• Nombre de visites :
  • 814
  • 5/11/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Peygamber ve Ali’nin Nefsani Özdeşliği

peşaver geceleri:peygamber ve ali’nin nefsani özdeşliği

YEDİNCİ OTURUM

(29 Recep 1345 Perşembe akşamı)

 Gecenin ilk saatlerinde davetliler (sohbete katılacak olanlar) salona geldiler. Çay içip bir müddet samimi sohbetlerden sonra ciddi bir hava içerisinde oturum başladı.

Seyyid Abdulhay (Ehl-i Sünnet imamı): Kıble sahip (alicenap)! Birkaç gün önce bazı açıklamalarda bulundunuz. Kıble ve serverimiz Hafız bey sizden delil istediler. Ama siz meseleyi çarpıtarak konunun dışına çıktınız ve bir takım tabiri caizse ilmi mugalatalarla bizi oyalayarak konunun dışına çıktınız ve böylece asıl mesele arada kayboldu.

Davetçi: Buyurun efendim, konu ne idi ve hangi sorunuz cevapsız kaldı, lütfen hatırlatır mısınız?

Seyyid: Birkaç gün önce, efendimiz Ali’nin (k.v) Resulullah (s.a.a) ile nefsani özdeşliğini ve bu sebeple de Ali’nin bütün peygamberlerden üstün olduğunu buyurmadınız mı?

Davetçi: Doğru, böyle olduğunu şimdi de söylüyorum.

Seyyid: Öyleyse bizim eleştirimizi neden cevapsız bıraktınız?

Davetçi: Çok yanıldınız; size şaşırıyorum; bütün geceleri can kulağıyla delillerimizi dinlediğiniz halde, benim konudan kaçarak mugalata yaptığımı mı söylüyorsunuz? İşin içinde, konudan sıyrılıp kaçmak veya mugalata yapma diye bir şey yoktur. Laf lafı açtı, derken sohbet uzadı ve siz de bunu yanlış yorumladınız. Ama kesinlikle konunun dışına çıkmadım ve meseleyle irtibatsız sözler de sarf etmedim. Siz bir takım sorular sordunuz; ben de mecburen cevapladım. Şimdi buyurun sormak istediklerinizi sorun. Allah’ın yardımıyla cevap vermeye hazırım.

Seyyid: İki insanın arasında, nefsani bir özdeşlik oluşup onların tek vücut haline gelmeleri nasıl mümkün olabilir? Bunu anlamaya çok meraklıyız.

Mecazi Özdeşlikle Hakiki Özdeşlik Arasındaki Fark

Davetçi: İki insan arasında hakiki özdeşlik olamaz. Bu imkansızdır; batıl oluşu da aşikardır. Hakiki özdeşliğin imkansız oluşu meselesi, kendi konusu dahilinde delillerle ispat olunmuştur. Böyle bir şeyin mümkün olmayışı apaçıktır. Öyleyse iddia edilen şey hakiki özdeşlik değildir. Söz konusu özdeşlik, mecaz ve mübalağa babındandır. Çünkü birbirini çok seven veya bir çok yönleriyle birbirlerine benzeyen iki insan genellikle bir vücut olduklarını hissedercesine özdeşlik iddiası yaparlar.

Arap ve Arap olmayan edebiyatçı ve şairlerin söz ve şiirlerinde bu tür mübalağalar oldukça çoktur. Hatta evliyaullahın sözlerinde de bu çeşit mübalağalar açıkça görülmektedir. Örneğin: Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın olduğu belirtilen bir şiirde şöyle geçmekte:

Kişilerin himmetleri (gayretleri) muhtelif işlerde çoktur.

Ama benim gayretim dünyada müsait bir dosttur.

Bu dost, iki bedene girmiş bir ruh gibidir.

Cisimleri iki cisim, ama ruh birdir.

Mecnun-i Amiri hakkında şu söz meşhurdur: Bir gün Mecnun’a hacamat[1] yapmak istediklerinde, Mecnun, kendisine hacamat yapmamaları için ısrarla şöyle diyordu: “Ne olur bu işten vazgeçin. Çünkü neşterin, Leyla’ya dokunacağından korkuyorum. Zira Leyla benim damarlarımda yer almıştır.”‌ Şairler bu manayı şiir şeklinde dile getirmişlerdir:

Hacamattan korkmuyorum diye söyledi Mecnun.

Zira dağlardan daha yücedir sabrım benim.

Lakin Leyla ile dolup taşmıştır bedenim.

Bu sedef o incinin sıfatlarıyla doludur.

Aydın bir kalbe sahip olan akıl;

Leyla ile benim aramda fark olmadığını anlar.

Ey hacamat eden, bana hacamat yaptığında,

Neşteri Leyla'ya dokunduracağından korkarım.

Ben Leylalım, Leyla da ben.

Biz iki bedene girmiş bir ruhuz.

Onun ruhu benim ruhum; benim ruhum da onun ruhudur.

İki ruhun bir bedende yaşadığını kim görmüştür?

Edebiyat üstatlarının eserlerine bakacak olursanız, bu çeşit mübalağa ve mecazi sözleri çok görürsünüz. Nitekim tatlı dilli edebiyatçı şair şöyle demiştir:

Ben aşık olan kimseyim; aşık olunan da benim.

Biz bir bedene girmiş iki ruhuz.

Beni gördüğün zaman, onu görürsün.

Onu gördüğünde de beni görürsün.

Peygamber ve Ali’nin Nefsani Özdeşliği

Bundan fazla beylerin vaktini mukaddimede almış olmayayım. Şimdi şu netice ve sonucu alıyorum ki, eğer ben size; “Emir’ul- Muminin Ali (a.s)’ın Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ile nefsani özdeşliği vardı”‌ dediysem, sizin dikkat ve düşünceleriniz hakiki özdeşliğe yönelmesin. Zira hiç kimse hakiki özdeşliği iddia etmemiştir. Eğer bir kimse böyle bir özdeşliğe inanırsa, böyle bir inanç kesinlikle batıl ve itibarsızdır.

Binaenaleyh bu özdeşlik, hakiki değil mecazidir. Ondan kast olunan da, ruh ve kemal eşitliğidir, cisim değil. Kesinlikle Emir’ul- Muminin Ali (a.s), nass ve delille istisna edilen hariç, bütün fazilet, kemal ve sıfatlarda Resulü Ekrem (s.a.a) ile eşitti.

Hafız: Öyleyse bu kaide ve kurala göre, Muhammed ve Ali’nin, birlikte peygamber olmaları gerekir. Sizin sözlerinizden anlaşıldığı üzere Ali de peygamberlikte ortakmış; vahiy de özdeşlikten dolayı mecburen her ikisine nazil oluyormuş!

Davetçi: Gerçekten mugalata yaptınız; durum sizin beyan ettiğiniz şekilde değildir. Biz ve Şialardan hiç kimse, böyle bir inanca sahip değiliz. Meclisin vaktini münakaşa ile almanızı ve konuşulan konuların tekrar olunmasına sebep olmanızı sizden beklemiyordum. Daha şimdi, nass ve delilin istisna ettiği hariç bütün kemallerde eşit olduklarını arz ettim. Nass ve delilin de istisna ettiği nübüvvet-i Hasse ve onun şartlarıdır; ki vahyin nazil oluşu ve hükümler, o şartlardandır.

Geçen akşamlarda yapılan açıklamaları unuttunuz mu? Eğer unuttuysanız, yayınlanan gazete ve dergilere müracaat ediniz; göreceksiniz ki biz geçen gecelerde, “Menzilet”‌ hadisinin yanı sıra, Hz. Ali’nin nübüvvet makamına sahip olduğunu, fakat Hatem’ul- Enbiyanın din ve şeriatının emri altında olduğunu ispatladık. İşte bundan dolayı, vahiy Hz. Ali (a.s)’a inmemiş ve O’nun nübüvvet makamı, Harun’un Musa dönemindeki nübüvvet makamından da fazla olmamıştır.

Hafız: Siz bütün fazilet ve kemallerde eşitliğe inandığınız için bu inanç nübüvvet ve nübüvvetin şartlarında da eşitliği gerektirmektedir.

Davetçi: Zahirde böyle düşünülmesi mümkün olabilir, ama eğer birazcık dikkat etseniz, meselenin beyan ettiğinizden başka bir şey olduğunu tasdik edeceksiniz. Nitekim geçen akşamlarda, nübüvvet için mertebe ve derecelerin olduğunu Kur’ân ayetleri ile vurgulamış ve nübüvvete sahip olanların bazılarının, diğer bazılarına nazaran üstün olduğunu ispatlamıştık. Allah-u Teâla da Kur’ân'da açıkça şöyle buyurmaktadır: “O peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık.”‌

Peygamberlerin bütün derece ve mertebelerinden en üstün derece Muhammed (s.a.a)’in özgü nübüvvetinin mertebesidir. İşte bunun için Allah-u Teâla Ahzab süresinin 40. ayetinde şöyle buyuruyor:

“Muhammed, sizden birisinin babası değildir; fakat Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”‌

 İşte o kemal, hatemiyete sebep olan has nübüvvettir. Öyleyse bu has kemalde hiç kimse ortak olamaz; ama diğer kemal ve faziletlerde eşitlik hükmündedirler. Bu mananın ispat olması için delil ve burhanlar yeterince çoktur.

Seyyid: Acaba kendi iddianızı ispat etmek için Kur’ân-ı Kerim'den bir deliliniz var mı?


[1] - Hacamat; iki omuz arasından bir miktar kan almaya denir. Sırta küpe atarak bir çeşit kan almak durumu. Hadislerde bunun çok faydaları zikredilmiştir. (Müt.)

PEŞAVER GECELERİ:Ömer’in Hudeybiye’de Resulullah’ın (s.a.a)’in Peygamberliğinde Şüphe Etmesi

PEŞAVER GECELERİ:Ehl-i Sünnet Alimlerinin İttifakıyla Velayet Ayeti Hz. Ali (a.s) Hakkında İnmiştir

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)