• Nombre de visites :
  • 687
  • 30/10/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali Kur’an ve Haktan Ayrılmaz

peşaver geceleri:hz. ali kur’an ve haktan ayrılmaz

Halbuki (Şia alimlerinin ittifakın yanı sıra) Şeyh’ul- İslam Himvini “Feraid”‌in 37. babında, Harezmi “Menakıb”‌da, Taberani “Evset”‌te, Genci-yi Şafii “Kifayet’ut- Talip”‌te, İbn-i Kuteybe “el-imamet ve’s- Siyaset”‌in 1. cildinin 68. sayfasında, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”‌de, Süleyman Belhi “Yenabi’ul- Meveddet”‌te, Ebu Ya’la “Müsned”‌de, Muttaki-yi Hindi “Kenz’ul- Ummal”‌ın 6. cildinin 157. sayfasında, Said bin Mensur “Sünen”‌de, Hatib-i Bağdadi “Tarih-i Bağdadi”‌ diye meşhur olan kitabının 14. cildinin 321. sayfasında, Hafız bin Merduye “Menakıb”‌da, Semani “Fezail’us- Sahabe”‌de, imam Fahr-i Razi “Tefsir-i Fahr-i Razi”‌nin 1. cildinin 111. sayfasında, Ebu’l- Kasım Hüseyin bin Muhammed (Rağib-i İsfehani) “Muhazırat’ul- Üdeba”‌nın 2. cildinin 113. sayfasında vs. alimleriniz Ebu Hureyre’nin kendisinden ve diğerlerinden Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

“Ali hak iledir ve hak da Ali’yle; Ali neredeyse hak da oradadır.”‌

Bu hadis, Ebu Hureyre’nin bu hadisi gördüğü halde Hz. Ali (a.s)’ı bırakıp Muaviye’nin etrafında dönmesi, onun merdut (reddedilmiş) olduğunu göstermiyor mu?

Muaviye’nin kötü amel ve zulümlerini görüp de susan ve dünyevi menfaatleri için karnını doyurmak ve makam sahibi olmak için o melunun meclisinde oturarak ona yardımcı olan merdut (reddedilmiş) değil midir?!

Hakim-i Nişaburi “Müstedrek”‌in 3. cildinin 124. sayfasında, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”‌de, Taberani “Evset”‌te, Şafii Fakihi İbn-i Meğazili “Menakıb”‌ta, Muttaki Hindi “Kenz’ul- Ummal”‌ın 6. cildinin 153. sayfasında, Şeyh’ul- İslam Himvini “Feraid”‌de, İbn-i Hacer-i Mekki “Savaik”‌in 74. ve 75. sayfalarında, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”‌te, Celalettin Süyuti “Tarih’ul- Hulefa”‌nın 116. sayfasında, imam Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais’ul- Aleviyye”‌de ve daha başka büyük alimleriniz Ebu Hureyre’nin kendisinden Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

“Ali Kur’an’ladır ve Kuran da Ali iledir. Bunlar havuzun başında bana gelinceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Ali bendendir, ben de Ali’denim. Kim ona sebbederse (kötü söz söylerse), şüphesiz bana sebbetmiştir ve kim bana sebbederse, şüphesiz Allah’a sebbetmiştir.”‌

Bununla birlikte, Muaviye (aleyh’il- haviye)’nin açıkça hatta minber ve Cuma namazlarında Hz. Ali’ye, Hz. Hasan’a ve Hz. Hüseyin’e lanet edilmesine seyirci olan, bütün minber ve meclislerde Hz. Ali (a.s)’a lanet edilmesini görüp susan, bununla da kalmayıp Muaviye ve benzeri lanetliler ile oturup kalkan ve onların yaptığına sevinen bir şahıs merdut değil de nedir?

Onlarla muaşeret etmenin yanı sıra, hadisler uydurarak onlara yardımcı olan ve halkı Hz. Ali’nin aleyhine kışkırtan ve O Hazrete lanet etmeye zorlayan bir şahıs merdut değil midir?

Şeyh: Temiz sahabenin hadis uydurarak halkı Ali (k.v)’e lanet etmeye ve kötü söz söylemeye teşvik etmesi iftiralarını kabul etmemiz makul mu? Bu çeşit iftiralar Şiilerin iftiralarından değil midir?

Davetçi: Temiz sahabelerin böyle bir şeyi yapmaları tabii ki akılcı değil. Ama eğer sahabelerden biri böyle bir şeyi yapmışsa, bu kesinlikle onun temiz olmadığını gösteriyor ve o münafık, merdut ve melundur.

Allah’a ve Peygamber’e sebbeden (kötü söz söyleyen) kesinlikle merdut, melun ve cehennemliktir. Şii alimlerinin ittifakının yanı sıra sizin büyük alimlerinizin de naklettiği açık birçok hadiste Resul-u Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor:

“Kim Ali’ye sebbederse, bana ve benim Allah’ıma sebbetmiştir.”‌

Böylesi iftiralar Şiilerin uydurmalarıdır sözüne gelince; yanıldığınızı hemen söyleyeyim. Bizi, kendi bazı alimleriniz gibi tasavvur etmeyin. Çünkü sizin öyle alimleriniz var ki, hedeflerine ulaşmak için Şiilere iftira atıyor, yalanlar uyduruyor, gerçeklerden haberi olmayan insanları (avam halkı) yoldan çıkarıyorlar. Kıyametten ve Allah’ın mahkemesinden de korkmuyorlar.

Şeyh: Siz, eğer Resulullah (s.a.v)’in yüce sahabelerine hadis uydurma iftirasında bulunuyorsanız, doğal olarak İslam’ın iftiharları olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin bilgili alimlerini de kötüleyeceksiniz tabii. Aslında siz Şiilerin en büyük hüneri, büyükleri kötülemek, onlara iftira atmak ve onlara sövmektir.

Davetçi: Bu çeşit sözleri bize nispet vermekle haksızlık yapıyorsunuz. 1400 yıldır (Şii ve Sünnilerin yazdıkları) tarih kitapları, sizin söylediklerinizin aksine şahadet ediyorlar.

Şiilerin, Muhaliflerin Karşısındaki Mazlumiyeti

İslam’ın başlangıcından ve Emevilerin ortaya çıkışından bugüne kadar sürekli olarak tertemiz Ehl-i Beyt’in Masum İmamlarına ve mazlum Şialarına lanet etmek, sövmek ve iftirada bulunmak, Müslümanların siyasi oyunbazlarının (Sünni adına yani Emevi Sünnet ve Cemaatin takipçilerinin) yaptığı şeylerdir. Gerçeklerden haberi olmayanları aldatmak, tefrika çıkarmak ve Müslümanların arasına ihtilaf sokmak için, seçkin alimleriniz muteber kitaplarında mazlum Şialara yüzlerce iftira atmış ve boynuzlu yalanlar uydurmuşlardır. Şiilere Rafızi, kafir, müşrik ve gali demiş ve onlara sövüp lanet etmişlerdir; onların önderlerini de, her şeyden habersiz temiz kalpli Sünni kardeşlerin gözünden düşürmüş ve nefret ettirmişlerdir.

Şeyh: Hangi Sünni alim kitabında Şiilere iftira atıp onlar için yalan söylemiştir? Bunu ispat edemediğiniz takdirde kesinlikle mahkum olurusunuz. Bizim alimlerimiz ne yazıp söylemişlerse, gerçek söylemişlerdir. Şiiler fasit inanç ve amellerini bir kenara bıraksınlar da rahat etsinler ve onları böyle eleştirmesinler.

Sünni Alimlerin Şialara Attıkları Yalanlar

Davetçi: Büyük alimlerinizin Şiilere attıkları binlerce iftira ve yalandan bazılarını, bu muhterem mecliste gerçeklerden habersiz insanların aydınlanması için aktarmaya beni mecbur ettiniz. Hüküm vermeyi de Müslümanların temiz ruh ve aydın kalplerine bırakıyorum.

İbn-i Abdurabbih’in Şiilere Attığı İftiralar

Sizin iftiharınızdan olan edebi alimlerinizden Şahabuddin Ebu Ömer Ahmed bin Muhammed bin Abdurabbih Kurtubi el-Endulusi el-Maliki (Ö: 328 h.k Kurtup’ta ölmüştür) “Ikd’ul- Ferid”‌ adlı kitabının 1. cildinin 269. sayfasında öz İslam’a sahip olan imanlı ve muvahhid Şiilere “Ümmetin Yahudileri”‌ diyor ve şöyle devam ediyor: “Yahudiler nasıl Hıristiyanlara düşman iseler, Şiiler de aynı şekilde İslam’a düşmandırlar.”‌ O bu şekilde Şiilere birçok iftiralarda bulunmuştur.

Örneğin diyor ki: “Şiiler, Yahudiler gibi üç talaka inanmıyorlar ve talaktan sonra iddetin olmadığını söylüyorlar.”‌

Mecliste bulunan muhterem Şiiler, hatta Şiilerle irtibatta olan siz Sünniler, İbn-i Abdurabbih’in bu iftiralarına gülmüyor musunuz? Bizim bütün fıkıh kitaplarımız ve ameli risalelerimizde (Tevzih’ul- Mesaillerde) üç talak’ın hükümleri, talaktan sonra iddet beklemenin yolları genişçe ele alınmıştır. Şiilerin talaktaki amelleri ve talaktan sonra iddet beklemeleri, edepten uzak olan bu edibin (İbn-i Abdurabbih’in) yalanına en büyük delildir.

Yine şöyle diyor: “Şiiler Yahudiler gibi Cebrail’e düşmandırlar. Çünkü vahyi Ali’ye getireceğine Peygamber’e getirmiştir!!”‌ (Mecliste bulunan Şiilerin gülmesi.) Görüyorsunuz ki, burada bulunan Şiiler böyle saçma sapan sözleri duyunca gülüyorlar; nerede kaldı ki ona inanmış olsunlar.

O (İbn-i Abdurabbih), eğer Afrika’da girdiği kabuğundan sıyrılıp dışarı çıksaydı veya Şiilerin yazdığı kitapları okuma zahmetine katlansaydı, utanır ve böyle bir iftirayı yapmazdı. Belki de gerçekleri bilmeyenleri kandırmak ve Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak için kasıtlı olarak böyle yapmıştır.

Biz Şiiler, Hz. Muhammed-i Mustafa Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’i hak üzere gelmiş peygamber olarak biliyor ve diyoruz ki; ona (s.a.a) nazil olan vahiyde asla hata ve yanlışlık olmamıştır. Biz, Cebrail-i Emin’in makamını o şahsiyetsiz adamın tasavvur ettiğinden daha yüce biliyoruz. Biz O Ali bin Ebi Talib’e inanıyoruz ki, Cebrail, (İlahi vahyin emini) O’nu, Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in halifesi ve varisi olarak tanıtmıştır.[4]

Yine şöyle diyor: “Şiiler, Yahudiler gibi Peygamberin sünnetine amel etmezler. Birbirlerini gördüklerinde Selam’un Aleykum’un yerine “Sam’un alekum”‌ (Ölüm sana olsun) derler.”‌ (Şiilerin kahkahayla gülmeleri.)

Şiilerin birbirlerine ve siz Sünni kardeşlere olan davranışları onun yalanına en büyük delildir. Bundan daha saçma başka bir söz daha diyor: “Şiiler, Yahudiler gibi Müslümanların kanını ve malını helal biliyorlar.”‌

Sizin kendiniz Şiilerin amellerini görüyor ve onlara şahitsiniz. Biz, bırakın Müslümanların can ve malını, kafirlerin bile can ve malını helal bilmiyoruz.

Şii mezhebinde kul hakkı ve insanı öldürmek, büyük günahlardan sayılmaktadır. Bütün bunlar, sizin büyük alimlerinizden sadece birinin söylediği bazı sözlerdi. Meclisin zamanı, onun böylesi saçma sapan sözlerini aktarmaya elvermediğinden bununla yetiniyorum.

İbn-i Hazm’ın İftiraları

Büyük alimlerinizden Ebu Muhammed Ali bin Ahmed bin Said bin Hazm el-Endülüsi (Ö: 456 h. k.) “el-Fasl-u fi’l- Milel-i ve’n- Nihal”‌ adlı meşhur kitabında Şiilere hakaretlerle birlikte onlara tuhaf yalan ve iftiralar atmıştır. Özellikle kitabın birinci cildini okuduğunuzda göreceksiniz ki açıkça; “Şiiler, Müslüman değildir; aksine kafir ve yalancıdırlar; onlar Yahudilik ve Hıristiyanlıktan kaynaklanmaktadırlar.”‌ diye saçmalamaktadır.

4. cildinin, 182. sayfasında da şöyle diyor: “Şiiler, dokuz kadınla evlenmeği câiz biliyorlar.”‌

Bu yalancı adamın yalan ve iftiralarına en büyük cevap; Şiilerin asırlar boyu yazdıkları delilli fıkhi kitapları ve ilmi risaleleridir. Onların hepsinde dört kadından fazlasını daimi olarak nikahlamanın haram olduğu yazılmıştır. Şiilerin irfan ehli fakih ve alimleri bir kenarda dursun, çöldeki cahilleri bile böyle bir cevazın olmadığını çok iyi biliyorlar.

Eğer o kitabı okursanız, Şiilere attıkları iftira, yalan, küfür ve kötü nispetlerinden dolayı utanıp yere girmiş olursunuz. Örnek için bu kadarı yeterli görüyorum.


[4] - Yıllar önce trenle, Kazimeyn’den Samerra’ya bir grup Şii ile birlikte gidiyorduk. Bizim bulunduğumuz vagonda Musullu bir grup şahıslar da vardı. Onlardan ikisi ehli Sünnet’in kadı ve alimiydiler. Daima bizi küçümsüyor, alay ediyor ve iftira atıyorlardı. Benim Arapça bildiğimden haberleri yoktu. İş bir yere vardı ki, kadı şöyle konuşmaya başladı:

“Bu Rafizilerin birçok fasit ahlak ve adetleri vardır. Tamamen bidatçı olup müşriktirler. Onların acayip bidatlarından biri şudur: Namazın selamını verdiklerinde ellerini üç kere havaya kaldırıp “Han’el- Emin”‌ (Cebrail hiyanet etti) diyorlar.”‌

Yanındakiler sordular: “Emin kimdir? ve nasıl bir hiyanette bulunmuştur?”‌

Şeyh (alim) şöyle cevap verdi: “şiiler diyorlar ki; Peygamber (s.a.a), Ali ve Cafer Hira’da uyuyorlardı. Allah, nübüvvet vahyini Ali’ye götürmesi için Cebrail’i görevlendirdi. Ama Cebrail hiyanet edip vahyi Hatem’ul- Enbiya’ya verdi. Onun için bütün şiiler Cebrail’e düşmandırlar. Her namazdan sonra üç kere “Han’el- Emin”‌ (Cebrail hiyanet etti.) derler. Yani vahyi Ali’nin yerine Hatem’ul- Enbiya’ya verdi.

Ben artık dayanamadım, şeyhe dedim ki: “Şeyhim, yalan ve iftira büyük günahlardan mıdır yoksa küçük günahlardan mı?”‌ Dedi ki: “Büyük günahlardan.”‌ Dedim ki: “Öyleyse bu ak sakalınla neden iki günah işleyip şiiler hakkında insanları yanıltıyorsunuz?”‌ Büyük bir utanmazlıkla; “Ben gerçek ne ise onu söyledim”‌ diye cevap verdi. Musullulardan; “Aranızda Farsça bilen var mı”‌ diye sorduğumda birkaç kişi bildiklerini söylediler. Bunun üzerine konudan haberi olmayan şiilerden on veya on iki ziyaretçiyi yaşlı-genç olmak üzere tek-tek çağırıp şöyle sordum: “Siz namazın selamından sonra ellerinizi kulaklarınızın hizasına kadırıp ne diyorsunuz?”‌ Dediler ki:”‌ Namazımızın kabul olması için üç defa “Allah-u Ekber”‌ deriz.”‌

Şeyhe dedim ki: “Utandınız mı Şeyhim, yoksa utanmadınız mı?”‌ Şeyh; “Onları sen öğrettin”‌ diye cevap verdi. Dedim ki: “Allah’tan kork! Hep yanınızda oturup yerimden kımıldamadığımı görmediniz mi?”‌ Sonra Musullulara dönüp şöyle dedim: “Rica ediyorum kalkın, öteki kompartımanlara gidin, şiilerden kendiniz sorun. Farsça bilen bir-iki kişi gidip döndüler. Döndükten sonra Şeyhe; “Bu yalanları söylemekten amacın neydi? Şehirli olsun, köylü olsun kimden sorduysak dediler ki; “Biz Allah-u Ekber”‌ diyoruz. Hatta; “Han’el- Emin”‌ (Emin hıyanet etti) demiyor musunuz?”‌ diye sorduğumuzda; “Biz şimdiye kadar böyle bir şey duymadık”‌ diye cevap verdiler.”‌ Gençler tahsilli oldukları için Şeyhe çok sinirlenmişlerdi.

Şeyh: “Daha önce de söyledim, ben bunları kitaplarda okudum.”‌ Dedi. Onlar da: “Alim birisinin araştırmadan bir şeyi söylememesi gerektiğini bilmiyor musun?”‌diye onu kınadılar. Bunlar sünni alimlerin şiilere attıkları iftiralardan bir örnekti. İşte bu şekilde şiileri sünni kardeşlere kötülüyorlar.

PEŞAVER GECELERİ: Ebu Bekir’in Fazileti Hakkında Hadisin Nakledilmesi ve Onun Sahte Olduğuna Dair Yanıt

PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali’nin Halifeliğini Açıkça İlan Eden Hadisler

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)