• Nombre de visites :
  • 5214
  • 6/8/2008
  • Date :

Kur’ân Penceresinden “Ümit”

kuran-i kerim

    Ümit insan hayatının en önemli ilkesidir. Ümitvar olmak, insanın başarıya ulaşmasını etkileyen mühim bir faktördür. İnsan umutsuz yaşayamaz. Başarılarımızın temelinde umut yatar. İnsanın maddi ve manevî gelişmesini de umut sağlar. Dünya ve âhiret mutluluğunun kazanılmasında umut kavramının rolü oldukça büyüktür. Müslüman’ın, inancını yaşamasında, inandığı değerleri tebliğ etmesinde, başına gelen bütün sıkıntılara katlanmasında ümidin rolü büyüktür.

    Allah Teâlâ bütün peygamberlerden her ne suretle olursa olsun asla ümitlerini kaybetmemelerini istemiş ve kendilerine mutlaka Allah’ın yardımının geleceğini haber vermiştir.

“Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hale gelip yalanlandıklarını düşündükleri bir sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilmez.” (Yûsuf, 12/110)

    Hz. Peygamber, kendisine karşı çıkan, yapılan tebligata ve irşada kulak tıkayan, Kur’ân’ı inkar eden, her yönüyle ahlâkî çöküntüye uğramış bulunan insanların adına çok üzülüyor hatta nerdeyse kedisini tüketecek, helak edecek ve perişan edecek hale geliyordu. Allah onu şöyle teselli etti:

“Demek sen, bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin.” (Kehf, 18/6)

    Peygamber(s), kavminin kendine karşı koymasından ve davetini reddetmesinden dolayı çok müteessir oluyordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ yukarıdaki âyeti indirdi.1 Görüldüğü gibi âyet, Hz. Peygamber’i teselli etti, Kur’ân’a inanmayanların tavırlarına üzülmemesi istedi. Sûrenin “Elhamdülillâh” lafzıyla başlamasından hareketle bir bakıma “Habibim! Sen hiç kimsenin inkarına, reddine ve ilgisizliğine aldırış etmeden Allah’a hamdederek tebliğ görevini yapmaya devam et.” deniyordu.

    Hz. Peygamber(s), yaptığı tebliği kabul etmeyenlerin tutumundan dolayı çok kederleniyordu.

“Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır.” (Şûrâ, 42/48)

    “Onlara vaat ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden)senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek bize aittir.” (Ra’d, 13/40) “Ey Muhammed eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen bir tebliğden ibarettir.” (Nahl, 16/82) gibi âyetler, Hz. Peygamberin gönlünü aldı, tebliğ yolunda asla yılgınlığa düşmemesi gerektiğini hatırlattı, görevinin sadece hakkı duyurmak, iletmek ve bildirmek olduğuna önemle işaret etti.

 

    İnsanların kalbinde hidayeti, hakkı, doğruyu ve güzeli yaratacak, yerleştirecek ve onları hidayete eriştirecek sadece Allah Teâlâ’dır. “De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”(Hûd, 11/118) “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yûnus, 10/99) “Andolsun ki, senden önce de birçok peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız yetişmişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç yoktur. Andolsun, peygamberlerle ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor. Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi elbette onları hidayet üzere toplardı. O halde sakın cahillerden olma.”(En’âm, 6/35) Yukarıdaki âyetler, açıkça hidayetin Allah’ın takdiri ve dilmemesi ile olduğunu gösterir.

kuran-i kerim

    Hidayet hiçbir kimsenin eline verilmemiştir. Hz. Peygamber’in tasarrufunda da değildir. Kur’ân’ın ifadesine göre, en başta Hz. Peygamber olmak üzere ona ümmet olma şerefine nail olan herkese düşen birinci vazife, tebliğdir. Ancak bu konuda derin bir muhasebeye ihtiyaç vardır. Tebliğ hususunda, hakikatleri insanlara ulaştırma konusunda ne tür bir gayretin, çabanın, planın ve programın içerisindeyiz. Bu alanda yeterli, bilinçli ve detaylı bir tebliğ görevini yapabiliyor muyuz? Elimizden gelen beşeri imkanları seferber edebiliyor muyuz? Bütün bunların sorgulamasını ve eleştirisini yaptıktan sonra sonucu Allah’a havale etmekten başka çıkar yol yok.

    Kâinat içerisinde hak da olacak, batıl da varlığını koruyacaktır. Hakkın tabileri ve temsilcileri olduğu gibi, batılın adamları ve sahipleri de bulunacaktır. Birlik ve ittittifak da olacaktır, ayrılık ve ihtilaf da. Zalim de zulmünü icra edecek, mazlum da âhını göklere kadar ulaştıracaktır. Bütün bunlar, “Sünnetüllah” yani, ilahî kanun çerçevesinde seyredecektir. “Eğer rabbin dileseydi, bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler?" (Hûd, 11/118) âyetinde açıkça işaret edilen ihtilaflar, insanlığın var olduğu günden beri devam ediyor ve kıyamete kadar da sürecek. Bu nizam içerisinde Müslümanın görevi, hep hakkı anlatmak, hakkın tarafında yerini almak ve sürekli halk kulvarında emanetini teslim edinceye kadar koşmaktır.

    Allah Teâlâ, insanı bazen darlıkla, bazen de genişlikle imtihan eder. Bolluk, nimet, refah ve huzurla yapılan imtihanın derecesi, kimi zaman şiddet, sıkıntı ve musibetle yapılan imtihandan daha fazla olabilir. Bolluk bir başka imtihan şeklidir. Tıpkı sıkıntı ve darlıkla yapılan imtihan gibi. Allah, kendisine iman ve itaat edenleri çeşitli şekillerde dener. Darlık ve sıkıntı ile imtihan edilen mümin sabreder, bollukla imtihan edilince de şükreder. Neticede her iki husus da mümin için hayırlı olur. Nitekim bir hadis-i şerifte; “Ne tuhaftır ki, mü’minin bütün işleri hayırdır. Ve bu hayır mü’minden başka kimse için yoktur. Ona bir bolluk isabet edince şükreder ve bu onun için hayır olur. Ve yine ona bir sıkıntı dokununca da sabreder Bu da onun için hayır olur.” 2 buyurulur.

    İnsan, elindeki nimetlerin, yaşadığı huzur ortamının elinden alınması ile de imtihan edilir. “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.” (Hûd, 11/9) “İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer.” (İsrâ, 17/83) “...Şayet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenalık gelse hemen ümitsizliğe düşüverirler.” (Rûm, 30/36)

    Yukarıdaki âyetler; huzur, refah, mutluluk ve nimet içinde yüzerken haktan yüz çeviren bir ruh halini, sıkıntı, musibet, darlık ve yokluk anında ise ye’se düşen, karamsar, bezgin ve üzgün bir tavır sergileyen insanın durumunu ne kadar da güzel tasvir ediyor.

 

    Ye’s konusunda Kur’ân’ın şu mesajları bizim için çok önem arz etmektedir. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” (Zümer, 39/51) Mü’min hangi durumda olursa olsun Allah’ın rahmetinden ümidini asla kesmez. Zira Allah’ın rahmetinden ümit kesmek kafirlere mahsustur. Nitekim şu âyet bunu açıkça ifade etmektedir. “... çünkü kafirler topluluğundan başkası, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf, 12/87)

    Mümin her durumda Allah’tan gelecek bir hayır ümidi içinde olmalıdır. Çünkü mümin, bir sıkıntıya düştüğünde Allah’a yönelen, bolluk anında ise O’na hamdeden bir kimsedir. Diğer taraftan Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, ancak kafir kimseler için söz konusudur.

    “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139) Uhut savaşında müminler, ilk başta mağlubiyetle baş başa kalmışlardı. Hz. Peygamber’in dişlerinin kırıldığı, yüzünün yaralandığı ve Müslümanların 70 şehit verdiği bir ortamda bu âyet inmişti. Müminlere ümit ve cesaret aşılayan bu âyet, çağlar boyu inananların en önemli hareket, aksiyon ve direnç kaynağı olmuştur.

  Müslüman, inancını yaşarken, davasını anlatırken, canını, malını, vatanını ve mukaddesatını korurken umulmadık sıkıntılarla, zorluklarla ve tahammül edilmesi nerdeyse mümkün olmayan olaylarla karşılaşabilir. Bu durumlarda asla iradesini sarsmamalı, cesaretini, ümidini, aşkını, şevkini yitirmemeli, kararlılıkla, azimle, sabır ve sebatla direnmelidir. Dünyada gelişen olaylar, asla onu ümitsizliğe sevk etmemelidir. Yaşanan zulümler, baskılar, insanlığın onurunu zedeleyen uygulamalar, asla onu, karamsarlığa, bezginliğe ve gevşekliğe sevk etmemelidir.

   KERİM BULADI

1 -Bkz. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, 1994, III, 335

2 -Müslim , Zühd, 64; Ahmed b. Hanbel, IV,332, 333, VI, 15, 16

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)