İslam Hürriyet Dinidir
İslâm'ın hürriyet dediği şey, bireyin nefsanî eğilimlerden kurtulmasının yanı sıra, zalimlerin zulüm ve sultasından kurtulması ve zalimler karşısında hür olmasıdır. Zira zalimler ve zorbalar kendi emellerini gerçekleştirmek için yetenek ve beceri sahibi insanları istihdam edip kullanırlar; insanların şerefini, onurunu, canını ve malını acımasızca talan eder ve kendilerine boyun eğdirebilmek için zorla da olsa onları zillete sürükleyip itaatkâr köleler hâline getirmek isterler. Kapitalizm, komünizm ve benzeri diktatörlük sistemlerinde bireylere ve bütün topluma karşı bu tür bir köleleştirme politikası uygulanır ve dayatılır. Toplum, türlü baskı, tehdit, şantaj, vaat ve dayatmalarla hakka, hakikate ve gerçeğe aykırı kanun ve uygulamaları kabule ve itaate zorlanır.
İslâm dini güç ve iktidarın, hâkimiyet ve egemenliğin sadece ve sadece Allah'a ait olduğunu ilân ederek insanı kendi hemcinslerine köle olmaktan kurtarmış, kula kulluğu önlemiş, zalimlerle zorbalara eğilmemek gerektiğini öğretmiş, hiçbir düzenin ve sistemin temin edemeyeceği gerçek bir hürriyeti ve bağımsızlığı Müslüman insana armağan etmiştir.
Yüce İslâm dini, insanların kendilerinde onur ve izzet duymasını ister. Böylesi bir şey de ancak bütün insanların yüce yaratıcı karşısında eşit ve bir olduğu, hiçbir kulun diğerine üstünlük taslayamadığı İslâmî bir ortamda gerçekleşebilir ancak. İşte böyle bir ortamda hiç kimse kendisinin diğerlerinden daha üstün olduğunu iddia ederek toplumun kaderine hükmedemez, diğer insanları kendi istek ve emellerine itaate zorlayamaz, başkalarının iradesini ve onurunu esir alamaz.
İslâm insanî ve genel değerlere saygı duyar. İslâm'ın uzun vadeli temel gayelerinden biri de insanların doğal haklarını korumak, birey ve toplum hayatının bütün boyutlarında dengeyi ve adaleti sağlamaktır. İslâm kanunları toplum bireyleri arasında en mükemmel eşitliği sağlar, İslâm kanunları karşısında bütün bireyler insanî değer açısından aynı konumda olup eşittirler.
İslâm dini belli bir ırktan yana olup milliyetçi ve kavmiyetçi bir tavır içine girmiş olsaydı, böylesine görkemli ve onurlu başarılara elbette imza atamazdı. Bu yüce dinin çok kısa bir zamanda bunca ilerleyip yayılmış olmasının sırrı da budur zaten. Kavmiyetçilik ve ırkçılık yoktur İslâm'da. Bu özelliği itibariyledir ki İslâm dini, bir asırdan daha az bir zaman zarfında dünyanın yarısından çoğunun kalbini fethetmiş, ma-nevî ve ideal bir aksiyon dini olarak çeşitli kavim ve milletlerin yoğun ilgisiyle karşılaşmıştır.
Tarih boyunca bazı kof ve gerçek dışı dogmatik fikirler, toplumların birlik ve beraberliğini bozmuş, çeşitli kavim, millet ve sınıflar arasında kanlı çatışmalara neden olmuş, bazen bütün dünyayı saran korkunç savaşlara yol açmıştır ki, bunların en zararlısı ve en kötü olanı ırkçılık, kavmiyetçilik, milliyetçilik, şu veya bu nedene dayandırılan ayrımcılık, insanların dinî veya mezhebî duygularının sömürüsüdür.
İslâm dini ihtilâf ve ayrılıkları değil; bilâkis, inanç birliği ve insanî değerlerde müşterek oluşu esas alan bir dindir. Nitekim bir Müslümanın Hıristiyan ve Yahudi gibi kitap ehline karşı şu çağrısı son derece düşündürücüdür: "Neden aramızda ihtilâf olsun? Geliniz hep birlikte: 'Allah birdir.' diyelim."
"De ki: Ey kitap ehli, gelin aramızda müşterek olan asla ve hakikate uyalım, o da şudur: Allah'tan başkasını ilâh edinmeyelim, O'ndan gayrısına kul olmayalım, O'na şirk ve ortak koşmayalım; kimimiz, kimini Allah yerine rab ve efendi edinmesin.’’ [ Al-i İmrân, 64]
Bugün vahdet, birlik, beraberlik ve adalet arayan ve sömürüyle ayrımcılığın pençesinden kurtulmak isteyen milletler, bu değerli yitiklerini yüce İslâm'da aramalıdırlar. Zira bireylerin insanî açıdan eşitliği ve milletlerin birlik ve beraberliği İslâm sancağı altında gerçekleşebilir ancak; beyazından siyahına, sarısından kırmızısına bütün ırklar ve bütün toplumlar insanî eşitliği ve insanca hürriyeti İslâm'da bulabilirler sadece.