaktır. İlâhî mahkemede tüm bu olaylara şahit olmuş ve şahit olacak kimse, sadece Resulullah’tır.

 

    Kur’ân-ı Kerim’de bu yüce makam, Resulullah’ın (s.a.a) sahip olduğu en belirgin kemal olgusu olarak  açıklanmıştır. Çünkü insan-ı kâmil ancak kendisiyle Rabbi arasında hiçbir hicap kalmadığı zaman bu makama erişebilir. Bütün işlere şahit olabilmek için arada ne maddî ve ne de nur hicapları kalmamalıdır. Bütün hicaplar ve engeller aşılmalıdır. İnsan mutlak şahide doğru hareketi ve huzuru ölçüsünde şahitlikten nasiplenir. Resulullah’ın amellere tanık olması ve insanların tümünün onun huzurunda olması onunla Rabbi arasında nur hicapları dahil hiçbir hicabın kalmadığını gösterir.

   Öncelikle şunu belirtelim ki kıyamette herkes sorguya çekilecektir. Hiç kimse ilahî sorgulamadan müstesna değildir.

"Hiç şüphesiz, kendilerine peygamber gönderilenleri de sorguya çekeceğiz, gönderilen peygamberleri de sorguya çekeceğiz."

Peygamberlere dini tebliğ edişleri, elçilik görevini tam olarak yerine getirip getirmedikleri sorulacak. Ümmetlere de sorulacak, acaba peygamberlerini izlediler mi? Onlara karşı görevlerini yerine getirdiler mi?  O günde kimileri bu soruları cevaplayacak, kimileri mazeretlerini açıklayacak ve kimilerine mazeretlerini açıklamak için bile izin verilmeyecek.

   Sorguya çekme ve Hakk’ın hükmünün zuhur günü olan kıyamette Hz. Resulullah (s.a.a) herkes hakkında tanıklıkta bulunacaktır. Kimin görevini yerine getirdiğini ve kimin getirmediğine dair şahitlik edecektir. Nisâ Suresi’nde şöyle buyurulmuştur:

"Her bir ümmetten şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak getirdiğimiz zaman hâlleri nice olacak!"

    Her ümmetten o ümmetin itikat, ahlâk ve amellerine dair bir şahit getirilecek, Hz. Peygamber de şahitler üzerinde şahit olacaktır. Hz. Peygamber hem elçilerin elçilik görevlerini ifa ettiklerine dair, hem de o ümmetlerin elçilere karşı görevlerini yerine getirip getirmediğine dair tanıklık edecektir.

     Ahzab Suresi’nde ulu Allah şöyle buyuruyor:

   "De ki: Yapacağınızı yapın! Amellerinizi Allah da, Resulü de, müminler de görecektir." Sonra görülmeyeni ve görüleni bilen(Allâh)a döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı bir bir haber verecek."

    İşlediğiniz hayır veya şer nitelikli herhangi bir amelin gerçek mahiyeti, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah tarafından görülmekte, gözlemlenmektedir. Sonra Resul ve müminler de bu dünyada amellerinizin gerçek mahiyetine tanıklık ederler.

    Bu bakımdan ayet, insanları kendi amellerini gözetleyip denetlemeye teşvik ediyor. Bu işlemi yerine getirmeye yönelik olarak, işledikleri hayır veya şer nitelikli her amelin bir gerçekliğinin olduğunu, bunun herhangi bir örtüyle perdelenemeyeceği, bunları gözlemleyen denetçiler olduğu, bu denetçilerin amellerinin gerçek mahiyetlerini görüp gözetleyecekleri, bu denetçi gözetmenlerin Allah’ın Resulü ve amellere tanıklık etme misyonları bulunan müminler oldukları, Allah’ın da tümünü kuşattığı, hem onların hem de Allah’ın bunları gördükleri hatırlatılıyor. Yine bu çerçevede belirtiliyor ki: Allah kıyamet günü, bizzat amel edenlerin de görmeleri için bu hakikatler üzerine çektikleri perdeyi kaldıracaktır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: "Andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bu gün artık gözün keskindir." Hiç kuşkusuz insanın, hiç kimsenin göremediği bir kuytuda bir amel işlemesi ile aynı ameli insanların gözü önünde ve kendisinin de bunun farkında olarak açıktan işlemesi arasında büyük bir fark vardır.

    Bakara Suresi’nde ise şöyle buyrulmuştur:

   "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun."

   Müslümanlara hitaben buyuruluyor ki, siz orta ümmetsiniz; dünyada insanların durumunu müşahede edecek ve sorguya çekildikleri kıyamet gününde de buna şahitlik edeceksiniz. Resulullah da size şahitlik edecektir.

    Müslümanların Vasat Ümmet Oluşları

     Bazı tefsir bilginleri Müslümanların insanlar üzerinde şahitlik görevini yerine getiren orta bir ümmet oluşunu, bu ümmetin iki aşırı taraf arasında olması anlamına almışlardır. Yani bu ümmet ne o tarafta, ne bu tarafta. Şöyle ki bu ümmet tüm insanlık açısından (Ehlikitap ve müşrikler) böyle bir konumdadır. Çünkü müşrikler ve putperestler sırf bedeni güçlendirmek amacıyla, sadece dünya hayatını isterler, dünyadan tam zevk almak, dünyanın çekici süslerinden yeterince yararlanmak düşüncesini taşırlar. Ölümden sonra tekrar dirilip sorguya çekileceklerine ihtimal vermezler. Manevî, soyut hiçbir fazilete değer vermezler. Bazı insanlarsa -Hıristiyanlar örneğin- sırf insanın ruhî yönünü güçlendirme amacıyla, ruhbanlığa ve cismî mükemmellikleri bir kenara bırakmaya çağırırlar.

gül

     Yüce Allah bu ümmeti orta bir ümmet yapmıştır. Dinleri, onları normal bir yola, iki aşırı uç arasındaki orta bir çizgiye; ne o tarafa ne de bu tarafa eğilim göstermemeye yöneltir. Bu din, insanın iki yönünü -hem ruhu ve hem de bedeni- ona yakışan bir şekilde besler ve de güçlendirir; insanı her iki faziletten de yararlanmaya teşvik eder. Çünkü insan ruh ve bedenden oluşan bir varlıktır, ne sadece ruhtan ibarettir, ne de sadece bedendir. Mutlu bir hayat sürdürebilmek için hem maddî, hem de manevî açıdan tatmin olması bir zorunluluktur. Bu bakımdan İslâm ümmeti, adalet ölçeği ve bir orta ümmettir. Her iki aşırı ucun konumu bu ölçeğe göre değerlendirilir. O, her iki uçta yer alan insanlar üzerinde şahit pozisyonundadır. Bu ümmet içinde en ideal örnek konumunda olan Hz. Peygamber de bu ümmet üzerinde şahittir. Ümmette yer alan tüm bireylerin söz ve davranışlarının teker teker değerlendirildiği adalet ölçeği odur. Ümmet de insanlığın durumunu ölçüp değerlendiren bir kriterdir. Her iki aşırı ucun başvuru merciidir.

    Bazı tefsir bilginlerinin ayete ilişkin yorumları budur. Hiç kuşkusuz bu, özünde doğru ve titiz bir incelemenin, duyarlı bir yaklaşımın ürünü bir yorumdur. Ne var ki, bu yorum ayetle uyuşmuyor. Çünkü ümmetin orta oluşu, ancak her iki tarafın başvuru mercii oluşunu, her iki tarafın söz ve davranışlarının ölçüldüğü ölçek oluşunu gerçekleştirir; her iki tarafa şahitlik edişini ve her iki tarafı müşahede ettiğini ispatlamaz. Bu anlamda bir "orta" oluş ile şahitlik birbirleriyle uyuşmazlar. Ayrıca bu durumda Resulullah (s.a.a) efendimizin ümmet üzerinde şahitlik pozisyonunda oluşuna değinmenin bir değeri kalmaz. Çünkü, Resulullah efendimizin (s.a.a) ümmet üzerinde şahit oluşu, ümmetin orta bir ümmet oluşunun sonucu değildir.

     Müslümanların insanlar üzerinde şahitlik görevini yerine getiren orta bir ümmet oluşları, kemal noktasında orta konumda olmalarından dolayıdır. Kemal noktasında orta konumda yer alan, hem kendisinden üste olandan feyz alır, ondan yararlanır, hem de alt konumda olanı kuşatır ve onu faydalandırır. Elbette bu durum Müslüman ümmetin, diğer ümmetlerden üstün olduğu takdirde söz konusudur. Aksi takdirde kuşatıcı olamaz, onların amellerini müşahede edemez ve kıyamet günü şahitlikte bulunamaz. Üstün olmaları durumunda diğer ümmetlerin inançlarını, ahlâkını ve amellerini bilgice kuşatabilir ve kıyamet gününde de bunlara dair şahitlik edebilir.

Kısacası, ümmetin "vasatlığı" Peygamber ile insanlar arasında aracılık pozisyonunda olması anlamındadır, iki aşırı yani ruha önem veren tarafla, bedene önem veren taraf arasında "ortalama" bir konumda olması yani ümmetin hem cismanî, hem de ruhanî mükemmelliği kapsayan bir din üzere olması anlamında değildir.

    Şahitliğin Türleri ve Birbirleriyle Farkı

      Şahitlik kavramı ile kastedilen; dünya hayatında insanların mutluluk, bedbahtlık, ret, kabul, itaaat, karşı çıkmak gibi amellerini algılayıp bunu yüce Allah’ın insanın organları dahil her şahitten şahitlik yapmasını isteyeceği gün beyan etmek ve eksiksiz anlatmaktır; ümmet-i merhumenin başka ümmetlerin inançlarını, ahlâkını ve amellerini bilgice kuşatması, onları müşahede etmesi ve bunlara dair kıyamette tanıklık etmesidir. Bu da ilmî bir kemaldir.

      Amellere şahitlik etmek, bir bilgi türüdür. Bu, huzurî (sezgisel) bir bilgidir, dünya mahkemelerindeki tanıklıkta olduğu gibi husulî (zihinsel) bir bilgi değildir. Dünya mahkemelerindeki tanıklık husulî bilgiye dayanır. Husulî (zihinsel) bilgide insan bedenî güçleriyle yani duyularıyla dışarıdan yani objeler dünyasından bir şeyler algılar. Normal duyularla algıladığı şeylerden hareketle tasdike ve hükme varır. Onlar üzerinde yorum ve inceleme yapar ve böylece bir karara varır. Duyu organlarıyla dışarıdan algılanan hissî şeyler, husulî ilim olan tasavvur kapsamına girer. Tasavvurat üzerinden haraketle varılan tasdik de husulî ilimdir. Çünkü tasdik, tasavvurat üzerinde gerçekleştirilen zihinsel eylemin ürünüdür. Dolayısıyla hem tasdik ve hem de duyu organlarıyla algılanan müfredat husulî bilgidir.

     Bilindiği gibi sahip bulunduğumuz normal duyular ve bunlardan kaynaklanan gücümüz, sadece fiillerin ve amellerin şekillerini algılar. Bu algılama da ancak duyu açısından varolan, hissedilen bir şey için söz konusu olabilir, yok olan ya da görünmeyen şeyler için değil. Küfür, iman, kurtuluş, hüsran, kısacası duyularca algılanamayan ama insanın özünde gizli bulunan amellerin gerçekliklerine ve ruhsal anlamlara gelince; bunlar, kalplerin kazanımlarıdırlar. Tüm sırların ortaya döküldüğü gün, yüce Allah insanları bunları esas olarak sorguya çeker. Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor: "Kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar."

     Bunları teker teker belirlemek, bilgice kuşatmak, göz önünde bulunmayanları bir yana, hazırda bulunanlar arasından belirlemek insanın gücü dahilinde değildir.

     Husulî bilgi ile insanların gerçeği bilinemez. Göz, kulak ve düşünce ile insanların gizli şeylerine varılamaz. Zihinsel eylemlerle insanların batınına ulaşmak çok zor veya imkânsızdır.

     Tanıklık, sadece amellerle sınırlı değildir. Amellerin yanı sıra ahlâk ve inanç için de geçerlidir. Amel ahlâktan kaynaklanır, ahlâkı ise inanç oluşturur. İnanç, insanın ruhuyla düğümlenen ve birleşen bilgidir, husulî bilgi ve kavram değildir. Ayrıca dış obje olan ahlâk da husulî bilgi ve kavram türünden değildir. İnsanların ruhuyla ilintili olan ve has bir varlık türü olan inançlara husulî bilgi ile erişilemez.

 

     İnsan nasıl ve ne zaman başkalarının ahlâkını ve inancını bilebilir, kıyamette şahitlik etmek üzere onlara şahit olabilir? Ne zaman insanların gizli şeylerine ulaşabilir? Nefsanî erdemlerinden haberdar olabilir? Kısacası ne zaman gaybı bilebilir? (Çünkü söz konusu şeylerin tümü gayb ilmine ait şeylerdir. Duyu organlarıyla algılanacak ve husulî bilgi ile varılacak türden olgular değildirler.) İnsan ancak, varlığı diğerlerinin varlığından üstün, ruhu başkalarının ruhu, kalbi başkalarının kalbi konumunda olması durumunda bu tür bilgilere ulaşabilir. Başkalarının ruhu ve kalbi bunun kuşatması altında olmalı ki onları müşahede edebilsin ve onlara tanık olabilsin. Şahadet ve tanıklık, gaybla bağdaşmaz. Bilgi gayp ile bir araya gelmez. Çünkü ilim, zuhur demektir, zuhur ise gaybe taalluk etmez. İlm-i gaybi bilmek aslında başkalarının bilmediği, başkalarına gayp konumunda olan şeyi bilmek demektir. Başkalarına gizli olan bilgi bundan saklı değildir anlamına gelir. İnsanın şahit olabilmesi için başkalarından üstün olması, ruhu ve nefsi kapsamlı ve kuşatıcı, başkaların ruhu onun yanında hazır ve onların gizli ve saklı şeylerinden haberdar olması gerekir. Şahit olmanın gereği budur.

 

     "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız." Yani orta bir ümmet yaptık ki insanların ruhunu, inancını, ahlâkını ve amellerini kuşatasınız. "Peygamber de size şahit olsun." Yani sizi ve diğerlerini kuşatsın. Bu ümmet diğer ümmetlere, Peygamber de bu ümmete şahit olduğuna göre Hz. Peygamber diğer ümmetlere de şahittir. Burada şahidin şahidi, şahit sayılır. Bu ümmet diğer ümmetlere şahittir, öyleyse bu ümmete şahit olan Resulullah da diğer ümmetlere şahittir. Bu kural husulî bilgilerde geçerli değildir. Örneğin birisi bir olaya tanık olur, zihnine kaydettiği bu olayı mahkemede anlatır, bu anlatıma şahit olan birisi sadece şahidin tanıklığına tanık olmuş olur, vuku bulan olaya değil. Husulî bilgilere dayalı tanıklıklarda şahidin şahidi olayın aslı hakkında şahit sayılmaz. Ancak huzurî (sezgisel) bilgiye dayalı şahitliklerde şahidin şahidi olaya şahit olur. Orta konumda olan birisi bir olayda hazır olur ve olayı varlıksal olarak kuşatırsa, kendisinden üst konumda olan insan, hem şahidi, hem de olayı kuşatmış sayılır. Dolayısıyla Hz. Peygamber hem bu ümmete, hem de peygamberlere şahittir.

    Ayrıca, tasavvur ve tasdik ürünü husulî bilgilere dayalı şahitlikler gerçekle bağdaşmayabilir. Şahidin adalet niteliğine sahip oluşu, onu bilerek günaha yönelmesini engelleyebilir; onun yanılmasını ve hata yapmasını engellemez. Adil insan da yanılabilir, hata yapabilir.

    Huzurî şahitlik derecesine varan insan için ne yanılma, ne de günah söz konusudur. Yanılmanın söz konusu olmaması, yaşanan olayın hazır olmasından ve olayın bizzat müşahede ediliyor olmasından dolayıdır. Hata ve yanılgı, zihinsel sûretin ve zihin içi algılamanın, dış objeyle ve gerçekle bağdaşmaması durumunda yaşanır. Zihnî bulguların obje ile ve yaşanan olayla tatbik etmemesi, hata olgusunu meydana getirir. Objenin kendisiyle uyuşmaması düşünülemez. Huzurî şahidin yanında amelin kendisi hazırdır, amelin aslını yansıtan bir suret (tabir caizse, film şeridi) aracılığıyla amele vakıf olmuyor.

     Huzurî şahitlikte günahın söz konusu olmamasına gelince; günah, yasalar ve itibarî kurallarla ilintili bir durumdur; yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler hakkında düşünülebilir. Bilgisel kuşatma hakkında geçerli olmaz. Huzurî şahitlikte günah kavramı bir anlam ifade etmez. Bu yüzden yüce Allah bu tür şahitliğin hakla birlikteliğini açıklamış ve şöyle buyurmuştur:

     "O’ndan başka (tanrı diye) yalvardıkları şeyler, şefaat (gücüne ve yetkisin)e sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır."

    Ayet-i kerimede kıyamet günü şahitlerin şefaat edeceği ifade edilmiştir. Onlar hakka şahitlik etmiş olmaları sayesinde şefaat yetkisine sahip olmuşlardır. Şu hâlde her şahit, şahitlik yetkisine sahip bir şefaatçidir. Ayette geçen şahitlik, amellere tanıklık anlamında kullanılmıştır.

    İslâm Ümmetinin Şahitliğinin Anlamı

      Elbette şunu da hatırlatalım ki bu üstün nitelik tüm ümmete bahşedilmiş değildir, ümmetin her bir ferdi böyle bir özelliğe sahip değildir. Aslında bu, İslâm dinine has bir niteliktir. İslâm dini şahit eğitebilecek bir özelliğe sahiptir. Bu dinin öğretileri sayesinde insan öyle bir makama erişebilir ki başkalarının ruhundan haberdar olur, ruhların yanında hazır ve nazır olur. Bu dünyada müşahede eder, kıyamette de buna şahitlik eder. Müslüman adını taşıyan herkesin böyle bir makama eriştiği söylenemez. Bu ümmet içinde vasat bir konumda olanlar ve iman noktasında orta bir çizgide bulunanlar, bu tür bir fazilete sahip değildirler. Kaldı ki ümmet içinde yer alan taş yürekli, imandan yoksun zorbalar ve Firavun kimlikli zalimler hiç sahip değildirler.

     Nitekim yüce Allah İsrailoğulları hakkında şöyle buyuruyor: "Andolsun biz İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları güzel rızklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıldık." İsrailoğulları’nın âlemlerden üstün olarak nitelendirilmeleri, her bireyin bu özellikte, bu misyona sahip olmasından dolayı değildir. Bu, Hz. Musa aracılığı ile İsrailoğulları’na verilen dinin niteliğidir; ama bu dine mensup gruba mal edilmiştir. Çünkü onlar bu dinin muhatabı idiler. Hz. Musa’nın dini, üstün insanlar eğitir. Bu dinin mensupları manevî fazilete sahip olabilir ve diğerlerinden üstün olabilirler.

    İslâm dini amellerin şahidi olacak insanlar eğitmiştir. Ehlibeyt İmamları bu makama erişmiş insanlara örnek verilebilir. Onlar, insanların yaptıklarından haberdardırlar. Hâlihazırda Hz. Mehdi (Allah zuhurunu çabuklaştırsın) insanların amallerine şahittir. O, bu ayetin en kâmil örneğidir. O, insanların yaptıklarına şahittir, Hz. Peygamber de onun üzerinde şahittir.

    Şahitlik makamına erişen insan, hem başkalarını kuşatır, hem de Resulullah tarafından kuşatıldığını görür. Başkalarının yaptıklarını görür, Hz. Resulullah’ın da onu gördüğünü fark eder. Kendisi başkalarının amellerini gözetler, aynı zamanda da Resulullah tarafından gözetlendiğini müşahede eder. İslâm dini insanı böyle bir makama ulaştırabilir. Kendisine böyle bir üstün nitelik bahşedilen insan, günaha eğilim gösterir mi hiç? Günah düşüncesinde olur mu hiç? Hadis kaynaklarında günah işleyen insanın günah işlerken mümin olmadığı geçer. Çünkü iman, içinde şahadet ve huzuru barındırır.. Resulullah’ın huzurunda günah işleyip kendini mümin bilen insan düşünülebilir mi?

   Hz. İsa (a.s), Ümmetinin Şahidi

      Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın (a.s) kendi ümmetinin şahidi olduğu ifade edilir:

     "Ben onlara: Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onlara şahit idim, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen oldun. Sen her şeye şahitsin.

   Yani ben sadece risalet görevini yerine getirdim, bana emrettiğinden başka bir şey  söylemedim. Bana tevhid mesajını ulaştırmamı emretmiştin, ben de onlara senin yegane rab olduğunu ve senin dışında tapılacak ilâh olmadığını açıkladım. Onlara "Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin." dedim. Böylece hem yegane mabut, hem de yegane rab olduğunu ilettim. İçlerinde olduğum sürece onların amellerine, inançlarına ve ahlâklarına şahit idim; beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız Sen oldun. Zaten sen her zaman için gözetleyicisin. "Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemededir." Çünkü sen her şeye şahitsin, her şeyi kuşatmışsın.

      Bir ayette de şöyle yer alır:

     "Ehlikitap’tan, İsa’nın ölümünden önce ona inanmayacak hiç kimse yoktur. Kıyamet günü de o, onlara şahit olacaktır."

      Bu ayet-i kerimede Hz. İsa’nın (a.s) kendisine inanan herkese yönelik şahitlik edeceği ifade edilmiştir. O, kendisine inananların amellerini müşahede etmeden mi şahitlik edecek?!

      Hz. İsa Peygamber kavminin amellerine şahittir, Resulullah ise onun üzerinde şahittir; çünkü "Her bir ümmetten şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak getirdiğimiz zaman hâlleri nice olacak!" buyruluyor. Bunlar yüce Allah’ın adalet mahkemesinde şahit olacaklar. Kur’an’da şöyle buyurulur: "Kıyamet günü her ümmetten bir şahit getiririz"

     Şahit her şeyden önce olaya tanık olur ve daha sonra tanık olduğu şeye şahitlik eder. Husulî ilimlere dayanarak şer’î mahkemede şahitlikte bulunacak insan her şeyden önce duyu organlarıyla olayı algılar; Hz. Peygamber  bu hususta güneşe işaretle şöyle buyuruyor: "Bunun gibi şahitlik et veya bırak." Yani güneşi gördüğün gibi bir olayı müşahede ettiysen o durumda mahkemede şahitlikte bulunabilirsin. Bu şekilde algılanmayan bir olay hakkında şahitlik edilemez. Dolayısıyla hadisede hazır olmayan birisinin şahitliği söz konusu olamaz.

    Kıyametteki Şahitlikler

     Acaba kıyametteki şahitlerde durum böyle midir? Orada da dünyada olduğu gibi şahitler getirilir ve husulî bilgilere dayalı şahitliklere göre mi karar verilir? Acaba orada Allah şahitleri isteyecek, onlar da husulî bilgilerine dayanarak şahitlik edecekler ve bu şekilde adalet tecelli edecek? Yoksa orada huzurî bilgiler ve aynî şuhud esas alınır? Evet orada sadece huzurî bilgi ve huzurî tanıklıklar geçerlidir. Orada insanların organları, elleri ve ayakları şahitlik edecek, amelin gerçekleştiği yer şahitlik edecek, olayla birlikteliği olan her şey şahitlik edecek. Yüce Allah o günle ilgili şöyle buyuruyor:

    Ve yeryüzü, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş, onlara hiçbir haksızlık yapılmadan, aralarında hak ile hüküm verilmektedir.

     O gün yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır; çünkü yeryüzünü aydınlatacak güneş kalmamıştır artık, yer ve göğün düzeni tamamen dürülmüştür, o gün yeryüzü sahibinin nuruyla aydınlanacaktır. Öncekilerin ve sonrakilerin kitabı ortaya konur. Hak üzere hüküm verilmesi için peygamberler ve şahitler getirilir. O gün yapılacak şahitlikler, huzurî şahadetlerdir. O gün diller şahitlik edecek:

     O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir.

     Oysa diller şahitlik ederken ağızlar mühürlenmiş hâldedir:

     O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

     İnsan o günde kendi organlarına itiraz edecek ve neden aleyhime şahitlik ettiniz diyecek! Örneğin kendi derisine itirazda bulunacak:

    Derilerine: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?" derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu…" derler.

    Bu günde organların yapacağı şahitlik, husulî bilgilerle yorumlanabilir mi? Acaba organlar zihin içi algılamalarla mı insanın yaptıklarını müşahede etmişlerdir? Yoksa huzurî şahitlikler, huzurî kuşatma, amelin kendisinin hazır edilmesi mi söz konusudur?

    Şimdiye kadar yapılan açıklamalardan şu sonuçlar çıkıyor:

1) Hz. Peygamber tüm insanlar üzerinde şahittir. Onun şahitliği insanların amellerini, ahlâklarını ve inançlarını kapsar.

2- İnsanların amellerini, ahlâklarını ve inançlarını kapsayacak nitelikteki bir şahitlik, ancak huzurî bilgi ve kuşatma ile gerçekleşir.

3- İnsanın özünde gizli bulunan amellerin gerçekliklerine ve ruhsal anlamlara, başka bir tabirle kalplerin kazanımlarına husulî bilgi ile varılamaz.

4- Husulî bilgi kaynaklı şahitlikler, gerçeklerle bağdaşmayabilir. Dolayısıyla bu tür şahitliklerde hata ve günah söz konusudur.

5- Huzurî bilgi kaynaklı şahitliklerde şahitliğe konu olan olgunun hazır olduğundan dolayı yanılma ve günah söz konusu değildir.

6- Husulî bilgi kaynaklı şahitliklerde şahidin şahidi, şahit konumunda olmaz; ama huzurî bilgi kaynaklı şahitliklerde şahidin şahidi, hem olayı, hem de şahidi kuşattığından dolayı şahit sayılır.

7- Tüm sırların ortaya döküldüğü gün organların insanın aleyhine şahitlik etmeleri, huzurî şahitlik türündendir. Bu da insan gerçeğinin maddî bedenden ibaret olmadığının bir diğer kanıtıdır. Yoksa organların bu olayına şahitlik değil "itiraf" denmesi gerekirdi.

8- Amellere şahitlik, İslâm dinine has bir niteliktir; ümmetin her bir ferdi bu özelliğe sahip değildir.

   Gerçeklerin Üzeri Örtülü Değildir

    Kısacası yüce Allah, Resulünün böyle bir günde öncekilerin ve sonrakilerin şahidi olduğunu açıklıyor. İşte bu makam Resulullah’ın sahip olduğu en üstün kemal niteliğidir. Resulullah’ı izleyen ümmet de Allah’ın izni ile bu makama erişebilir ve insanların batınını görebilir, kalplerinden geçeni bilebilir. İslâm dini böylesine insanlar terbiye edebilir. İnsanın ruhu karanlık değilse aydındır demektir. Aydın olan kalp başkalarının batınını görebilir. Bu hususta engel olan, karanlıktır. Adamın birisi Emirü’l-Müminin Hz. Ali’ye "Teheccüt namazından mahrum kaldım." demesi üzerine İmam, "Sen günahların kendisini zincirlediği bir adamsın."buyurdu. Yani gündüzün işlenen günah, gecenin karanlık perdesine dönüşür. Gündüzün günah işleyen adam, gece namazını kılmaya muvaffak olmaz.

İmam Rıza’dan (a.s) "Yüce Allah neden mahcuptur (perde arkasındadır)? diye soran bir adama şöyle cevap verir: "Fazla günah, görmeyi engeller." Demek ki engel insanın kendisinden kaynaklanıyor. Emirü’l-Müminin Ali, "Görmediğim rabbe kulluk etmem." diyor.

 

     Kur’an-ı Kerim’de Resulullah’ın (s.a.a) bütün âlem üzerinde şahitliği açıklanmıştır. Kur’ân-ı Kerim övgü kitabı değildir, hidayet ve eğitim kitabıdır. Bu kitapta Resulullah’ın (s.a.a) "örnek insan" ve "amel şahidi" olduğu ifade ediliyorsa bizden ona uyarak şahitlik makamına erişmemiz isteniliyor. Aslında bu ifadelerle insanların uyarılması amaçlanmıştır. Demek isteniliyor ki; ey insanlar, ne zamana kadar kendinizi kaybetmiş olarak yaşayacaksınız? Daha ne kadar, kendinizden ve başkalarından habersiz kalacaksınız? Daha ne kadar, maddî engellere çakılıp yerinizde sayacaksınız? Daha ne kadar, önünüze duvar örmeye ve gerçekleri görmemeğe devam edeceksiniz? Bilindiği gibi gerçeklerin üzeri örtülü değildir, gerçeklerin önünde engel yoktur. Engeli ve örtüyü insanın kendisi yaratır. Bu yüzden kıyamette insana şöyle söylenecek:

"Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz senden perdeni açtık; bugün artık gözün keskindir."

Kıyamette insanın gözünden perde kaldırılacak ve insan önceden göremediği şeyleri görmeye başlayacak. Bundan dolayı ayette "senden perdeni açtık" ifadesi kullanılmıştır, "olaylar üzerindeki perdeyi açtık." ifadesi kullanılmamıştır. Örtü gerçeklere ait değil, insanın kendisine aittir.

      Yine şöyle buyurulur:

      "O gün cehennemi kâfirlere açıkça göstereceğiz. Onlar, beni anmağa karşı gözleri perde içinde idi ve (Kur’ân’ı) dinlemeğe tahammül edemezlerdi."

       Genelde hakka göz ve kulak aracılığı ile ulaşıldığı için ayette onlara vurgu yapılmıştır; yoksa zikir ve anmanın gözle bir ilintisi yoktur.

        Varlıklar, yüce Allah’ın birer ayetidir. Üzerleri örtülü olacak olurlarsa, ayet olma misyonunu kaybederler. Gizli ve üzeri kapalı bir tabela insanı yönlendiremez. Gizli ayet, Rabbin belirtisi olamaz. Bütün varlık âlemi Allah’ın ayeti ise, o hâlde âlemde perde ve örtü yoktur. Demek ki, gaip olan insandır, huzurda olmayan odur, gözlerinin önüne perde çeken odur. Kur’ân-ı Kerim’de ahirete inanmayanlar hakkında şöyle buyurulur:

     "Kur’ân okuduğun zaman seninle, âhirete inanmayanların arasına görünmez bir perde çekeriz."

      Demek ki iki tür perde vardır; açık ve gizli, görünen ve görünmeyen. Açık ve görünen perde, hepimizin kullandığı ve bir şeyleri görmemize engel teşkil eden maddî perdedir. Bu perde herkes tarafından  görülür ve engel teşkil ettiği de bilinir. Allah’a karşı gelmek, yasalarını çiğnemek ve uygunsuz davranışlar da hicap ve engeldir. Ancak bunlar insanın fark etmediği görünmeyen hicaplardır. İnsan, günahların, kendisiyle gerçekler arasında engel oluşturduğunun farkında değildir. Gıybet, iftira, göz hıyaneti, su-i zan, kısacası tüm günahlar insanın hakka karşı gözünü kör, kulağını sağır eder, dili hakkı söylemez, kalbi hakkı anlamaz hâle sokar. Günah insanın gerçekleri olduğu gibi görmesini engeller. Kendisini perde arkasına mahkum eden birisi, şahitlik çizgisinin dışında yer alır.

    Şahit Çizgisinde

      Evet, örnek insan Hz. Peygamber amellere şahitlik edecektir. Biz Müslümanlar da onu örnek aldığımıza göre o makama erişebilme yolunda çaba göstermeliyiz. Şahidi izleyenler, şahit olmalı. Nitekim habibi izleyenler de habip olmalılar. Hz. Peygamber Allah’ın habibi ise, onu izlemek ve ona uymak insanı sevgi yurduna götürmeli. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

     "De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin"

Hz. Peygamber, "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik." ayetinde açıklandığı üzere tüm âlem üzerinde şahit olduğuna göre ümmet onu izleyerek şahit olmalı ve "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız." ayetinin örneği olmalıdırlar.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) şahitlik çizgisini izleme başarısı umuduyla.

---------------------------------------------------------

Resul-i Ekrem ve Nübüvvet

Kureyş Emini Hira Dağı’nda

KURAN’DAKI RESULULLAH (S.A.A)

Resulullah Hakkında Soru-Cevaplar

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)