Eğitimde Cinsiyet Faktörü
Türkiye’de ve dünyada insanın verimli hale getirilmesi denince herhalde akla gelen ilk şey eğilim ve eğitime hazırlık kurumlarıdır. Özellikle konu insan ise ‘Ağaç yaşken eğilir’ atasözüyle insanda eğitim ve bilgi dağarcığı şekillenmesi nasıl başlamış ise öyle devam edeceği muhakkaktır. En azından sonraki değişikliklerin çok köklü zihni inkılap istediği bir realitedir. Bu bağlamda bizler eğitimin temeli olarak düşündüğümüz ilköğretim, lise ve kısmen de anaokulu üzerine bir özeleştiri yapacağız. Bu kurumsal yapılaşmanın daha doyurucu ve insanlığa gerçekten olabildiğince verimli olması için bazı tekliflerde bulunacağız.
Konuya temel teşkil etmesi açısından çocukla ilgili, özellikle de onun cinsiyeti üzerine bazı belirlemelerle giriş yapıp söyleyeceklerimizi bu doğrultuda sıralamak istiyoruz.
Evvela çocuk adına eğitimin temel olarak alınması söz konusu ise daha ana rahminde çocuğun teşekkülü için şartlar oluşmadan, anne ve baba adayının kendilerini bu yeni durum için hazırlamaları gerekir. Anne rahminde bu hazırlık devresinin ötesinde, terbiye yani bir anlamda tek yönlü eğitime başlanması lazımdır. Çocuğun ana rahmindeki halini ve doğana kadarki durumunu incelemeye başlamadan önce anne ve baba için kabul edilmesi gereken “ite ot, ata et” vermeme realitesini hatırlamak gerekir. Çocuk, üç aylık dönemin sonunda yavaş yavaş canlanmaya başlar fakat beyin daha önceden başlayan bir oluşumla, doğana kadar bazı hormonların tesiriyle şekillenir. İlgili hormonların salgılanıp salgılanmamasıyla organlar henüz teşekkül etmeden cinsiyet belli olur. Artık her şey, beynin bu işaretiyle yeni oluşuma ve yapıya uymak zorundadır.
Peki acaba nedir bu şekillenme? Gerçekten beynin şekillenmesindeki fark bu kadar açık mıdır ki eğitimi etkilesin ve belirleyici faktör olsun? Evet Beyin cinsiyet üzerinde çok tesirli bir organdır” diyerek başlıyor araştırmalar ve “Zihindeki cinsi kimliğin şartlandırma ve kültür değil de biyolojik programa göre tayin edildiği gerçeğinde herhangi bir kuşkuya yer yoktur” diyerek araştırmacılar kendilerince şüpheye dahi imkan vermiyorlar. Araştırmacı Psikolog Herbert LANDSELL, Bethesda’daki araştırma merkezinde beyinlerinin aynı bölümleri hasar gören erkek ve kadınların farklı bir şekilde etkilendiklerini keşfetti. Bu araştırmada beyinlerinin eşyaların şeklini ve içinde bulundukları uzayı kontrol eden, sağ tarafı çıkarılmış saralı bir grup ele alındı. Bu grupla beyinlerinin sağ yarıküresi hasar görmüş kadınların performansı pek az etkilenmiştir. Ancak; erkeklerin uzayla ilgili IQ testlerindeki becerilerini tamamen kaybettikleri; beynin sağ yarıküresi hasar görmüş kadınların ise hiç etkilenmediği görülmüştür. LANDSELL, dil becerisini barındıran sol yarıküre ile ilgili testler de uygulamıştır. Yine, beynin sol yarıküresi hasar görmüş erkeklerin konuşma kabiliyetlerini kaybettiği oysa beynin aynı yarıküresi hasar gören kadınların bu kabiliyetlerinin çoğunu koruduğu görülmüştür. Aynı bölümü hasar görmüş olmasına rağmen konuşma güçlüğü erkeklerde kadınlara oranla üç kat fazladır. Bu da LANDSELLin şu sonuca varmasına sebep oldu: ‘Kadınların konuşma ve üç boyutlu mekan becerileri beynin her iki yarıküresi tarafından kontrol edilmektedir.” Bu sonuç artık genel olarak kabul edilir durumdadır. Oysa bu tür melekeler erkeklerde daha belirgin bir şekilde olup; uzay-mekan becerileri sağ yarıkürede, söze yönelik beceriler ise sol yarıkürede bulunur. Ve bu bulgular sayısız araştırmalarla doğrulanmıştır. Yine Kanadalı Sandra WITLESON beyin farklılığının erkeklerde iki değişik faaliyeti aynı arda sürdürebilmelerinde kolaylık sağladığını ileri sürmüştür. Mesela; erkeklerin aynı anda konuşmak ve harita okumak gibi faaliyetleri kadınlara göre daha kolay sürdürebildiklerini testleriyle ortaya çıkarmıştır. Yine o, erkeklerde bu iki faaliyetin beynin farklı iki yarıküresi, kadınlarda beynin her iki yarıküresi tarafından kontrol edildiğini iki yarıkürenin çatıştığını ve böylece aynı anda konuşmak ve harita okumak gayretinde kadınların başarılı olmadığını söyler. Bu araştırmalarda beyin organizasyonlarındaki farklılıklardan dolayı uzay-mekan becerilerinde erkeklerin daha üstün olduğu, kadında her iki yarıküre tarafından kontrol edildiğinden kadınların böyle bir beceride erkeklerden daha az başarılı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kısa bir iki örnekle anlattığımız bu araştırmalar göstermiştir ki kız ve erkek beyni farklı bir yapılanma gösterir. Bunun da farklı uzmanlaşmayı doğurduğunu, hatta “Erkeklerin beyni daha uzmanlaşmıştır” bulgularıyla desteklendiğini görüyoruz. Akla hemen şu soru gelmektedir: “Acaba böyle ayrı beyin yapısına sahip olan iki cinsiyet aynı şeylere, aynı mı, yoksa farklı mı tepki gösterir?” Bizi de burada ilk planda ilgilendiren konu budur. Araştırmalarda yine soyut problemlerin çözümünde erkek beyninin sol yarıküresini kullandıkları halde, kadınların her iki yarıküreyi de kullandıkları, üç boyutlu şekillerin düz bir kağıt üzerinde nasıl yapılacağına dair zihni çalışmalarda erkek ve kız çocukların beyinlerindeki elektrik akımları deneylerle ölçülmüş ve erkek çocuklarda beynin sağ yarıküresinin daha etkin olduğu ortaya çıkmıştır. Kızlarda ise bu etkinliğin her iki yarıküreye de dağıldığı görülmüştür. Yine beyinlerinin sağ yarıküresine doğrudan doğruya ulaşmak için erkek ve kızların sol gözlerine problem sunulduğunda erkeklerin daha başarılı oldukları, kızların ise problem yaşadıkları ortaya çıkmıştır. Kanadalı Psikolog Doreen KIMURA ise dilbilgisi, yazım ve konuşma üretimi gibi dil mekanizmasıyla ilişkili beyin fonksiyonlarının, erkek ve kadınlarda farklı bir şekilde düzenlenmiş olduğunu bulmuştur. Araştırmada erkeklerde bu kabiliyetlere ait merkezlerin beynin sol yarıküresinin ön ve arkasında bulunurken, kadınlarda beynin ön tarafında odaklanmış ve yoğunlaşmış olduğu ortaya çıkmıştır. Beynin hangi faaliyette başarılı olacağı o fonksiyona ait bölümün odaklaşması ve yoğunlaşmasıyla orantılı olduğu da böylece anlaşılmıştır. Sıradan erkek ve kadınların beyinlerindeki yerleşim planı arasındaki farklılığın, erkek ve kadınların düşünce biçimlerini doğrudan etkilediği de bu araştırmalardan çıkan sonuçlar arasındadır.
Bu veriler yüzlerce araştırmacı tarafından tartışılmış ve aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:
- Beyin yapısındaki farklılık- lar cinsiyetler arasında davranış ve kabiliyet farkları oluşturur.
- Kız ve erkek beyinlerinin belirli bölümleri tarafından kontrol edilen becerilerde her iki cinsiyet de daha başarılı olur.
- Kızlar okumayı erkeklerden daha çabuk öğrenir.
- Kızlar sözel testlerde daha başarılı olur.
- Erkekler uzay-mekana ait becerilerde daha başarılı olur.
- Kızlar soyut matematik problemlerinin çözümünde sözel metotları daha çok kullanır.
- Kızlar erkeklere nazaran daha önce konuşur ve onların kelime dağarcığı daha geniş olur.
- Erkeklerin nesne yönelimli bir yapıları olur.
-İlkokul çağlarında kızların erkeklere kıyasla okumayı daha çabuk söktükleri ve bu yüzden erkek öğrencilerin aptal öğrenci olarak itham edildiği ve bunu şuur altına atarak sonraki eğitim hayatında olumsuz etkilendikleri bir gerçektir.
-Kızlar erkeklere oranla öğretmenleriyle daha iyi ilişkiye girerek derse daha aktif katılır.
-Eğitimdeki matematik ve nesne yönelimli derslerde erkekler daha üstün başarı gösterir , kızlar ise geride kalıp beceri çıkmazına girer.
Bu verilerden yola çıkarak eğitimde cinsiyet üzerine yeni bir ilmi şekillenmeye gidilmelidir. Nasıl ki farklı alanlarda eğitim gören iki ayrı gruba farklı stil ve farklı yaklaşım gerekiyorsa, mühendise anlatılan fizikle öğretmene anlatılan fizik nasıl farklı oluyorsa kabiliyet farklılıkları da daha yi değerlendirilip ilmi bir sonuca varmak mümkündür.
Bu meseleye bir de öğretmen açısından bakılmalıdır. Öğretmen sınıf içerisindeki farklı algılama ve beceriye yönelmiş gruplara müfredatı uygularken kızlar için ayrı erkekler için ayrı bir taktik mi uygulayacak yoksa bu ikilemin ortası var mı? Eğer varsa, kadınlar bu imkanlara rağmen erkeğin yanında modern dünyada neden yerini alamamış ve neden aynı alanda aynı beceriyi gösterememiş? Neden kadınlar 1960-1970 cinsiyet devrimi ile Shere HITE’nin de dediği gibi sadece “orta malı, arzuların tatmin aracı olma” durumuna düşmüşler ve birkaç istisna dışında varlık gösterememişlerdir? Erkekle aynı sırada yetiştirilmiş ve aynı ideal ve yönlendirmeyle hep yardımcı pozisyonda olan kadınlar insani ilişkilerin yoğun olduğu mesleklere talip olmuşlarsa da daha da ileriye neden gidememişlerdir? Kız ve erkeklerin aynı sırada eğitime tabi tutulmasının eskiden uygulanmayıp da şimdi uygulanıyor olması ve bu çıkmazı oluşturmasını Anne MOIR “Tarihte ilk defa erkek ile kız aynı sırada ve aynı eğitime tabi tutulmuştur” diyerek açıklıyor ve her iki cinsiyetin de becerilerini uygun alanlarda kullanamadığını söylüyor.
Kadın ve erkek arasındaki bu farklılık öyle sanıldığı gibi yüzeysel değildir. Bilakis toplumun birer ferdi olma açısından eşit ama bunun dışında eğer iki cinsiyet kıyaslanacaksa beceri ve kabiliyetlerde eşitsizlikler görülmektedir. Bu durumu Anne MOlR “farklılıklar, kuşkusuz daha derinlere inmektedir. Beyinde, beynin yapısında, önceliklerinde ve stratejilerinde yatmaktadır. Bunlar da umutlarımızı, amaçlarımızı, becerilerimizi ve yeteneklerimizi yönlendirir. Farklılıkların üreme olgusuna indirgenmesi fikri, yalnızca ilmi gerçeği değil, aynı zamanda erkek veya dişi insanlığımızı görmemezlikten gelmektir” diyerek ifade etmektedir. Eşitlik düşüncesiyle alakalı da Alice ROSSI “Çeşitlilik biyolojik bir olgudur, oysa eşitlik, politik, ahlaki ve toplumsal bir kavramdır” diyerek eşitlik kavramının bilimselliğine karşı kuşkusunu dile getirmektedir.
Eğitim sürecinin anaokulu ve ilköğretim gibi ilk döneminde erkek çocuklar pek başarılı olamıyor. Oysa ergenlik çağına gelince erkeklik büyük bir atılım göstererek, konuşma ve yazma alanlarında kızlara yetişiyor ve matematiksel beceride onları aşıyorlar. Erkek IQ puanları, on dört-on altı yaş arasında hızla yükselir, oysa kızların IQ puanları bu yaşlarda durgunlaşır, hatta bazen de düşer. Her ne kadar kızlar saymayı erkeklere oranla daha erken yaşlarda öğrenseler de -zaten her şeyi daha erken yaşlarda öğrenirler- erkekler kısa bir sürede matematiksel mantıkta daha üstün olurlar. Kızların matematikteki üstünlükleri zamanla basit toplama çıkarma işlemlerinden teorik seviyelere geçtikçe azalır. Yani beceride eşitsizlik bütün zaman dilimlerinde, aralarındaki farkı netleştirerek devam eder.
John HOPKINS Üniversitesi, Boston’daki üstün yetenekli çocuklar arasında 1972 yılında bir yetenek araştırması yapmıştır. Araştırmaya on bir-on üç yaşları arasında ve matematiksel yetenek ve sözel IQ açısından en yukarıdaki yüzde üçü teşkil eden binlerce çocuk katılmış ve testin matematiksel bölümünde erkekler daha başarılı olmuştur. Erkeklerin kızlara karşı başarısı testin zorluğuyla doğru orantılı olduğu ortaya çıkmıştır. Sekiz yüz erkekte 420 + puan alınan testlerde erkekler kızlara 1.5:1 oranında başarı sağlamış, 500 + puanda bu 2:1 olmuş, 600 + da 4:1 ve en üst 700 + düzeyinde ise oran 13:1 olmuştur. Açıktır ki cinsiyete bağlı farklılıklar yaş ilerledikçe daha belirgin olmaktadır. Erkek hormonu göze dayalı uzay- mekan becerilerini pekiştirir, oysa dişi hormonlar bu becerileri zayıtlatır. Bu yüzden de matematikte farklılıklar erkekler erişkin olduklarında daha da artar.
Erkeklerin mantık yürütmede, kızlarınsa toplama çıkarma gibi aritmetik becerilerde daha iyi olduklarını ileri süren teoriyi tartışan araştırmacılar, okulda matematik müfredatını kızlara ve erkeklere göre ayrı uygulamış, ama cinsiyetler arasında bu beceri farklılıklarının cinsiyetler ayrı ayrı disiplinlere ayrılmadan önce ortaya çıktığını görmüşlerdir. Bu durumu şu şekilde açıklayabileceklerini düşünmüşlerdir: “Matematik öğretmenleri çoğunlukla erkek olduğu ve matematik öğretiminin dili ve tutumu erkeksi olduğundan matematiğin kızların konularından olmadığı” kanısına varmışlardır. Öyleyse çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki eğitim sistemimizi temel cinsiyet farklılıklarımızı kabul ederek ve buna uygun şekilde yenilememiz daha anlamlı olacaktır. Fırsat eşitliği terdi olarak gayeleri gerçekleştirmekte eşitlik anlamına gelir ve bu da herhalde bu yüzyılda eğitim olarak üzerinde en çok durulan yaklaşımlardan biridir. Daha çok sayıda kadını mühendisliğe teşvik etmeyi ve okullarda matematik dersinin kızlar için daha kolay bir ders olmasını gerçekten istiyorsak, matematiği kadın beynine daha uygun bir şekilde öğretmenin yollarını bulabiliriz kuşkusuz.
Çocukların başlangıçtaki bu engellerin üstesinden gelebildikleri hakkında deliller vardır. Erkekler önceleri şuursuzca kızlara göre düzenlenmiş bu eğitimden dolayı zorluk çekerler ama ailelerinin bunu yapmaları konusunda diretmeleri ve erken yaşta söz konusu becerileri edinmemeleri halinde kaygılanmaları yüzünden akıcı bir şekilde okumayı yazmayı ve konuşmayı eninde sonunda öğrenirler. Ama bu tür bir diretme kızları uzay-mekana ait ilişkileri öğrenmeye sürüklemiyor; böylelikle erkek, okulda başlangıçtaki zayıflığının üstesinden gelir fakat müfredat belirli birtakım uzay-mekan becerileri gerektirdiğinde, bunu elde etmek için kızların yaşı geçmiş olur.
Sonuç olarak, denilebilir ki kız ve erkek kendi platlormunda değerlendirilerek, yaratılışları gereği her ikisi de en uygun yere konmalıdır ki en faydalı ve verimli bir istitade olsun. Yine ifadelerden anlaşılıyor ki ancak böyle bir verim her iki cinsiyet grubunun ayrı ayrı değerlendirilmesi, müfredatların farklı tutulması; yaklaşımların yaratılışlarına, yaşlarının gelişimine ve anlama kabiliyetlerine göre bir metot uygulanması alınacak verimi zirveye taşır. Temennimiz bu konudaki bilimsel çalışmaların artırılması ve ilmi objektiflikle, her iki gruptan da en iyi şekilde istifade yoluna gidilmesidir.
Umulur ki her fıtrat yerinde istihdam edilsin ve milleti adına her fert azami istifadeye sunulsun.
Şemsettin Polat-Sızıntı