Namazı neden türkçe kılamıyoruz?
Soru: Değerli Hocam, namazı neden türkçe kılamıyoruz? Cevabınız için teşekkür ederim ve başarılar diliyorum.
Cevap:Şüphesiz namaz bir ibadet olarak Allah Teala'nın emrettiği şekilde ve İslam'da açıklandığı üzere yerine getirilmelidir. Ve bu dinin apaçık hükümlerindendir.
Bazıları, dine karşı düşmanlıklarını, -kendilerini bu dine mensup gösterip- dini inançları tahrip ve tahrif etmekle ortaya koymaktadırlar İşte bunlar, dini tahrif etmek için, son zamanlarda namazın Türkçe kılınması düşüncesini ortaya atmışlardır.
Biz, namazın Türkçe kılınmasının caiz olmadığını ispatlayan delillerden bazılarına aşağıda işaret ederek birinci ve ikinci delille ilgili bazı açıklamalara yer vereceğiz.
Bu konuyla ilgili bazı deliller şöyledir:
1. Ulemasının icması
2. İbadetlerin tevkifi hükümlerden oluşu.
3. Namazda Kur'an kıraatinin farz oluşu ve tercümenin Kur'an olmayışı.
4. Beşer ait olan kelamı namaza dahil etmenin (namazda konuşmanın) namazı batıl etmesi.
5. Dinde her türlü bid'atın haram oluşu,
Birinci delilin açıklık kazanması için ilk önce şu noktaya dikkat etmek gerekir ki. bir şer'i hüküm üzerine fakihlerin ittifakına, görüş birliğine icma denir. İcma, kendi başına delil sayılmaz ancak Ehl-i Beyt mektebinin fukaha'sının İcması, Masum İmam'ın görüşünü bildirdiği için geçerli delil olarak sayılır. İcmanın masum imamların o görüşe mutabakatını göstermesi, çeşitli yöntemlerle açıklanmıştır. Bunlardan önemlisi hads yöntemidir. Yani din hükümleri anlamak ve korumak için azamı dikkat ve hassasiyet gösteren takva sahibi ulemanın yüzlerce yıl boyunca aynı görüşü üzere ittifakları o görüşün masumlardan alındığına dair güven oluşmasına neden olur.
Şimdi bu konudaki ittifakı gösteren Ehli Beyt Mektebinin büyük fakihlerinden bazılarının sözlerini nakledelim:
Merhum Seyyid Muhammed Amili şöyle diyor:
Namazda Fatiha suresinin yerine tercümesinin yeteli olmayışı icmamızla sabittir. Amme'nin (Ehl-i Sünnet'in) çoğu da, bizlerle muvafıktırlar. Çünkü Allah Teala, buyuruyor ki: Biz Kur'an'ı Arapça olarak indirdik. Tercüme, ise asıl metinden farklı bir şeydir. Aksi taktirde şiirin tercümesi de şiir olurdu. (Medariku'l-Ahkam c. 3, s. 341)
Merhum Şeyh Mürteza Ensari de şöyle diyor:
Fatihayı okumaya gücü olan kimse için, Fatihanın tercümesi, onu okumanın yerine geçemez; Bu konu da ulema arasında icma vardır. Çünkü Fatihanın tercümesini okumaya, Fatiha okumak denilmez. (Es-Selat s. 114)
Büyük Fakih Muhammed Hasan Nacafi'nin de, bu konudaki açıklaması şöyledir:
Muhakkik ve onun gibilerinin ifadelerinden (Namaz kılana Fatihanın tercümesi yeterli değildir.) anlaşılan şu ki, namazda olan Fatiha ve surenin kıraati konusunda asla tercüme yeterli değildir. (Yani hatta Fatiha'yı okumaktan aciz olsa ve öğrenmesi mümkün olmasa bile tercümelerini okumak yeterli değildir. Fatihayı okumaya gücü yetmediği taktirde onun yerine aşağıda açıklanacağı üzere zikir -Subhanellah- demelidir.) Bu konuya bazı fakihler tasrih etmişlerdir. Hatta bunun ulemadan bir cemaatın açık görüşü olduğu diğer bir grubun de sözlerinin zahiri bu olduğu nakledilmiştir. Buna göre, bu çoğunluğun görüşü sayılır. Hatta El-Hilaf ve diğer kitaplarda nakledilen icmanın zahirinin de bu olduğu söylenebilir. Bu konuda sadece, Nihayet'ul-Ahkam, Tezkire ve Revz kitaplarının Kur'an ve bedeli (yani zikir -subhanellah- demek) mümkün olmadığı zaman, tercümeye geçilebileceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüş hiç şüphesiz zayıf bir görüştür. Çünkü temel ilkeye ters düşer; Üstelik Fatiha okunmasını emreden delillerimiz mutlaktır; asla hiçbir aşamada tercümeye geçilebileceğine dair bir kayıt yoktur.
Öte yandan Kur'an'ın tercümesi insanların kelamına girer (İnsanların kelamını ise namaza dahil etmek, namazı batıl eder) Muhakkik Kereki Cami'ul Mekasit kitabında ve diğerleri de buna değinmişlerdir. Fatıha'yı tekbire kıyas etmek de haramdır. (Yani Ulema tekbiret'ul İhramı Arapça getirmekten aciz olan yeni Müslüman olmuş bir şahsın tekbirin tercümesini söyleyebileceğine dair fetva vermişlerdir. Biri çıkıp da aynı şey Fatiha için de geçerli olduğunu söylerse bunun bir kıyas olduğunu ve kıyasın şer'an haram olduğunu söyleriz.) Üstelik bu ikisi arasında şöyle bir farkın olduğu da zikredilebilir: Kıraatten maksat ondaki mucize olan o nazmı dile getirmektir. Haccal'ın naklettiği bir hadiste İmam Cafer Sadık veya Muhammed Bakır'dan biri şöyle buyurmuştur: Allah'ın Açıklayan Arapça dili üzere (indirdi) ayeti hakkında İmam'dan sordular. İmam şöyle buyurdu: O (Kur'an) diğer dilleri açıklar ama hiçbir dil onu açıklayamaz. (Cevahiru'ul-Kelam c.9 s,314)
Seyyid Tabatabai Urvetu'l-Vuska kitabında şöyle diyor:
Eğer kıraati bilmiyorsa öğrenmesi farzdır. Eğer Kur'an'dan hiçbir şey bilmiyorsa fatiha miktarınca tesbih der; tekbir getirir; ve zikr eder. İhtiyaten tesbihat'ul Erba'yı okusun.
Görüldüğü gibi, Ehli Beyt mektebinin fukehası hatta zaruret durumlarında bile Fatiha suresinin yerine tercümesinin okumanın sahih olmadığını açıkça ifade etmişlerdir.
İkincisi: İbadetlerin tevkifi hükümlerden olması:
Dinde var olan bazı hükümler, insanların kendi yaşayışları gereği alış veriş gibi tüm felsefesini anlayabildikleri ve kendileri arasında ona bazı kaideler oluşturdukları konulardan değildir. İbadet şekli ile ilgili hükümler işte bu türden hükümlerdir. Bunlara Usul-i Fıkıh ilminde mutelakkat mineşşari (Şari'den alınan hükümler) veya tevkifi hükümler (şekil, şart ve cüzlerinin belirlenmesi insanların elinde olmayan her yönüyle Allah'ın belirlenmesine bağlı olan hükümler) denir. Hiçbir kimse, akıl yürütmekle namazın şeklini keşfedemez. Allah Teala'nın emirleri ortada olmadan tüm insanlar bir araya gelecek olsalar bile, namazın şekli, rüku, secde ve rek'atlarının sayısı zikirleri hakkında bir şey söylemeleri mümkün olmazdı.
Bu gibi konuları gayp aleminden gelen emirler sayesinde belirlenmesinden başka bir yol yoktur. Demek bu tür hükümlerin muhteva ve şartları hakkında görüş belirtmek, onu değiştirmek veya ona başka bir şey eklemek ilke itibariyle yanlıştır.