• Nombre de visites :
  • 4003
  • 5/8/2008
  • Date :

İslâm Kardeşliğinin Teşekkülü

kabe

    Kardeş denildiğinde, genellikle aynı anneden ve babadan dünyaya gelen kişiler, yani aynı karını paylaşan karındaşlar akla gelse de, aynı dine mensup olmayı ifade eden akîde birliği de kardeşliği oluşturur. İslâm dininde, nesep yönüyle kardeşliğe de belirli ölçüler içinde hukukî bir yer verilmekle birlikte esas kardeşlik, akîde temeline dayanmaktadır (9/Tevbe, 23) .

     Allah (c.c.), Kur’ân-ı Kerîm’ de şöyle buyurmaktadır:

"Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan ittika edip korkun; umulur ki merhamete ulaşırsınız." (49/Hucurât, 10).   

   Âyet-i kerîmeden de açıkça anlaşılacağı üzere, ancak iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedirler. Bu âyetin net bir şekilde ortaya koyduğu gibi, yeryüzünün neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyorlarsa konuşsunlar, hangi kavme mensup ve hangi renkten olurlarsa olsunlar bütün mü’minler kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridir, birbirlerinin sâdık dostlarıdır. Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluşturur/oluşturmalıdır.

   Aslında kardeşlik dille ya da yazıyla anlatılmaz. Kardeşlik, ümmet bilincinin ortaya konulduğu ve hayata yansıyan dayanışma ve işbirliğiyle ortaya konulur. Kardeşliğin tesis etmesi için her şeyden önce akîdenin bir olması gerekmektedir. Hucurât sûresi 10. âyeti, "mü’minler ancak kardeştir" şeklinde, mü’minlerin birbirleriyle ilişkisinin kardeşliğe ters olamayacağı şeklinde anlaşılabilirken, esas olarak "ancak mü’minler kardeştir" şeklinde, gerçek anlamda ideal kardeş olmak için iman birliğinin şart olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.

   Ulus devletler, İslâm’ın ilkeleriyle, kardeşlik anlayışıyla bağdaşmaz. Aslında tüm müslümanlar ümmet adlı evrensel bir ailenin evlâtlarıdır. Bu aileyi tek imam/lider yönetir. Düşünebiliyor musunuz bütün dünya müslümanları tevhid ekseninde birleşse, Kur’an’ın istediği gibi tek ümmet olsa, neler olur? Neler olmaz ki… Hayali bile insanı mutlu ediyor. Hangi zâlim güç, hangi emperyalist devlet, hangi tâğut dayanabilir ki… İşte kardeşliğin, ümmet olmanın, vahdetin önemi…

   Bu kardeşliğin gücünü bilen kâfirler, ümmeti bölüp parçalamakta, yapay ayrılıkları körüklemekte ve tek ümmet olmaya giden yolu müslümanlara hayal bile ettirmemektedir. Ama, kâfirler kadar bile konunun önemini kavramayan müslüman geçinen halk, ihtilaftan tefrikaya, tefrikadan düşmanlığa, düşmanlıktan savaşa kadar her şeytanî yolu kardeşi için ortaya koymaktan çekinmemektedir. Irak’tan yakına ümmetin perişan halinin fotoğrafı budur. 

   Ya kardeşlik bilincini kuşanıp birleşeceksin, ya bir leşe döneceksin! Bir leş olmaktan kurtulmak için bir’leşmek, olmazsa olmaz şarttır. Bir Allah’a inanan tevhid eri müslüman, her şeyde tevhidi/birlemeyi öncelikler. Tevhidin bir tanımı da, her şeyi birbiriyle irtibatlandırmak ve her şeyin bir olan Allah’la irtibatlı olduğunu kavramaktır. Önce kendimizle, iç dinamiklerimizle birleşmek, fıtratımızla ve inancımızla kopan bağımızı yeniden sağlamlaştırmakla işe başlamalıyız. Aynı dinin, aynı dâvânın insanı olan tüm ümmetle birleşmek dünyevî ideallerimizin başında gelmeli. Bütün bunlar için de Rabbimiz’le irtibatımızı sağlamlaştırmak gerekiyor.

   İslâm’ın hâkim değil, mahkûm olduğu günümüz dünyasında kardeşliğin yerini bireysel çıkarlar almıştır. Bencillik, hazcılık ve tüketim modern insanın dini haline gelmiştir. Gönül zenginliklerinin unutulduğu, îsâr ve infakın ne olduğunun bilinmediği bir ortamda kardeşlik denilen kavramın içeriği davulun içi gibi bomboş olacaktır. Zaten artık, cemaatleşmiş müslümanların dışında kimse, birbirine "kardeşim" diye hitap etmemekte, kardeş kelimesine günlük hayatlarında hiç yer vermemektedir. Artık kimse kimseyi "kardeşim" kelimesinin sıcak mesajına lâyık görmemektedir. "Kardeş"in yerini resmî ve soğuk bir "beyefendi", "bacım"ın yerini "hanfendi" almıştır. İslâm dışı düzenler de insanları kardeş değil, vatandaş yapmak için uğraşmakta, başka etnik kökenden gelenlerin de kendilerini illâ devletin resmî ırkından saymaları gereğini dayatmaktadır.

   Tâğûtî düzenler ve ideolojilerin, kendi aralarındaki dayanışma için laik kavramlar kullanmaları gayet doğal kabul edilir. Ama kendilerini İslâm’a nisbet eden bazı grupların İslâm kardeşliği ve ümmet kavramları yerine soğuk ve resmî başka kavramlar kullanmaları kardeşliğe teorik planda bile zarar veren tavırlar olarak değerlendirilmelidir. Müslümanları hor gören bazı çevrelerin kâfirleri hoş görüp onlarla diyaloğu kardeşleriyle işbirliğine tercih etmeleri, kardeşlik konusunun sadece bir ahlâk sorunu olmadığını, aynı zamanda bir din anlayışı sorunu olduğunu da ortaya koymaktadır. Bazı cemaatlerin de kardeşlik kavramını sadece kendi cemaat üyelerine lâyık görüp diğer tüm müslümanları onlardan ayırmaları da yine olayın farklı bir vehâmetini gözler önüne sermektedir.

   Bütün müslümanları kardeş kabul eden ve kendini şuurlu bir müslüman gören kardeşlerimizin de her konuda kardeşlik hukukuna riâyet ettikleri, sosyal hayatta kardeşlerine karşı görevlerini hakkıyla yaptıkları da söylenemeyeceğine göre işimiz hayli zor gözükmektedir. Hâlbuki İslâm, mü’ minleri sevip onlarla kardeşlik ilişkisini iman etmenin zarurî bir yansıması olarak görmüştür. Mü’min mü’min için cennet vesilesidir; mü’min mü’ minin iki cihan cennetidir. Bir mü’minin, diğer iman eden kardeşlerine görevlerini yerine getirmeden dünyada devlete, âhirete cennete ulaşması çok zordur.

    "Vahdet", "Tevhid" kelimesi ile aynı köktendir; ikisi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tevhid, birlemek; vahdet de birleşmek demektir. Allah’ı birlemeyen kimsenin, tevhide iman edenlerle birleşemeyeceği gibi; vahdet anlayışından ve ahlâkından mahrum insanın da gerçek muvahhid olması beklenemez.

   Zorba müstekbirlerin ittifak ve koalisyon yapmaya mecbur olduğu bir dünyada, müstaz’af mü’minlerin yaşadıkları topraklarda bile ciddi mânâda birliktelikler oluşturamayışları hangi nakil ve akılla izah edilebilir? Küresel bir yangın alanına dönen müslümanların yaşadığı ülkelerde, cehennemî yangınları söndürmek için güç birliği oluşturmayan felâketzedelerin gözyaşları, yangınları söndürmek bir tarafa, benzin görevi yapmaktadır. Hem mevcut müslümanların konumu hem de İslâm düşmanlarının tavrı müslümanların kardeşliği ve dayanışmasını, "hemen şimdi" şiarıyla kulak zarını patlatacak sesle çağırmaktadır. İslâm topraklarının insanlık düşmanları tarafından fiilen ve resmen işgali bizi birleşip dayanışmaya zorlamıyorsa demek ki, biz de işgale uğramışız demektir. Bir ülke topraklarının işgalinden çok daha kötü olanı, gönüllerin ve kafaların işgalidir. Savaş, öncelikle, insanın içinde kazanılır veya kaybedilir.

islâm kardeşliği

     İşgal güçlerinin ajanı olarak faâliyet yapan uzaktan kumandalı medyanın, câhilî eğitimin ve çevre şartlarının oluşturduğu fitne ve fesadın mü’minlerin gönüllerini ve kafalarını işgali, onların kardeş olduklarını hatırlatıp birleşmelerinden başka yollarının olmadığını haykırıyor. Emperyalizmin orta doğunun kalbine hançer gibi sapladığı kan içici İsrail’in ve dünyaya yayılmış siyonizmin vahşeti, müslümanların tek ümmet olmalarının hemen ve her yerde gerçekleşmesini farz-ı ayın kılıyor. Bir önderin söylediği gibi, mü’minler birleşip birer kova su dökseler, İsrail’i sel alıp götürür. Doğru, ama bundan önce, dünyevîleşip yahûdileşen iç dünyalarını arındırmak için suyu kendi temizlikleri için kullanmaları şartıyla. İçimizdeki İsrail ve Amerika ile savaşamadan dışımızdaki görüntüleriyle savaşmak mümkün değildir. Kendi mescidlerini işgalden kurtaramayanların Mescid-i Aksâ’yı kurtarmaya kalkmalarının mümkün olmadığı gibi.  

   İslâm’a hâkimiyet hakkı vermeyen bugünün dünyası, bütün cepheleriyle beşerî ideolojiler bataklığına dönüşmüştür. Modern uygarlık, temel insanlık sorunlarına cevap verememiştir. Batı uygarlığı etnik çatışmalara ve savaşlara çözüm bulamamış, tam tersine emperyalizmi globalleştirmeye, saldırı ve işgallere çanak tutmuştur.

       İlâhî vahiy, evrensel özelliklere sahiptir. İslâm, birleştirici tüm değerleri içerdiği için, tüm insanlık ailesine ulaşmak ister. Kardeşlik bilincinin yeniden hayata hâkim olabilmesi için yerel, bölgesel, ulusal farklılıkların aşılabilmesi gerekir. Klişelerle, sloganlarla, tarafgirlikle sağlam bir kardeşlik, köklü bir cemaat ve evrensel ümmet teşkil edilemez. Gerçek bir cemaat yapısı güçlü kişiliklerle inşâ edilebilir.

   Çağdaş dünya her alanda kaosu, dehşet ve kıyâmeti yaşıyor. Modern Batının çağdaş insana vereceği bir vaat, umut ve değer yoktur. Batı ve modernlik demek, tüketmek ve tükenmek demektir; sömürü ve işgal demektir; gözyaşı ve kan demektir. Dünyanın son şansı, İslâm ümmetinin yeniden dünya sahnesine çıkmasına fırsat vermektir. İslâm ümmeti, yeryüzünde halifelik görevini kuşanarak tüm coğrafyalarda ıslah çabalarına girmelidir. Ümmet ve devlet olmak için cemaat olmak, cemaat olmak için de kardeşlik bağıyla bağlı olma bilinci ve davranışı gerekmektedir. Bugünkü müslümanların Kur’an’ın istediği şekilde ümmet olabilmesi için öncelikle bireyler olarak tek tek tevhidî bir inanca sahip olmaları, Allah’ın hükmüne kayıtsız şartsız teslim olmaları gerekmektedir. Müslüman bireyler, tevhidi sadece siyasal gerekleriyle değil; tüm muhtevâsıyla özümseyip hayatlarına aktarmaya çalışan ve ahlâkî örnekliği olmazsa olmaz gören bir seviyeye yükselmelidir. Ancak gerçek ve bütüncül anlamda tevhidî bilince ve güzel ahlâka sahip olan mü’ minler, birbirlerini kardeş kabul edebilir ve yeniden ümmet bütünlüğü içinde yeryüzünün halifesi görevini üstlenebilir. Müslüman bireyleri birbiriyle kaynaştırıp kardeşliklerini pekiştiren ve onları cemaat ve ümmet haline getiren İslâmî kurumlar, câmiler, vakıflar, infak kurumları işlevini kaybetti. İslâm devletinin yerini bâtılla hükmeden ulus devletçikler, halifenin yerini tâğutlar aldı.

    Câmiler ve mescidler toplumun yüreği ve kardeşliğin çimentosu olmaktan çıktı. İslâm’ ın ilk dönemlerinde mescidlerin sosyal, toplumsal, kültürel ve siyasal işlevleri vardı. Câmi toplanılan yer demekti. Bugün câmiler, sadece namaz kılınıp sonra dağılınan mekânlar haline dönüştürüldü. Böyle bir ortamda kardeşliğin yerini bireyselliğin alması kaçınılmazdı ve öyle oldu. İnanç sistemi, ibâdeti, amel ve ahlâkı ile, hukuk sistemi, eğitim anlayışı ile, kısaca dünya görüşü ve âhiret anlayışı ile bir bütündür, parçalanamaz İslâm. Tesbih taneleri gibi, İslâm’ın halkalarından biri kopunca diğerleri de dağılır. Tüm sistemlerinin koparıldığı bir durumda, İslâm’ın sadece kardeşlik anlayışını hâkim kılamazsınız.    

      Çare İslâm’dır; Her şeyiyle, bütün nizamıyla İslâm. Vatandaşlık, ulusalcılık, taraftarlık, grupçuluk, fan klüpçülük… değil, İslâm kardeşliği. İslâm kardeşliğinin teşekkülü zorunludur. Çünkü Kur’an kardeşliği emretmektedir.

"Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan ittika edip korkun ki, merhamete ulaşasınız." (49/Hucurât, 10)

    "Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık (yoldan çıkma) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte böyle kimseler zâlimdir." (49/Hucurât, 11)

     "Allah’a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (8/Enfâl, 46)

     "Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın..." (3/Âl-i İmrân, 103)

    "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır." (3/Âl-i İmrân, 105).

  

   Tarih kardeşliği emretmektedir. Başta Benî İsrâil olmak üzere, nice eski kavimler kardeş olmaları gerekirken tefrikaya düşmeleri yüzünden acı mağlûbiyetler tatmışlar, niceleri tarihten silinmişlerdir. Beylikler dönemindeki durum ile Osmanlılar arasındaki fark ve yine ırkçılık, milliyetçilik (ulusalcılık) gibi ümmetin vahdetini bozan fikirlerle tek ümmet ve büyük tek devletten küçük küçük 87 ülkeye ayrılmış, ciddî ağırlıkları olmayan günümüz müslüman dünyasının durumu, ibret almak için yeterlidir.

   Günümüzün/çağımızın konumu kardeşlik dayanışmasını emretmek tedir. Avrupa ülkeleri, aralarındaki sınırları kaldırıp Avrupa Birliği adı altında hemen bütün güçlerini birleştirmektedir. Birleşmiş Milletler, Nato vb. ittifakların konumu ve ağırlığı göstermektedir ki bugün işbirliği ve ittifak yapan, birleşen kardeş uluslar yarınlara hâkim olabilecektir. "Küfür tek millettir" prensibini hayata geçiren küfür dünyası tek bir devlet olmaya doğru hızla giderken, müslüman dünyanın mezhep, meşrep ve yöntem kavgalarıyla birbirine savaş açması ümmet ve kardeşlik anlayışı açısından ancak cinayet ve intihar kelimeleriyle izah edilebilir. 

   Ekonomi kardeşlerin işbirliğini emretmektedir. Müslümanların kalkınması, sömürü ve kapitalizmin zulüm çarklarından kurtuluşu, kendi ekonomik güçlerini birleştirip ortaklaşarak ticârî kuruluşlar, holdingler kurmalarını gerektirmektedir. Devir, bakkal devri olmaktan çıkıp süper ve hiper marketler devri olmuştur. Bu da kapitalist vampirlerin mü’min kanı emerek azgınlaşmaması açısından müslümanların kardeşliğini, dayanışmasını gerektirmektedir.

islâm kardeşliği

   Mevcut müslümanların konumu, din düşmanlarının tavrı müslümanların kardeşliğini emretmektedir. Filistin’in Siyonistler, Afganistan ve Irak’ın Amerikalılar tarafından resmen işgali ve bunlardan daha acı olan kâfirlerin yerli işbirlikçileri olan İslâm düşmanları tarafından müslümanların devletlerinin işgali, onların yönlendirdiği medyanın, çevre şartlarının, câhilî eğitimin oluşturduğu fitne ve fesadın müslümanların gönüllerini ve kafalarını işgali, mü’minlerin birleşip kardeş olduklarını isbat etmelerinden başka seçeneklerinin olmadığını haykırıyor. İsrail’in vahşeti, Amerika’nın dehşeti müslümanların hemen şimdi kardeşliklerini göstermelerini farz-ı ayın kılıyor.

   Tecrübe vahdeti emretmektedir. Yüzlerce senedir müslüman halk kültürünün ortak ürünü olan atasözleri, bu deneyimi aktarır: "Nerde birlik, orda dirlik.". "Bir elin nesi var? İki elin sesi var." "Tek el, kendini yumaz."                                                        

   Matematik kardeşliği emretmektedir. Alt alta dizilen/yazılan meselâ dört tane 1, en fazla 4 ederken; aynı sırada dizilen, namazdaki saf düzeniyle kardeş kardeşe, omuz omuza, yan yana gelen dört tane 1 ise, 1111 (bin yüz on bir) edecektir. Dört tane 1’in yan yana gelip kardeşlik kurarak birleşmesi, 1111’in gücüne eşitlenecektir. O yüzden Nebevî lisanla "cemaatte rahmet vardır" buyurulmuştur.

   Dünya huzuru müslümanlar arasında kardeşliği gerektirmektedir. Fesat ve kargaşanın, tefrika ve sürtüşmenin gereksiz tartışma ve ihtilâfın, eleştiri bombardımanının olduğu ve bireyselciliğin öne çıkıp herkesin sadece kendini düşündüğü yerde huzur olmayacak; kardeşlik ve vahdetin, ittifak ve cemaatin olduğu yerde ise huzur olacaktır.

   Kardeşlik Nasıl Gerçekleşir? Kardeşlik Dayanışması İçin Neler Yapmalıyız?

   Kardeşliğin gerçekleşmesi için gerekenlerin altını çizmek ve çözüm yolunu özet olarak belirtmek gerekirse, şu hususlara vurgular yapılmalıdır: Kur’an ve sahih sünnet çerçevesinde iman birliğiyle dayanışmaya kardeşlik denildiği için, değişik kaynaklar edinen insanların tefrika içinde bölük pörçük olmaları gâyet doğaldır. Kur’ an’dan başka bir kitabı mutlak hakikat ve mutlak kaynak edinen her insan, tabiatıyla kaynakları farklı olduğundan diğer mü’minlerle kardeşliğe ve onlarla vahdete ulaşamaz. Peygamberimiz’den başka bir insanı masum kabul edip ona mutlak itaat etmenin gereğini savunmak da aynı şekilde kardeşliğe engel tavırdır.

   Kardeşlik, her konuda aynı olmak, hiç ihtilâf etmemek, kardeş kabul ettiği kimselere devamlı baş eğmek değildir. Mü’minlerin dinin esas meselelerinde, Kur’an ve sahih sünnetin kesin olarak hükme bağladığı temel konularda birleşmesi ve bu doğrultuda işbirliği yapması, cemaat ve ümmet olmasıdır kardeşlik. Mü’minler arasında kardeşlik ve vahdete engel durumlar varsa, bu ya iman sorunundan, ya da ahlâk sorunundan veya her iki sorundan kaynaklanmaktadır. Kardeşlik dayanışması, yakından uzağa doğru oluşup adım adım genişleyebilir. Bütün mü’minlerin kardeş, velî/ dost bilinmesi gerekir. Mü’minlerin birbirlerini, özellikle farklı cemaat mensubu dâvâ adamlarını topa tutup, dine savaş açanları unutmaları büyük bir cinâyettir. Düşmanlık için, Kur’an’ ın belirttiği İslâm’a savaş açan tâğut ve zâlimler yeterlidir.

   Bütün mü’minlere elimizi, gönlümüzün tercümanı olarak uzatmalı, gülümseyen yüzümüzü sevgi dolu ifadelerle zenginleştirip kardeşlerimize ikram etmeliyiz. Mü’min olan tüm muhâtaplarınıza elinizi uzatırsınız, ama tokalaşacağı yerde elinizi ısırmaya kalkanlara karşı ne yapacaksınız? Misyonervari şekilde, ısırsın diye diğer elinizi mi uzatacaksınız? Tabii, sizi kutsayıp toka için uzattığınız elinizi öpmeye kalkışanların da ısıranlar kadar tehlikeli olabileceğini unutmamalısınız. Sevdiğimizi Allah için sevmenin göstergesi olarak, bize, nefsimize, yöntemimize, çalışma sistemimize karşı çıkan farklı müslümanlara düşman olmayıp hatta onlara da duâ etmek kardeşlik hukukuyla ilgilidir. Aynı görüş ve metodu paylaşmadığımız mü’min kardeşlerimizi ictihâdî ve teferruatla ilgili hususlarda mâzur görmeli, onların görüşlerinin doğru olma ihtimali olan yanlışlar olduğunu düşünmeli ve bağnazlıktan kesinlikle uzak durmalıyız.    

   Kardeşlik dayanışması ve vahdetin tüm müslümanlarla hemen gerçekleşecek kısa vâdeli bir çözüm olmadığını bilerek, bunun alt yapısı için hepimiz diğer kardeşimizden önce kendimiz adım atmalı, farklı cemaat mensuplarına gönül ve kucak açmalı, ziyâret etmeli, onları sevdiğimizi ispat edecek yaklaşımlarda bulunmalı, hor görüyü sadece kâfirlere, hoşgörüyü ise hangi gruptan olursa olsun tüm muvahhid mü’minlere gösterebilmeliyiz.

   "Filan memleketten adam çıkmaz!", "falan mezhep bâtıldır, mensupları kâfirdir", "ben falan cemaatle veya filanlarla bir araya gelmem!", "onun olduğu yerde ben yokum!", "şu kitabı (gazeteyi, dergiyi, yazarı) okuyanlar şucudur, bunları okuyanlarla işbirliği yapılamaz" gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz anlayışla kardeşlik ve vahdet değil, ancak tefrika ve fitne üretilir.

   Nisbî/göreceli doğruları, beşerî yorumları, din ve mutlak hakikat gibi değerlendirmemeli, insanları kendi doğrularımıza, kendi mezhep, meşrep, metot, dernek, vakıf ve faâliyetlerimize dâvet etmek yerine, İslâm’ın mutlak doğrularına dâvet etmeliyiz. Müslümanlarla ihtilâf edeceğimiz konulardan ziyade ittifak halindeki konulardan yola çıkarak asgarî müşterekleri giderek artırmak önemsenmeli, dostluk ve sevginin giderek samimiyete ve işbirliğine dönüşmesi hedeflenmelidir. Müslüman cemaatlerle ittifak ettiğimiz konularda işbirliğine gitmeli, ihtilâf ettiğimiz konularda birbirimizi mâzur görmeliyiz. Sadece benim mezhep, cemaat, teşkilât, metot, lider ve görüşüm hak, diğerleri bâtıl demekten sakınıp kendi doğrularımızın "yanlış ihtimali olan göreceli doğru" olduğunu, muhâtap mü’minlerin de "doğru ihtimali olan yanlış" görüşleri olduğunu, empati ile ve göreceli doğruların bir’den fazla olabileceğini unutmadan olgun mü’mine yakışan şekilde değerlendirebilmeliyiz.

   Bir cemaat mensubu, bir meşrep ve mezhep mensubu olmakla; hizipçi, mezhepçi, bağnaz olmak arasında cennetle cehennem kadar farkın olduğu unutulmamalıdır. Dinin temel esasları dışında, meşrû özgürlük alanlarında ve yasaklanmamış çalışma metotlarında farklılık bir zenginliktir; tefrika ise tüm zenginliğin kaybı, ölümcül fakirlik. Allah’ın ve Rasûlü’ nün farklı anlaşılmayacak şekilde hükme bağladığı mutlak hakikatlerin dışında beşerî doğruların ortaya çıkması için uygun zaman ve zeminlerde ve de âdâbına uyularak tartışılması gerekmektedir. "Bârika-i hakîkat, müsâdeme-i efkârdan çıkar." Yani, hakikat şimşeği, farklı fikirlerin çarpışmasıyla meydana gelir.     

    Ümmetin dertleriyle dertlenmeyenin onlardan olmadığı nebevî ifadesi ışığında tüm ümmetle kardeşlik bağı oluşturan yolları açmamız, kardeşliğe engel olan ulusçuluk, vatandaşçılık, ırkçılık gibi yapay ayrımlara giden yolları yasak yollar olarak görmemiz gerekmektedir. Bir Allah’ın bir tek olan hak yolundan giderek birr’e ulaşmak için muvahhid/birleyici müslümanların birbirini sevmeleri ve ittifak ettikleri konularda birleşip işbirliğine gitmeleri, ihtilâf ettikleri konularda birbirlerini mâzur görerek ihtilâf âdâbına riâyet etmeleri ve kardeşlik yolunda ilerleyerek adım adım ümmet birliğine doğru yol almaları gerekmektedir. Allah bizi dünya ve âhiret güzelliğine şöyle dâvet ediyor:

     "Ey iman edenler! Hepiniz topluca barışa, birlik ve dirliğe (Silm’e, İslâm’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır." (2/Bakara, 208)

    "Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (8/Enfâl, 46)

    "Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felâh (kurtuluş) bulanlardır." (59/Haşr, 9)

 

  Vuslat - Ahmed Kalkan


En iyi Ümmetin Belirtisi

HEPİMİZİN BABASI BİRDİR

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)