• Nombre de visites :
  • 5513
  • 24/10/2007
  • Date :

İmam Hüseyin (a.s)'ın Kıyamı, La İlahe İllallah Şeceresini Korumak İçin Gerçekleşmiştir

İmam Hüseyin (as)

    İmam Hüseyin (a.s)'ın Kıyamı Zahiri Riyaset ve Hilafet İçin Değildi

     İmam Hüseyin (a.s)'ın, Yezid'in aleyhine olan kıyamı dünyevi makamlara ulaşmak için olsaydı, Nebiyyi Ekrem (s.a.a) O'na (a.s) yardım etmeyi emretmezdi. Nitekim bu konuda kaynaklarda birçok hadisler nakledilmiştir; onlardan birini aktarmakla yetiniyorum:

     Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi Yenabi'ul- Meveddenin 60. babında Buhari, Beğevi ve İbn-i Sikkin tarihinden, İmam'ul- Harem'in Zahair'ul- Ukbasından, Sire-i Molladan ve daha başka alimlerinizden naklen Enes bin Haris bin Ba'ye'den şöyle dediğini naklediyor: Resulü Ekrem (s.a.a)'den şöyle buyurduğunu duydum:

     Şüphesiz bu oğlum (Hüseyin), Kerbela denilen bir yerde öldürülecektir. Sizden her kim o gün orada olursa, ona yardım etsin.

     Sonra şöyle yazıyor: Enes bin Haris (Peygamberin emrine amel etmesi için) Kerbela'ya gitti ve orada Hz. Hüseyin (r.a) ile beraber öldürüldü.

     Demek ki, İmam Hüseyin (a.s)'ın Kerbela'daki kıyamı, hak için bir kıyam idi, makam sevgisi için değil.

     İtirazcılar eğer İmam Hüseyin (a.s)'ın şahadetinden, Ehl-i Beytinin esaretine kadar olan olaylar üzerinde düşünürlerse, hak ve hakikati görürler.

     Makam sevgisi için baş kaldıran ve zamanın devletine karşı kıyam eden biri, asla çoluk çocuklarıyla yola çıkmaz. Küçük çocukları, hamile kadını, kundaktaki daha ana sütü emen çocuğu kendisiyle götürmez. Aksine yalnız ve kendisini destekleyen bir grupla hareket eder, düşmana galip gelip hakimiyeti ele aldıktan ve hedefine ulaştıktan sonra ailesini yanına çağırır.

     Hz. Eba Abdillah'il- Hüseyin (a.s)'ın ailesi ve küçük çocuklarıyla birlikte yaptığı bu hareket, O'nun, dünyevi hilafet ve riyasette gözünün olmadığına ve düşmana galip gelmek için hareket etmediğine büyük bir delildir. Böyle bir kastı olsaydı, Yemen'e gider, kendisi ve babasının dostlarını başına toplar ve orayı merkez edinip savaşa tam olarak hazırlandıktan sonra hücuma geçerdi.

     Nitekim amcası çocukları, dostları ve kardeşleri sürekli Yemen'e gitmeyi önermiş, neticede olumsuz cevap almışlardır. Çünkü onun İmam (a.s)'ın asıl hedef ve maksadından haberleri yoktu.

     İmam Hüseyin (a.s)'ın Kıyamı, La İlahe İllallah Şeceresini Korumak İçin Gerçekleşmiştir

     İmam Hüseyin (a.s), galip olmak için hiçbir maddi imkanının olmadığını biliyordu. Seksen dört kadın ve çocukla yaptığı hareket, kesin bir sonuç almak içindi. İmam (a.s) bir taraftan, dedesi Hatem'ul- Enbiya (s.a.a)'in büyük zahmetler çekerek diktiği, Bedir, Uhud ve Huneyn şehitlerinin kanıyla suladığı ve Ali bin Ebi Talip (a.s) gibi bir bahçıvanın da bakıcılığını yaptığı şecere-i tayyibe olan La ilahe illâllahı korumak istediklerini biliyor, diğer taraftan ise zulüm, tehdit, katl ve yıkıp yakmakla bilgin bahçıvanın çıkarılması ve şecere-i tayyibeyi sulayanın onu sulamaktan alı koyulmasıyla, tevhid ve nübüvvet bahçesinin esas ve temelinin yok olmaya yöneldiğini görüyordu. Gerçi bazen asıl bahçıvan tarafından şecere-i tayyibe güçleniyordu; ama bu tam manasıyla yeterli olmuyordu. Nihayet bu bağın bakımı cahil ve inatçı bahçıvanların (yani Beni Ümeyye'nin) eline düşmüş oldu.

     Üçüncü halife Osman bin Affan'ın halifeliğinden itibaren Beni Ümeyye'nin eline daha çok fırsat geçti. Onlar Osman'ın zamanında kilit noktaları ele geçirdiler. O zaman kör olan lanetli Ebu Süfyan, Beni Ümeyye'nin meclisine gelerek orada yüksek sesle şöyle dedi: Hilafeti elden ele birbirinize devredin. Çünkü ne cennet vardır; ne de cehennem. (Yani ikisi de yalandır)

     Yine şöyle diyordu: Ey Ümeyye oğulları! Hilafeti top gibi elinizde tutmaya çalışın. And olsun Ebu Süfyan'ın yemin ettiği o şeye ki (maksadı sürekli yemin ettiği putlardır), her zaman sizin için böyle bir saltanat arzu ederdim; onu miras olarak çocuklarınıza devrediniz.

     Bu inançsız kavim, bütün yolları kapatmış, gerçek ve manevi bahçıvanın bu bağa koruyuculuk etmesine engel olmuştur. Çirkef Yezid'in hilafeti zamanına kadar şecere-i tayyibe neredeyse kuruyacaktı. Şeriatın ağacının ömrü bitmek üzereydi. Şecere-i tayyibe olan La ilahe illallah, Allah'ın adı ve dinin hakikati yok olmaya yüz tutmuştu.

Bahçesinin afetlere uğradığını gören her alim bahçıvan, doğal olarak hemen onu korumaya kalkacaktır. Yoksa, bahçesinin ürünleri tümüyle yok olabilir.

     O zamanlar, tevhid ve risalet bahçesinin bahçıvanlığı Hz. Eba Abdillah'il- Hüseyin (a.s)'a verilmişti. Beni Ümeyye'nin inat ve ilhadı işi öyle bir yere vardırmıştı ki, neredeyse tevhid ağacını kurutacak, hatta La ilahe illallah ağacının kökünü kazıyacaklardı. İmam Hüseyin (a.s) bu durumu görünce, yalnız ve yalnız risalet bağını sulamak ve şecere-i tayyibeyi (La ilahe illallah)'yi güçlendirmek için Kerbela'ya doğru hareket etti. Ama susuzluğun ağacın köklerine kadar işlediğini, normal suların artık etki etmediğini ve daha güçlü bir takviyeye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Ziraatçılar iyi bilirler, bir ağaç güçsüz düştüğünde, onu kurbanla güçlendirmeye çalışırlar. Yani koyun vb. gibi bir canlı varlığı, o ağacın canlanıp güçlenmesi için onun dibinde keser, derisi, eti ve kanıyla birlikte ağacın altına defin ederler.

 

İmam Hüseyin (as)

     Resulullah (s.a.a)'in reyhanı olan Seyyid'üş- Şüheda, alim bir bahçıvan olduğu için, şecere-i tayyibenin özellikle son yıllarda Beni Ümeyye'nin zamanında susuz bırakıldığını görmüştü. Onun normal sularla düzelmeyeceği belliydi, fedakarlık etmek gerekiyordu.

     Şecere-i tayyibe ve şeriat ağacını sulamak, onu güçlendirmek ancak kan vermekle mümkün olurdu. Bu yüzden La ilahe illallah şeceresini sulamak için en iyi gençlerini, ashabını ve küçük çocuklarını alarak Kerbela'ya götürdü. Çünkü onları orada şecere-i tayyibeye kurban edecekti. Bazı dar düşünceliler diyorlar ki, İmam Hüseyin neden Medine'den çıktı? Orada kalmalı, kıyam etmeli ve kurbanlarını orada vermeliydi! Ama onlar şunun farkında değillerdir; Eğer İmam Hüseyin (a.s) Medine'de kalarak kıyam etmiş olsaydı, düşünür insanların bu kıyamdan haberleri olmayacak ve O Hazretin neden baş kaldırdığını iyice anlayamayacaklardı.

Nitekim birçok din taraftarları, kendi şehirlerinde hak için kıyam ettiler, ama kimsenin onların hedef ve amaçlarından haberi olmadı. Niçin öldürüldüklerinin sebebi bile bilinmedi; hatta düşmanlar, onların kıyamdan amaçlarının ne olduğunun tam tersini halka söyleyip durmuşlardır.

     Ama İmam Hüseyin (a.s) hak ve hakikati ortaya çıkarmak için, Recep ayında, Mekke'ye gitti. Çünkü bu ayda insanlar Umre için Mekke'ye geliyorlardı. Arefe gününe kadar orada yüz binlerce insana konuşma yapıp gerçekleri herkese anlatıyordu. Yezid'in, şecere-i tayyibe olan La ilahe illallah'ın kökünü kazımak istediğini, hilafet iddiasında olan bu çirkef insanın, dinin temelini yok etmeye çalıştığını, şarap içip kumar oynadığını, köpek ve maymunlarla oynadığını, dinin hükümlerini ayaklar altına aldığını, ceddi Peygamberin zahmetlerini boşa çıkarmak istediğini, kendisinin ise ceddinin dinini korumak için kıyam ettiğini ve her şeyi göz önüne alarak bütün varlığını feda etmeğe hazır olduğunu halka bildiriyordu.

     Demek ki İmam Hüseyin (a.s)'ın kıyamı, Medine'den Mekke'ye ve Mekke'den de Kufe'ye gidişi, dini nişaneleri korumak ve bütün insan toplumuna, Yezid'in dinsiz, bozuk bir ahlak ve inanca sahip olduğunu ve onun, telafi edilmeyecek bir takım zararlı amellerini ilan etmek içindi.

     İmam (a.s)'ın kardeşleri, amca oğulları ve O'nu seven dostları, Hazretin Kufe'ye hareketine mani olmak için şöyle diyorlardı: Size onca mektup yazıp davet eden Kufeliler, vefasızlıklarıyla meşhurdurlar. Yıllardır bu memlekete kök salmış Beni Ümeyye'nin kudreti ve çirkef Yezid'in saltanatıyla baş edemezsiniz. Çünkü hak ehli çok azdır. İnsanlar dünyanın kölesi olmuşlardır. Onların dünyası Beni Ümeyye ile uyuştuğu için Beni Ümeyye'nin etrafında toplanmışlardır. Galip gelmeyeceksiniz. Bu yolculuktan vazgeçin. Eğer Hicaz'da kalmak istemiyorsanız, o zaman Yemen'e gidin. Çünkü orada sizi seven çoktur. Oranın halkı gayretlidir. Sizi yalnız bırakmazlar. Ömrünün sonuna kadar da rahatça orada kalabilirsiniz.

     İmam Hüseyin (a.s) gerçeklerin hepsini herkese anlatamıyordu; bu yüzden O'nun bu hareketine mani olmak isteyenlere kısa cevaplar verip geçiyordu. Ama kardeşi Muhammed bin Hanefiyye'ye, amcası oğlu Abdullah bin Abbas gibi yakınlarına ve sırdaşlarına şöyle buyurdular:

     Zahirde galip olmayacağımı ben de biliyorum. Zafer ve fetih için de gitmiyorum. Ben ölmeye gidiyorum. Mazlumiyetin gücüyle zulüm ve fesadın kökünü kazımak istiyorum.

     Bazılarının kalplerini güçlendirmek için gerçeklerden (sırlardan) bazısını onlara söylemek zorunda kalıyordu. Bir cevabında şöyle buyuruyor:

     Ceddim Resulullah (s.a.a)'ı rüyada gördüm. Bana şöyle buyurdular: Irak'a git; şüphesiz Allah-u Teala seni öldürülmüş olarak görmek istiyor.

     Muhammed bin Hanefiyye ve İbn-i Abbas; Öyleyse kadınları neden götürüyorsun? dediklerinde İmam (a.s) şöyle buyurdu:

     Ceddim buyurdu ki; ‘Şüphesiz ki Allah onları esir olarak görmek istiyor.' Resulullah (s.a.a)'in emriyle onları esaret için götürüyorum.

     Yani benim şahadetimle Ehl-i Beytimin esaretinde bir sır vardır. Onların esareti benim şahadetimin tamamlayıcısıdır. Mazlumiyetin bayraktarlığını yaparak, Şam'a gidecekler; Yezid'in hilafet ve kudretinin kökünü kazıyacak, küfür ve zulmün bayrağını yıkacaklar.

Öyle de oldu. Nitekim Hz. Zeyneb-i Kubra'nın (selamullah aleyha), Yezid'in kudret ve eğlence meclisinde, Yüzlerce Beni Ümeyye'nin ileri gelenleri, yabancı elçiler ve birçok Yahudi ve Hıristiyanların önünde yaptığı konuşmasıyla ve İmam Seyyid'us- Sacidin Zeyn'ul- Abidin (a.s)'ın da Şam'da Mescid-i Emevi'de, Yezid'in karşısında yaptığı minberdeki hitabesiyle, Beni Ümeyye'nin haşmet ve azameti yok olup halk gaflet uykusundan uyanmıştır.

  

İmam Hüseyin (as)

   İmam Seccad (a.s) Şam'da yaptığı konuşmada, Allah Teala'ya hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdular:

     Bize (Âl-i Muhammed'e) Allah tarafından altı özellik verilmiş, öteki insanlara göre yedi faziletimiz vardır. Bize, ilim, sabır, cömertlik, fesahat, yiğitlik ve müminlerin kalplerine sevgimiz verilmiştir. Öteki insanlara faziletlerimiz ise şunlardır: Seçilmiş peygamber Muhammed (s.a.a) bizdendir, Sıddık Emir'ul- Müminin Ali bin Ebi Talib (a.s) bizdendir, Cafer-i Tayyar bizdendir, Allah'ın Resulünün aslanı Hamza bizdendir, bu ümmetin iki sıbti (iki evladı İmam Hasan ve İmam Hüseyin) bizdendir ve bu ümmetin Mehdi'si bizdendir.

     Sonra kendisini tanıtmaya başlayarak şöyle buyurdular:

     Beni tanıyanlar tanıyor; tanımayanlara ise şimdi kendimi tanıtıyorum: Ben, özel sıfat ve faziletlere sahip olan Hatem'ul- Enbiya Muhammed bin Abdullah (s.a.a)'in evladıyım. 

     Daha sonra İmam Seccad (a.s), Muaviye (lanetullahi aleyh)'in zamanında, üzerinde yıllarca gece gündüz açıkça mevlamız ve muvahhidlerin mevlası Emir'ul- Müminin Ali (a.s)'a lanetler okunduğu, binlerce iftirada bulunulduğu minberin üzerinde Yezid, Beni Ümeyye ve düşmanlarının önünde, Şamlılara ulaşması engellenen Emir'ul- Müminin Hz. Ali (a.s)'ın faziletlerini beyan ederek şöyle buyurdular:

     Ben, insanlar La ilahe illallah diyene dek onların burunlarına kılıç vuranın oğluyum; ben, iki kılıçla[1] Resulullah'ın önünde savaşan, düşmanı iki mızrakla vuran, iki kere hicret eden, iki kere biat eden, kafirlerle Bedir ve Huneyn'de savaşan ve bir göz kırpması süresince bile Allah'ı inkar etmeyenin oğluyum; ben, müminlerin salihi, peygamberlerin varisi, dinsizleri yok eden, Müslümanların başbuğu, mücahitlerin nuru, abidlerin ziyneti, ağlayanların (Allah korkusundan) tacı ve sabırlıların sabırlısı, alemlerin Rabbinin elçisi olan Âl-i Yasin'in namaz kılanlarının en iyisinin oğluyum; ben, Cebrail'in onayladığı ve Mikail'in yardım ettiği insanın oğluyum; ben Müslümanların haremini koruyan, dinden çıkanları (Nehrevanlıları), biatten dönenleri (Cemel savaşına katılanları), zulüm ve tağut ehlini (Sıffin savaşına katılanları) ve kendi düşmanı olan Nasibileri öldüren, Kureyş'in hepsinin en iftiharlısı olan, müminlerin içinde Allah ve Resulünün davetini ilk kabul eden, imanda herkesten öne geçen, zalimlerin belini kıran, müşrikleri helak eden, Allah'ın münafıklara karşı oklarından bir ok olanın oğluyum; ben, Rabb'ul- Alemin'in hikmet dili, Allah'ın hikmet gülistanı, O'nun ilim heybesi, cömert, bağışlayıcı, güler yüzlü. bütün savaşlarda öncü, yiğit, çok sabırlı ve güzel ahlaklı olan, (ibadet için) çok kıyam eden, nefsini arındırmış olan. (fasık) grupları dağıtan, direnişiyle nefsinin irade dizginini elinde tutan, kalbi herkesten daha güçlü ve daha sabit olan, azmi herkesten güçlü olan, mazlumların hakkını herkesten daha iyi alan, en dayanıklı insan olan, azmi en sabit, savaş meydanlarında kızgın bir aslan gibi olan, savaşlarda ona (ister yaya olsun, ister atlı) yaklaşanları mızraklarla yere seren, fırtınanın kumu, tozu, toprağı dağıttığı gibi din düşmanlarını dağıtan, Hicazlıların en cesuru, Iraklıların en kahramanı, Mekki ve Medeni olan, her batıl dinden yüz çevirip İslam'a yönelen, Akabe'de biat eden, Bedir ve Uhud kahramanı olan, ağacın altında biat eden (Rıdvan biatine katılan), Allah için hicret eden, Arapların efendisi, Peygamberin iki evladı Hasan ve Hüseyin'in babası olanın oğluyum; işte bu sıfatların sahibi benim ceddim olan Ali bin Ebi Talip'tir.

     İmam Zeyn'ul- Abidin (a.s) sonra şöyle buyurdular:

     Ben, Hatice-i Kubra'nın oğluyum; ben, Fatımat'üz- Zehra'nın oğluyum; ben, başı arkadan kesilmiş olanın oğluyum; ben, susuz dudaklarla şehit olanın oğluyum; ben, diğer insanlara serbest bırakılıp da kendisine suyun men edildiği kimsenin oğluyum; ben, gusül verilmeyip kefenlenmeyenin oğluyum; ben, kesilmiş başı mızrakla dolaştırılanın oğluyum; ben, Kerbela'da ailesinin hürmeti gözetilmeyenin oğluyum; ben, mukaddes bedeni bir yerde başı da diğer bir yerde olanın oğluyum; ben, ailesi esir edilip Şam'a getirilenin oğluyum.

     Sonra İmam (a.s) yüksek sesle ağlamaya başladı; sürekli ben, ben diyordu (dedesi Hz. Ali (a.s)'ın faziletlerini sayıyordu); nihayet halk da galeyana gelip çığlık atarak ağlamaya başladılar.

     İmam Hüseyin (a.s)'ın şehadetinden sonra, O'na (a.s) tutulan ilk matem meclisi, işte Şam'da Emevi Camisinde tutulan bu matemdi. Seyyid'üs- Sacidin Hz. Zeyn'ul- Abidin (a.s) dedesi Hz. Ali (a.s)'ın faziletlerini anlattıktan sonra Yezid'in ve düşmanlarının karşısında babası İmam Hüseyin (a.s)'ın başına gelenleri anlatmaya başladı. O kadar anlattı ki halk hüngür hüngür ağlamaya başladı. Öyle ki Yezid korkuya kapılarak camiyi terk etmek zorunda kaldı.

     İmam Seccad (a.s)'ın bu camide yaptığı konuşmalar Emevilerin aleyhine başlayacak olan kıyamın ortamını hazırladı. (Bu yüzden Yezit, siyaset icabı pişmanlığını bildirip bu feci olayın suçunu lanetli Ubeydullah bin Mercane'nin üstüne atarak onu lanetledi.) Sonunda Beni Ümeyye'nin küfür, zulüm ve dinsizlik saltanatı yıkıldı.

     Şimdiye kadar Şam'da, yani Beni Ümeyye'nin zulümle hüküm sürdükleri başkentlerinde, onlardan hiçbir kimsenin kabri baki kalmamıştır. Oysa Ben-i Haşim ve Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beyti'nden birçok kimsenin mezarı orada olup Şamlıların ve her arif, bilgin, Şia ve Sünni'nin ziyaretgahı haline gelmiştir.

     Kısacası, bütün tarihçiler ve Kerbela olayını yazanlar, İmam Hüseyin (a.s)'ın Medine'den Mekke'ye, Mekke'den Kerbela'ya kadar olan süre içinde açıkça ve üstü kapalı olarak daima şehit olacağını söylediğini ve insanlara, ölmek için gittiğini anlattığını yazmışlardır.

     İmam Hüseyin (a.s) Mekke'de Terviye günü birçok müslümanın önünde bir hutbe irat ederek kendi şahadetini açıkça haber verdi. Allah'a hamd-u sena, Hatem'ul- Enbiya (s.a.a)'e salat ve selamdan sonra şöyle buyurdular:

     Ölüm genç kızın boynuna takılan gerdanlık gibi, Adem oğullarının boyunlarına takılmıştır; onlara ezelden yazılmıştır. Yakup nasıl Yusuf'u özlemiştiyse, ben de geçmişlerimi öylesine özlemişimdir ve ulaşacağım şahadet yeri, benim için tayin edilmiştir. Sanki görüyorum; Nevavis'le[2] Kerbela arasında aç kurtlar bedenimi paramparça ediyorlar.

    Bu sözleri ile, Kufe'ye yani hilafetin merkezine gidemeyeceğini, Kerbela ile Nevavis arasında kan içici kurtlar tarafından öldürüleceğini insanlara bildiriyordu. Kurtlardan amaç, Beni Ümeyye ve diğer kabilelerden olan kendi katilleridir.

    Özetleyecek olursak bu gibi sözler, İmam Hüseyin (a.s)'ın hilafet için değil şahadet için hareket ettiğini göstermektedir. Yol boyunca çeşitli şekillerle ölüm haberini veriyordu. Mola verdiği her yerde çocukları ve ashabını toplayıp hep şöyle buyuruyordu:

    Yahya'nın başını kesip zinakar bir kadına göndermeleri, bu dünyanın ne kadar aşağılık ve değersiz olduğunu göstermeye yeter. Yakında ben mazlumun başını da bedenden ayırıp şarap içen Yezid'e götürecekler.

    Kufe'ye on fersah kaldığında Hür bin Yezid-i Riyahi 1000 atlı ile İmam Hüseyin (a.s)'ın yolunu keserek; Sizin Kufe'ye gitmenize engel olmam ve sizden kopmamam için Ubeydullah bana emr etmiştir. dedi. İmam (a.s) herhangi sert bir tepki göstermeksizin teslim olup orada konakladı. 

     Eğer İmam Hüseyin (a.s) emirlik ve hilafet sevdasında olsaydı, Hürr'e teslim olur muydu? Hürr'ün 1000 taneden fazla da askeri yoktu. İmam Hüseyin (a.s)'ın atlı-yaya 1300 askeri vardı; bunların içinde Kamer-i Beni Haşim Hz. Abbas ve Hz. Ali Ekber gibi yiğit gençler de vardı. Onların her biri tek başına 1000 kişiyi dağıtmaya yeterdi. Ayrıca Kufe'ye de 10 fersahtan fazla bir şey kalmamıştı. Tabiatıyla onları ortadan kaldırıp hükümetin merkezine (Kufe'ye) girmesi gerekirdi. Halk da savaş hazırlığı içerisinde O'nu (a.s) bekliyordu. Bu şekilde galip gelebilirdi. Oysa İmam (a.s) böyle yapmadı. Hürr'ün sözü ile orada çölün ortasında kaldı, dört gün sonra da düşmana yardımcı birlikler gelerek Peygamberin evladının durumu daha da zorlaştı.

    İmam Hüseyin (a.s) başka bir amaçla bu kadar yolu gelmişti. Hilafet düşüncesi olsaydı, düşmanlar onu her taraftan kuşattığı ve bu kuşatma en şiddetli halini aldığında, sınırlı gücünün dağılması için de bir ortam hazırlamazdı. Aşura gününden önceki akşam yaptığı konuşma ve hutbeler de, bizim iddiamızı doğrulamaktadır. Çünkü o geceye kadar atlı ve yaya olmak üzere 1300 kişi İmam (a.s)'ın yolunda savaşmaya hazırdılar.

Ama İmam (a.s) akşam ve yatsı namazlarından sonra yüksek bir yere çıkarak uzun bir hutbe irat ettiler; hutbesinde bir takım öyle sözlere değindiler ki, İmam (a.s)'ın ordusuna makam ve dünya malı için katılan kimseleri büyük bir korku sardı. Bütün mekatil kitapları, İmam (a.s)'ın şöyle buyurduğunu yazmışlardır:

    Buraya hükümet ve riyaset düşüncesi ile gelenler bilsinler ki, yarın burada olan herkes öldürülecektir. Onlar benden başka kimseyi istemiyorlar. Ben biatimi sizlerden kaldırdım. Gecenin karanlığından yararlanarak kalkın gidin.

    Daha İmam (a.s)'ın sözleri bitmeden herkes kalkıp gitti; geriye sadece 42 kişi kaldı. O kırk iki kişinin 18'i Ben-i Haşim'den 24'ü ise İmam Hüseyin (a.s)'ın öteki ashabıydı. Gece yarısından sonra düşman ordusundan 30 kişi İmam Hüseyin (a.s)'ı arkadan vurmak için geldiler. İmam (a.s) o arada Kur'ân okuyordu. Onlar, İmam (a.s)'ın bu Kur'ân okuyuşu karşısında öyle etkilendiler ki, tevhid ordusuna katılıp İmam (a.s)'ın safına geçtiler. Onlar ile birlikte hakkın kurbanları 72 kişiye ulaştı. Onların da çoğu zahit, abid ve Kur'ân karisiydiler.

    Bütün bunlar, İmam (a.s)'ın makam düşkünü ve hilafet peşinde olmadığını gösteren açık delillerdir. İmam Hüseyin (a.s)'ın hedefi sadece dini ihya etmek ve İslâm'ı savunmak idi. Bunu da, bu yolda can vermekle yapmak istiyordu. Can vererek Lâ ilahe illâllah bayrağını yükseltip küfür ve fesat bayrağını yıkmayı amaçlamıştı. Çünkü dine yardım etmek bazen öldürmekle bazen de ölmek ile olur. İmam Hüseyin (a.s) da mertçe kıyam edip birçok kurbanlar vererek özellikle küçük çocuklarını kurban vererek mazlumiyetin gücüyle Beni Ümeyye'nin fesat ve zulmünün kökünü kazıdı. Öyle ki İmam Hüseyin (a.s)'ın La ilahe illallah kelimesini yüceltmek için dine büyük bir hizmet yaptığını, dost düşman herkes tasdik ve takdir etmektedir. Hatta Müslüman olmayanlar bile bunu itiraf ediyorlar.

--------------------------------------------------------

    [1] - İki kılıçtan maksat; Zülfikar kılıcı ve ondan önceki kılıçtır.

    [2] - Merhum Hacı Şeyh Abbas-i Kummi (r.a) Nefes'ul- Mehmumda şöyle yazıyor: Şeyhimiz Muhaddis-i Nuri (r.a) Nefes'ur- Rahman adlı kitabında şöyle diyor: Nevavis, Hıristiyanların kabristanıdır. Nitekim Kef'ami'nin haşiyesinde de böyle yazmışlardır. Duyduğumuza göre bu kabristan Kerbela'nın kuzey doğusunda Hür binYezid-i Riyahi'nin olduğu yerdedir. O bölgenin halkı, güneyinden nehrin geçtiği yere Kerbela diyorlar. Bu nehir İbn-i Hamza diye meşhur olan yerden de geçmektedir. Buranın bir kısmı bağlık bir kısmı da ekim alanıdır. Kerbela bu ikisinin arasındadır.

 

 

KERBELA BİR MEKTEPTİR

FARKLI YÖNLERİYLE HÜSEYNİ KIYAM

Hüseynî Kıyamı yaşatan unsurlar

Muharrem, Matem ve Mühasebe Ayı

Hüseynî Kıyamın Mahiyeti

NEDEN HÜSEYİN (A.S) UNUTULMUYOR?

Peygamberimizin (s.a.a) Ailesine Ne oldu?

KERBELA SEHITLERININ ARDINDAN

KERBELA ŞEHİDLERİNE AĞLAMAK

Kerbela'da Peygamberin Atı

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)