• Nombre de visites :
  • 731
  • 20/8/2014
  • Date :

Ahlaki Anlayış ve Akıl etme Eğitimi(3.Bölüm)

ahlaki anlayış ve akıl etme eğitimi(3.bölüm)

Ahlaki vazifelerin akla ve vahye dayanarak teşhis edilmesi gücü yüce bir hedeftir ancak herkesin ulaşabileceği bir hedef değildir, denmesi mümkündür. Acaba bu güce sahip olamayanlar ahlaki eğitimden mahrum mu kalmalıdır? Cevabında şöyle söylememiz gerekir. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt’in sünneti esasınca eğer bir kimse şahsen bir davranışın iyi veya kötü olduğuna dair karar veremezse, doğruyu yanlıştan, hayrı şerden ayırabilen güvenilir bir şahsın görüşüne göre amel edebilir. İmam Hasan Askeri (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:

"Nefsini (pislikten) arındıran, dinini koruyan, nefsinin isteklerine muhalefet eden ve Mevlasının (Allah’ın) emirlerine itaat eden bir fakihi, halkın geneli taklit etmelidir." [7]

Bu rivayetten de açıkça anlaşılmaktadır ki her ne kadar Masumlar (as) başkasını körü körüne taklit etmeye, taklit edilme vasıflarına sahip olmayanların ve güven telkin etmeyenlerin taklit edilmesine şiddetle karşı iseler de gerekli ilme ve takvaya sahip kimselere başvurulmasını uygun görüyor ve Şiilerini onları izlemeye teşvik ediyorlar. Bu konu elbette akla uygundur. Çünkü insan aklı da kişinin kendisinin doğru bir karar veremediği bir konuyla ilgili, o konuda uzmanlaşmış, maharet sahibi ve güvenilir kimselere müracaat ve onların görüşüne göre amel etmesine hükmetmektedir.

Bu rivayetlerin ahlaki meselelerle ilgili olmadığının söylenmesi de mümkündür. Bunlar dini konularla alakalıdırlar, denilebilir. Ancak İslami ahlak, İslam dininin bir parçası olduğundan, İmam’ın (as) Şiilerine “dini vazifelerini teşhis etmek için fakihlere müracaat edin”‌ buyruğu ahlakı da kapsayacaktır. Bu duruma göre uzman olmayan halkın, ahlaki vazifelerini teşhis için İslami ahlak konusunda güvenilir uzmanlara müracaat etmesi lüzumludur.

İkinci nokta: Erdemlerin eğitimi, kötü huyların ortadan kaldırılması veya ahlaki ilimlere amel etmek demek, kişinin kendi vazifesini teşhis ettikten sonra buna uygun amel etmesi, iç ve dış engellerin etkisinde kalmaması demektir. İçsel engeller genel olarak doğru ahlaki davranışlarla tezat halinde olan nefsin meyilleridir. Dış engeller ise genellikle doğru davranış karşısında çeşitli sebeplerden kaynaklanan toplumsal muhalefettir. Birçok rivayette müminin zerre kadar dahi meşru olmayan nefsani meyillerine tabi olmaması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Hz. Ali (as) şöyle buyuruyor:

"Size nefsinizin eğilimlerinden uzak durmanızı tavsiye ediyorum. Nefsani eğilimler insanı körlüğe yani dünya ve ahirette yanlış yola götürür." [8]

Diğer bir rivayette ise şöyle buyuruyor:

"Sizin hakkınızda iki şeyden korkuyorum. Nefsinizin meyillerine uymanız ve uzun süren arzularda bulunmanız. Nefsin isteklerine uymak insanı haktan uzaklaştırır, uzun süreli arzular ise insanı ahiretten gafil kılar." [9]

Aynı şekilde Masumlar birçok rivayette amelin doğruluğu teşhis edildikten sonra, halkın çoğunluğu karşı olsa bile, yapılması hususunda şüphe edilmemesi gerektiğini hatırlatmışlardır. Cafer b. İsa şöyle söylüyor:

"Biz İmam Rıza’nın (a.s) huzurundaydık. Yunus b. Abdurrahman da oradaydı. Bu sırada bir grup Basralı içeri girmek için izin istediler. İmam (as), Yunus’a üzerinde perde ve örtü olan harabe bir odaya girmesini işaret etti ve ona “Ben izin vermeden hareket etme”‌ buyurdu. Basralılar girdiler ve Yunus hakkında çok kötü konuştular. İmam Rıza (as) başını önüne eğmişti ve bir şey söylemiyordu. Basralılar kalkıp gittiler. İmam, Yunus’a dışarı çıkması için izin verdi. O ağlayarak dışarı çıktı ve dedi ki “Sana feda olayım, ben senin imametini savunurken ashabın yanında böyle bir durumda mıyım?”‌ İmam (as) şöyle buyurdu: “Ey Yunus! İmamın senden razı iken ashabın bu tür konuşmalarının sana bir zararı yoktur… Ey Yunus! Eğer sağ elinde inci olsa ve halk onun deve pisliği olduğunu söylese veya elinde deve pisliği olsa ama halk onun inci olduğunu söylese senin durumunda bir değişiklik olur mu?”‌ Hayır, diye cevapladı. İmam (as) devamla buyurdu: “Sizin durumunuz da böyledir. Eğer doğru yoldaysanız ve imamınız sizden razıysa halkın söylediklerinin size bir zararı dokunmaz." [10]

Ehlibeyt birçok rivayette takipçilerine Allah’ın emirlerini yerine getirirken kimsenin kınamasından korkmamalarını tavsiye etmişlerdir. İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:

"Allah yolunda kınayıcıların kınamasından korkmayınız." [11]

Bu şekilde Peygamberin (s.a.a) ve Ehlibeyt’in sünnetinde ahlaki eğitimin hedefinin, ahlaki erdemlerin öğretiminin yanı sıra, bu yönde akletme ve anlayış eğitiminin verilmesi olduğu açıklığa kavuştu. Bunu yaparken öğrenci, akla ve vahye veya güvenilir ve salahiyet sahibi kişilere başvurarak kendi ahlaki vazifesini belirlemeli, iç ve dış engellere takılmadan vazifesiyle amel etmelidir.


[7]Hür b. Amili, Vesailu’ş Şia, c. 27, s. 131.

[8]Muhaddis Nuri, Müstedreku’l-Vesail, c. 12, s. 113.

[9]Kuleyni, c. 2, s. 235.

[10]Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 2, s. 65.

[11]Kuleyni, c. 5, s. 55.

Ahlaki Anlayış ve Akıl etme Eğitimi(1.Bölüm)

Ahlaki Anlayış ve Akıl etme Eğitimi(2.Bölüm)

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)