Filistinli Çocuklar
Beş yaşınızdayken bir asker sizi postallarıyla tekmelese veya 5-10 yaşlarındaki çocuğunuzun kemikleri gözünüzün önünde demir çubuklarla kırılsa neler hissederdiniz? Bosna’da, Çeçenya’ da, Keşmir’de, Azerbaycan’da, Filistin’de ve daha kim bilir nerelerde bu zulümler bizzat hissediliyor, hem de daha acıları, daha şiddetlileri, ardı arkası kesilmeden. Bu zulümleri acımadan, tereddüt etmeden, sıkılmadan işleyen zalimlerin karşısında inleyen mazlumlar, daha çok kadın, ihtiyaç ve çocuklar. Yani korkak zorbaların güçlerinin yettiği insanlar. Bilhassa mazlum çocuklar bedenen ve ruhen öyle yaralar alıyorlar ki, izleri hayatları boyu devam ediyor. İşte size o çiçeklere benzeyen Filistinli çocukların çektikleri çilelerden solgun bir demet.
10 Şubat 1989’da dört yaşındaki Ali, Gazze’deki Cebelye mülteci kampında, evinin yakınlarında oynuyordu. Bir ara oyuncak tabancasını doğrultup oradan geçmekte olan bir İsrail devriyesine karşı “bang bang!” dedi. Bunu gören üç asker hemen koşup Ali’yi yakaladılar. Birisi oyuncağı alıp kırdı, sonra çocuğun sağ elini kavradı. Diğer asker de sırtından tuttu. Üçüncüsü ise Ali’nin uzanmış koluna tahta jopuyla vurmaya başladı. Bu arada yüzüne de şiddetli tokatlar atıyorlardı. Müdahale etmek isteyen komşular, devriyedeki diğer askerler tarafından engellendiler. Askerler yüzüne ve kırılıncaya kadar koluna vurmaya devam ettiler. Sonra içlerinden biri Ali’yi kaldırıp kaldırıma fırlattı. Çocuk yere düşünce diğeri tüfeğinin dipçiğiyle sol omuzuna vurdu. Askerler işlerini bitirdikten sonra devriyeye katılıp uzaklaştılar.
19 Aralık 1992’de, 9 yaşındaki Rana Ebu Seyir, kardeşine süt almak için dışarı çıkmıştı. 0 sırada, biraz ileride yapılan gösterilere karşı İsrail askerleri silahla cevap veriyordu. Bir mermi incecik vücudunu delip geçti. Rana bir elindeki alüminyum kap ve diğer elindeki bozuk paraları düşürerek olduğu yere yığıldı. Tozlar içindeki vücudu acılar içinde kıvranıyordu. Yardım etmeleri için bağırmak istedi, ama bir kelime bile konuşamadı. Yardımına koşmak isteyen komşular, askerler tarafından ikaz edildiler. Onu yalnız bırakmaları ve evlerinde kalmaları istendi. 15 dakika sonra almalarına izin verdiler. Yakındaki Nasser Hastahanesi’ne götürdüklerinde doktorlar çocuğun ölmüş olduğunu söylediler.
Bu hadiseler, binlercesinden sadece birkaçı. Bir Birleşmiş Milletler Teşkilatı olan UNRWA’nın kayıtlarına göre, son beş yıldır Batı Yakası ve Gazze’ deki hastahanelerde, asker ve sivillerin yaraladıkları 25.853 çocuk tedavi görmüştür. Bu bölgede yaşayan her beş çocuktan ikisi askerler tarafından dövülmüş, beşte biri de ateşli silahlardan çıkan mermilerle yaralanmıştır (Dünya kamuoyunu daha fazla infiale sevk etmemek için 16 gramlık plastik kaplı metal mermiler kullanılmaktadır). Hemen hemen bütün çocuklar, askerlerin evlerine yaptıkları gece baskınlarına ve aile fertlerinin dövüldüklerine şahit olmuşlardır. Bu aşağılayıcı zulümlere şahid olana masum çocukların ruh dünyalarının nasıl alt üst olduğunu tasavvur edin.
Öte yanda, Gazze’ deki 150.000 çocuktan 130.000’i CS ve CN zehirli gazlarına maruz kalmışlardır. Bu gazlar Güney Afrika’da, Kuzey İrlanda’da, hatta Los Angeles’ daki gösterileri yatıştırmak için kullanılan gazlardan beş kat daha tesirlidir ve helikopterlerden, gece yarılarında, evlerin tepelerine büyük miktarlarda boşaltılmaktadır. Hatta bu gazlar doğum kliniklerine ve acil servislere de atılmaktadır. Yüzlerce kadın bu yüzden düşük yapmıştır. 1987 senesinin Aralık ayında ABD, İsrail’e bu gazlardan 150.000 paket göndermiştir. Salsburg’ daki Federal Laboratuarlarda üretilen bu gazların gönderilmesine engel olmak için bir kamuoyu oluşturulmuşsa da, gaz sevkiyatına Güney Afrika üzerinden devam edilmektedir.
İsrailli askerlere verilen isim IDF’dir (İsrael Defene Forces), yani İsrail Savunma Güçleri. “Savunmak” kavramı kişiden kişiye ne kadar çok değişiyor değil mi?! Bu askerler çocukları döverken tüfeklerini, 60 cm uzunluğundaki tahtadan veya fiberglastan yapılmış coplarını, ağır postallarını, bazen de demir çubukları ve tuğlaları kullanmaktadırlar. Döverken uygulanan standart metodlar şunlardır:
1. Kurbanların başlarını sürekli olarak duvara veya askeri araca çarpmak.
2. Erkeklerin jenital organlarını, kızların da karınlarını tekmelemek.
Sorgulama anında kullanılan metotlar ise şunlardır:
1. Gözleri ve ellerini bağlayarak dövmek.
2. Elektrik vermek.
3. Üç tür yere kapatmak:
a. 1,5 m2’lik, içinde tuvalet bulunan karanlık bir hücre.
b- İnsan boyunda, fakat oturulamayacak kadar dar bir hücre.
c. Tabut şeklinde bir kutu.
Genellikle geceleri yapılan sorgulamalar sonunda çocuklardan İbranice bir itiraf belgesini imzalamaları istenmektedir. Bu işkenceleri İsrail Hükümeti de itiraf etmektedir, yalnız kullandıkları ifadeler şu şekildedir: “Güvenlik gayesiyle ele geçirilen zanlıların sorgulanmasında hafif fiziki ve psikolojik baskıların yapıldığı doğrudur.
İsrail basını da böyle “diplomatik bir dil” kullanarak ortalığı yatıştırmaya çalışmaktadır. Mesela , “The Jerusalem Post” gazetesinin bir haberinde, İsrailli askerlere taş atan üç adama açılan ateş sonucu birisinin öldüğü ifade edilmekte, 10-15 yaşlarındaki bu “çocuklar’ için kasten “adam” kelimesi kullanılmaktadır.
Çocukların eğilim ve öğretim yönünden de hırpalandıklarını hatırlatmakta fayda var. İki sene boyunca kapalı tutulan okullara açılış izni veren yetkililer, çocukların kaldıkları yerden değil, şimdiki sınıflardan devam etmelerini emretmişlerdir. Kendilerinin belirlediği müfredattan ayrılamayan öğretmenler, öğrenmeyi kolaylaştırıcı metotları da kullanamayınca çocukların çoğu okuma yazmayı bile doğru dürüst öğrenememiştir. Alternatif eğitim sınıfları ise birer suç unsuru olarak görülmektedir. Öğretmenlerin beşte biri “güvenlik sebepleri” yüzünden okullardan atılmıştır. Bu sadece, öğretmen yetersizliği meselesini doğurmakla kalmamış, İsrailli askerlerle mücadele eden büyük öğrencilerin geride kalan öğretmenleri, İsrail’le işbirliği yapan hainler olarak görmelerine de yol açmıştır. Ayrıca, askerler sürekli olarak okul çevrelerinde devriye gezmekte ve öğrencileri tahrik edip onlara tacizde bulunmaktadırlar. Grevler, sokağa çıkma yasakları ve kapamalar sebebiyle okuldan uzak kalan çocukların bütün derslerde geriledikleri tesbit edilmiş. Dört seneden bu yana üniversiteler kapalıdır.
İsrail’in hakimiyetindeki ekonomik düzende, üniversite mezunu Filistinli gençlerin bile çöp toplayıcı, temizlikçi ve vasıfsız işçi olarak çalıştıklarını gören çocukların arasından da idealist talebeler çıkmamaktadır.
Sağlık hizmetlerine yapılan müdahaleler de zulümlerin başka bir buududur. Acil servise yaralı götüren ambulanslar durdurulup şoför ve yanındakiler dövülmekte, hastahanelere baskınlar düzenlenmekte, doktorlar tutuklanıp sorgusuz sualsiz hapse atılmakta, devlet hastahanelerine ait fonlar kesilmekte, İsrail’e ait hastahanelerdeki tedavi ücretleri de artırılmakta ve peşin alınmakta, yaralı çocuklarını kurtarmak için aileler binlerce dolar bulmaya zorlanmaktadır. Evleri yıkılan insanların acısı da dramın başka bir sahnesidir. Maddi ve manevi hatıraları saklayan sıcacık yuvalarının yıkıldığına şahit olan Filistinli çocukların sayısı 8.500’dür. 11 Şubat 1993’de, 45 ailenin evleri boşaltılmış, kadın ve çocuklar komşulara gönderilmiş, erkekler gözleri bağlı ve elleri kelepçeli 12 saat aç ve susuz bir halde gözaltında tutulmuştur. Bu arada çocuklar ve kadınlar, roketatar mermileriyle evlerinin yerle bir edildiğini seyretmişlerdir. Bu operasyon sonucu 105 aile evsiz kalmıştır. Bunların arasında, üç gün önce doğum yapan ve şimdi bir çadırda yaşayan bir kadın da yer almaktadır. Bütün bu baskı ve zulümler, çocuklara sadece bedenen değil ruhen ve zihnen de çok fazla tesir etmektedir. Bir araştırmaya göre, bu çocukların % 50’si saldırganlık göstermekte, % 46’sı karabasanlar görmekte ve % 60’ı da yatağını ıslatmaktadır.
Bütün bu zulümlere bakıp da sahip olduğumuz nimetlerin kadrini idrak etmemek ne büyük bir nankörlük olur. Muhkem ve modern okullarımız, sıcak yuvalarımız, sağlıklı çocuklarımız ve talebelerimizle adeta nimet denizinde yüzüyoruz. Rahmeti Sonsuz’un gayret, himmet, dua, inilti, dert dolu ihlaslı sineler hürmetine nasip ettiği bu nimetlerin kadri ancak nimet cinsinden şükürle, yani Allah yolunda iman edip, hicret edip, mücahede edip, nefislerden ve mallardan fedakarlık etmekle bilinir. Unutmayalım, bizler bunları yaptıktan, ahdimizi yerine getirdikten sonra, hiçbir zalimin zulmünü Allah devam ettirmez. Yoksa bahsettiğimiz bu zulümleri sadece şaşkınlıkla okumaktan başka elimizden birşey gelmezse, birgün bunların (maazallah) bizim de başımıza gelebileceği düşünülmelidir.
Bizler kendi öğrencilerimizle bir derste bu hadiseleri okuduk. 12 yaşında bir öğrencimiz hiddet dolu bir sesle şöyle demişti: “Hocam, bizler niçin bir şeyler yapmıyoruz?” Evet, zaman artık birşeyler yapma zamanı.
MetinÖztoprak
Filistin’de kardeşim var 2 Filistinli Mülteciler (2)