İmam Hasan (a.s)'ın Mazlumiyeti 1
Peygamberin dar-i faniden göçmesinden yirmi beş yıl geçmiş, üç halife değişmişti. Bunlardan biri kendi eceliyle vefat ederken ikisi uğradıkları saldırılar sonucunda hayatlarını kaybetmişti. Her ne kadar Allah Resulü mükerrer olarak ümmetine Allah'ın kitabı ve Ehlibeyt'ini sipariş edip onların kendilerine bırakılan kutsal emanetler olduğunu belirtmiştiyse de vefatıyla birlikte bu değerler unutulmuş, unutturulmuştu. Allah'ın kitabının hükümleri tahrif edilmekte, Ehlibeyt zorla da olsa evlerinde oturmaya mahkûm edilmekteydi.
Ümmet içinde üçüncü halifenin öldürülmesinden sonra çıkan karışıklıkları bastıracak, toplumda yeniden adaleti inşa edecek, beytülmalden yapılan yağmalamaların önüne geçip, çalınan servetin beytülmale tekrar iadesini sağlayacak tek bir kişi vardı. O, adaletin timsali Hz. Ali (as.)'dan başkası değildi. Hz. Ali (as.) ise derin basiretiyle başına gelecek zulümleri sezmiş ve kapısına biat etmek için gelen ümmeti haklı olarak red etmişti. Hz. Ali (as.)'a biat etmek için gelenler arasında yapılan adaletsizliklerden zor duruma düşen çaresizler olduğu kadar, sinsi planlar yapan ve makam, mevki elde etmek isteyen kimseler de vardı.
Bu arada Hz. Ali (as.), ümmetin ısrarı karşısında liderliği ancak, kendisinden önce gelip geçen halifelerin sünneti ve yöntemleriyle değil, Allah'ın kitabı ve Peygamber'in hak sünnetine dönme kayd ve şartıyla kabul edeceğini tarihi bir hutbeyle beyan ettiler. Ve bu şartların zahiri kabulü ile Hz. Ali (as.), zorla da olsa hilafet makamına getirilmiş oldu.
Ancak Hz. Ali (as.) hükümetinin diğer halifelerin hükümetlerine benzetilmemesini en baştan söylemiş ve bazı kesimleri uyarmıştı. Kendi hükümetinde bir tek zalimin ve yolsuzluk yapanın, bu günkü tabirle kara para aklayanın yaşayamayacağını hilafet makamına geçer geçmez beyan etmişti. Sert bir dille uyarılan kimselerin başında, ikinci halife tarafından Şam'a vali tayin edilen Muaviye de geliyordu.
Bu arada Hz. Ali (as.), en kısa zamanda kendisine asilik eden Muaviye'nin üzerine yürüyerek onun fasıkana savurganlığına son vermeyi düşünürken, hesapta olmayan Ayşe, Talha ve Zübeyr üçlüsüne bağlı olarak kurulan güçlü bir ordu ile karşı karşı kalmıştı. Her ne kadar iki tarafın da ağır kayıplar verdiği bu savaşta Hz. Ali (as.) galip geldiyse de, aslında bu savaştan en çok kârlı çıkan Muaviye oldu. Artık Hz. Ali (as.)'ın askeri gücü zayıf düşmüştü. Muaviye için herhalde bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Rüyalarını süsleyen hilafeti ele geçirmesi için önünde pek büyük bir engelin kalmadığını düşünüyordu.
Böylece Hz. Ali (a.s), tam on sekiz ay sürecek olan kanlı Sıffın muharebesi ile uğraşmak zorunda bırakılmış ve tam düşmana galip gelineceği bir esnada, Muaviye'nin askerleri, Amr bin As'ın emriyle Kur'an sahifelerini mızraklara takarak; aramızda Kur'an hükmetsin sloganını atmaya başlamışlar, Hz. Ali'nin de, bunlar yalan söylüyorlar, ben konuşan Kur'an'ım, bunlar hile yapıyorlar, şeklindeki bütün uyarılarına rağmen, Ali ordusunda bulunan bir kısım cahil insanın bu içi boş slogana kanması sonucu kesin zafer engellenmiş ve savaş Hakemeyn olayına çekilmişti.
Ve tarihin kara yazgısı Hakemeyn olayı.Hz. Ali (as.), kendi ordusunun tehdit ve zorlamalarıyla, Muaviye ile antlaşma imzalamak zorunda bırakılmaya çalışılmıştır.
Bu arada Hakemeyn olayını zorlamakla ne de büyük bir hataya düştüklerini geç de olsa farkeden bu cahil grup, bu defa, daha büyük bir hataya düşerek, konuyla hiç alakası olmayan Kur'an-ı Kerim'in Hüküm ancak Allah'a mahsustur ayetini bahane ederek, hem kendilerinin hem de o kutsal insanın onların kendi icbarı sonucu kabul etmek zorunda kaldığı hakemeyn olayından dolayı kafir olduklarını ve dolayısıyla hep birlikte tevbe etmeleri gerektiğini iddia etmeye başladılar. Sadece bu iddiayla da kalmayıp, İslam toplumundan ayrılarak bir bölgede toplanıp kendileri dışında bütün Müslümanların can ve mal emniyetini ortadan kaldırdılar ve Hz. Ali taraftarlarına karşı amansız bir savaş başlattılar.
Böylece Hz. Ali (as.) tarihte hariciler ismiyle anılan hesapta olmayan bu cahil ve gaddar grupla da amansız bir savaşa girmek zorunda kalmış ve şeytanı bir kez daha hezimete uğratmıştı. Muaviye ise bir taraftan Sıffin savaşı ardından yaralarını sarmakta, diğer taraftan iki düşmanın kıyasıya mücadelesini keyifle seyretmekteydi.
Bu arada Hz. Ali (as.), bu grubun içinden çıkan dünyanın en şaki ve zalim insanı tarafından hicretin kırkıncı yılının ramazan ayında teror edilerek şehit edilecek, aynı zihniyete sahip olan bir diğeri de, Muaviye'ye düzenlediği saldırıda başarısızlığa ulaşacak ve idam edilecekti. bilahare Hz. Ali'nin İslam dinini kuru ve zahiri görüntüsüyle yaşayan kimseler tarafından şehit edilmesinden sonra büyük oğlu İmam Hasan (as.) imamet makamına ulaşacaktır.
İmam Hasan (as.), babasının şehit edilişinden sonra değişen siyasi dengelerin farkındaydı. Babasının beş yıllık savaşlarla geçen hilafeti döneminde, bir çok çıkarcı ve dindar görünümlü fasıkların temizlenmiş olmasına karşın kendisini bekleyen tehlikeleri görebilmekteydi.
Masum babasının şehit edilmesini ümmetin büyük kaybı olarak nitelendiren İmam Hasan (as.) bunu bir hutbe ile dile getirmiş ve kendisinin de babası gibi sadece Peygamber'in sünnetine amel edeceğine işaret eden sözler sarf etmişti. Hz. İmam Hasan babası Hz. Ali (as.)'ın şehit düştüğü ramazan ayının yirmi birinci gününde Kufe şehrinin camisinde hutbeye çıkarak şunları buyurmuştur:
Ey insanlar! Bu gecede, amelde önüne kimsenin geçemediği bir kimse bu fani dünyadan göç etmiştir. Gelecekteki kimseler de amelde O'na yetişemezler. O, Allah'ın Resulü ile birlikte savaştı, O'nu canıyla savundu. Resulullah O'nu, kendi bayrağıyla savaşlara gönderiyordu. O muharebede bulunduğu zaman, Cebrail sağında; Mikail de solunda savaşıyordu. Ve O, Allah'ın istediği fethi gerçekleştirmeden geri dönmezdi.
O, Meryem oğlu İsa'nın göğe çıktığı, Hz. Musa'nın vasisi olan Yuşa bin Nun'un öldürüldüğü gecede şehit düşmüştür. O, kendisinden sonra dünya malı olarak sadece yedi yüz dirhem bırakmıştır. Onu da Beyt-ül Mal'dan aldığı aidattan ailesine hizmetçi tutmak için artırmıştı.
Bu acıklı sözler adeta İmam'ın boğazına düğümlenmiş ve göz yaşlarını tutamamıştı. Bu arada İmam kendisini toplayarak hutbesine devam etse de; Kufe camisinden feryatlar yükselmiş, gaflet dolu bakışlar yerini göz yaşına, hüzne bırakmıştı. İmam babasının ümmet içerisindeki tartışılmaz yerini açıkladıktan sonra, zahiri hilafet makamının da ancak Allah tarafından seçilen Masum İmamlar (a.s) olan Ehlibeyt İmamları'nın hakkı olduğunu sade ve bir o kadar da güçlü delillerle beyan ediyordu. İmam'ın konuşmasının devamı şöyledir;
Ben, (cenneti) müjdeleyici ve (cehennemden) korkutucunun oğluyum. Ben, Allah'ın izniyle insanları O'na çağıranın oğluyum. Ben, parıldayan yıldızın oğluyum. Ve ben; Allah'ın bütün günah ve pisliklerden arındırdığı aileden (Ehlibeyt'ten)im. Ben, Allah'ın kitabı Kuran'ı Kerim'de De ki: için yakınlarını (Ehlibeytini) sevmenizden başka ücret istemiyorum, kim iyilik yaparsa, iyiliğini fazlasıyla artırırız. ayetiyle sevilmelerinin farz kılındığı ailedenim. Şüphesiz bu ayette geçen iyilik, biz Ehlibeyti sevmek, gönülden bağlanıp itaat etmektir.
İmam, bunları buyurup oturdu. İmam'ın bu konuşmasının ardından, Peygamberin amca oğlu Abdullah bin Abbas, yerinden kalkarak halka hitaben şöyle dedi:
Ey insanlar; Bu Peygamber'inizin oğlu ve İmam'ımızın çocuğudur. Ona biat ediniz.!
Hak da onun bu sözlerini kabul ederek;
Doğru söyledin, O bizim yanımızda pek saygındır, pek sevimlidir, boynumuzda çok hakkı vardır ve ona biat etmek vaciptir diyerek kendisine halife olarak biat ettiler.
Böylece Abdullah bin Abbas'ın öncülüğünde Kufe halkından otuz yedi yaşındayken biat alan İmam Hasan (as.), zaman kaybetmeden kontrolü altında bulunan şehirlerin valilerini tayin ederek resmen hükümetini ilan etti. Abdullah bin Abbas'ı da o günlerde stratejik bir öneme sahip olan Basra şehrine vali olarak gönderdi.
Bu şehrin kontrolünü sağlamak ve halktan biat almak, yapılacak işlerin başında geliyordu.
Bu arada Hz. Emirelmümin'in şehit düştüğünü ve yerine büyük oğlu İmam Hasan (as.)'ın geçtiğini öğrenen Muaviye, bu gelişen olaylardan sonra, taktik ve stratejisini belirlemek amacıyla; Himyer ve Ben-i El-kayn kabilelerinden iki casusu Irak'a gönderdi. İmam Hasan Mücteba (as.) ise, casusluk ve iç karışıklığın olacağı ihtimalini en başından düşünmüş ve gereken tedbirleri zamanında almıştı. İmam'ın ön sezi ve basireti ile alınan tedbirler neticesinde casuslardan biri Kufe'de, diğeri de Basra'da yakalanarak, idam edildiler.
Bu arada İmam, Muaviye'ye de bir mektup yazarak onu uyardı. İmam'ın Muaviye'ye yazmış olduğu mektubun can alıcı cümleleri şöyledir:
Allah'a hamd-u sena ettikten sonra (derim ki); bir takım insanları gizlice gönderiyor, casusluk yaptırıyorsun. Bizi gafil avlamaya çalışıyorsun. Öyle sanıyorum ki; sen savaşmak istiyorsun. O halde bekle, pek yakında onu görürsün. Ayrıca senin hiçbir akıllının sevinemeyeceği bir kişinin ölümüne sevindiğin haberi de bana ulaştı.
İmam Hasan (a.s)'ın Mazlumiyeti 2
İMAM HASAN (as)'IN KISACA HAYATI
HAKKI BATILDAN AYIRAN İLAHİ HUTBE