• Nombre de visites :
  • 846
  • 28/10/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:İmamet,Şia Akidesine Göre Ulvi Bir İlahi Makamdır

peşaver geceleri:imamet,şia akidesine göre ulvi bir ilahi makamdır

DÖRDÜNCÜ OTURUM

İmamet, ulemanın İlm-i Kelam ıstılahlarında beyan ettikleri gibi ilahi bir makam olup Usul-u dindendir. Bizim akidemizde İmamet, İlahi bir makam olup Resulullah (s.a.a) tarafından onaylanan, din ve dünya işlerinde kendisine uyulması farz olan genel yöneticiliktir.

Şeyh: İmamet’in usul-u dinden olduğuna dair kesin deliller getirseydiniz iyi olurdu. Çünkü büyük İslam alimleri İmamet’i Usul-u Din’den değil Füru-u Din’den saymışlardır ve Şia uleması delilsiz bir şekilde İmamet’i Usul-u Din’in bir parçası olarak zikretmişlerdir.

Davetçi: Bu beyan sadece Şia’ya ait değildir. Sizin büyük alimlerinizden bazıları da İmamet’in Usul-u dinden olduğu inancına sahiptirler. Örneğin sizin büyük ve tanınmış müfessirlerinizden Kadı Beyzavi “Minhac’ul- Usul”‌ adlı kitabının “Ahbar”‌ bahsi bölümünde açık bir şekilde şöyle beyan ediyor:

“İmamet, Usul-u Din’in en önemli meselelerindendir ve bunun reddi küfür ve bidate sebep olur.”‌

Molla Ali Kuşçi “Şerh’ut- Tecrit”‌ kitabının İmamet bölümünde şöyle diyor:

“İmamet, Peygamber’den hilâfet yoluyla, din ve dünya işleri hususunda genel bir riyasettir (yöneticilik makamıdır).”‌

Yine sizin en mutaassıp alimlerinizden Kadı Ruzbehan İmametin Resulullah (s.a.a)’in halifeliği unvanıyla ümmetin yöneticiliği, Resulullah’ın niyabet ve hilafeti makamı olduğunu şu şekilde beyan ediyor:

“İmamet, Eş’ariye göre, dinin ayakta tutulması ve İslam milletinin korunması hususunda Resulullah’ın hilafetidir; öyle ki, bütün ümmetin ona uyması gerekir.”‌

Eğer İmamet Füru-u Din’den olsaydı Resul-ü Ekrem (s.a.a) İmamını tanımadan ölenin cahiliye üzerine öldüğünü buyurmazdı. Sizin büyük alimlerinizden Hamidi “el- Cem’u Beyn’es- Sahihayn”‌ adlı kitabında, molla Said Taftazani “Akaid-i Nesefi”‌nin şerhinde ve daha birçokları Hz. Peygamber’den şu hadisi nakletmişlerdir: “Kim zamanının İmamını tanımadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüştür.”‌

Dinin cüz’i meselelerinden birini bilmemek, cahiliye ölümüyle ölmeye sebep olmaz. Zira Beyzavi; “İmamete muhalefet etmek, küfür ve bidate sebep olur”‌ diyor.

Netice itibarıyla İmamet Usul-u dinden olup nübüvvet makamının tamamlayıcısıdır. Bundan dolayı İmamet’in sözlük manasıyla ıstılahı manası arasında çok büyük fark vardır. Siz ki kendi alimlerinizi imam biliyorsunuz ve diyorsunuz ki; İmam-ı A’zam, imam Malik, imam Şafii, imam Ahmed bin Hanbel, imam Fahri Razi, imam Sa’lebi, imam Gazali ve diğerleri, burada kullanılan imam lafızları, İmametin sözlük (lügat) manasıdır ve biz de İmam kelimesini bu manada da kullanıyoruz. Cemaat imamı veya Cuma imamı tabirleri bunun örnekleridir.

Eğer İmam bu manasıyla kullanılırsa, yüzlerce imamın aynı zamanda yaşaması mümkündür. Ama İmam, daha önce de arz ettiğimiz gibi Peygamber (s.a.a)’den sonra ümmetin genel reisi (yöneticisi) manasınadır; her zamanda sadece bir kişi İmam (yönetici) olabilir ve bu İmam, güzel bütün ahlaki sıfatların yanında herkesten daha alim, daha cesur, daha takvalı ve en önemlisi masum olmasıdır. Kıyamet gününe kadar yeryüzü hiçbir zaman böyle bir İmamın vücudundan yoksun kalmayacaktır.

Açıktır ki bu şekilde insanlığın bütün kemalleri vücudunda toplanmış bir İmamın makamı, manevi makamların en üstünüdür. Böyle bir İmam Allah Teala tarafından atanmalı ve Peygamber (s.a.a) tarafından da halka tebliğ edilmelidir. Bu özelliğe sahip olan bir şahısın (İmamın) makamı, bütün mahlûkattan, hatta peygamberlerden dahi büyük ve yücedir.

Hafız: Siz bir taraftan Gulat’ı kınıyorsunuz, diğer taraftan da kendiniz İmamlar hakkında guluv ediyorsunuz; O’nların makamını peygamberlerden üstün biliyorsunuz. Oysa ki akli delillere ilave olarak Kur’ân-ı Kerim de, açık bir şekilde enbiyanın makamını en yüksek makam olarak tanıtmıştır ve vacip ile mümkün arasındaki en yüksek makam enbiyanın makamıdır. Sizin bu iddianız, delilsiz bir iddia olduğundan dolayı zorlama olup kabul edilmesi mümkün değildir.

İmamet Makamı, Nübüvvet-i Ammeden Daha Üstündür

Davetçi: Ali cenabınız, iddianın delilini sormadan benim delilsiz konuştuğumu buyurdunuz. En büyük delil Kuran’ın kendisidir. Bakara suresinde Allah’ın Halili olan Hz. İbrahim’in kıssasında, üç büyük imtihan (can, mal, evlat)’dan sonra -ki bu bütün tefsirlerce kabul edilmiş ve ispatlanmıştır- Allah-u Teâla bu büyük makamı O’na lütfetmiştir. Allah-u Teâla Hz. İbrahim’e nübüvvet, risalet, ulu'l- azm’lık ve halillik makamından daha üstün olan bu makamı vermiştir. Eğer bu makam onlardan daha üstün olmasaydı bu makamın terfi unvanıyla verilmesinin manası olmazdı. Allah-u Teâla Bakara suresinin 124. ayetinde Resul-ü Ekrem (s.a.a)’e şöyle haber vermektedir.

“Hani Rabbi İbrahim’i bazı sözlerle sınadı. O da bunları yerine getirdi. (o zaman Allah Teala İbrahim’e:) ‘Ben seni insanlara İmam kılacağım.’ İbrahim, ‘Soyumdan olanları da İmam kıl’ dediğinde (Allah:) Zalimler benim ahdime erişemez dedi.”‌

Bu ayet-i şerifeden bir takım sonuçlar ortaya çıkmaktadır; onlardan birisi de İmamet makamının ispatıdır. Bu makam nübüvvet makamından daha üstündür. Çünkü Allah Teala İmamet makamını nübüvvet makamından sonra Hz. İbrahim’e verdi. Yukarıdaki delillerden alınan netice İmamet makamının nübüvvet makamından üstün oluşudur

Hafız: Sizin bu sözlerinize göre, İmam olarak kabul ettiğiniz Ali’nin (k.v) makamı, Peygamber efendimizden daha üstündür. Bunun ise Gulat’ın akidesi olduğunu kendiniz söylemiştiniz.

Davetçi: Nübüvvetten kastımız sizin tabir ettiğiniz kısım değildir. Siniz kendiniz de biliyorsunuz ki “nübüvvet-i amme”‌ (genel nübüvvet) ile “nübüvvet-i hasse”‌ (özel nübüvvet) arasında çok büyük fark vardır. İmamet makamı nübüvvet-i amme’den üstündür. Ama nübüvvet-i hasse’den aşağıdır. Peygamberimizin yüce makamı da nübüvvet-i hasse makamıydı.

Nevvab: Ara sıra sohbetin arasına girdiğim için beni bağışlayın. Ama ne yapayım aceleci ve unutkan bir yapım var. Bundan dolayı cesaret ediyorum. Söyler misiniz, bütün peygamberler Allah tarafından gönderilmiş ve aynı makama sahip insanlar değiller miydi? Nitekim Kur’ân bu konuda şöyle buyuruyor:

“O’nun peygamberleri arasında hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.”‌[1]

Öyleyse siz neden nübüvveti “Âmme ve Hasse”‌diye iki kısma ayırdınız?

Davetçi: Sizin delil olarak getirdiğiniz ayet kendi yerinde doğrudur. Bütün peygamberlerin peygamberliklerindeki hedef, halkı terbiye etmeleri ve onları mebde ve maada davet etmeleridir. Bu açıdan bütün peygamberler eşittirler. Ama fazilet kemal, peygamberlik etme şekilleri, derece ve rütbeleri açısından birbirlerinden farklıdırlar.

Peygamberlerin Mertebelerindeki Farklılık

Acaba bin kişi için peygamberlik yapmak üzere seçilen bir peygamberle, bütün insanlığa peygamberlik yapmak üzere seçilen peygamber bir midir? Misal arz edecek olursak, acaba ilk okul birinci sınıfı okutan öğretmenle, altıncı sınıfı (orta biri) okutan öğretmen veya lisede ders veren bir öğretmenle üniversite profesörü bir midirler? Göreve getirdikleri bakanlık ve belli toplulukları yetiştirip terbiye etme açısından bakarsanız hepsi birdirler. Ama bildikleri ve ilmi kariyerleri açısından bakarsanız kesinlikle eşit değillerdir. Her birisi sahip olduğu ilim, fazilet ve görev yaptıkları yer itibariyle birbirlerinden farklı derecelere sahiptirler. Peygamberler de davet etme makamı açısından eşittirler. Ama makam ve bilgi açısından farklıdırlar. Aynı surenin başka bir ayetinde Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“O peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık. Onlardan Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerini yükselttiği vardır.”‌[2]

Sizin büyük müfessirlerinizden olan Zemahşeri “Keşşaf”‌ tefsirinde şöyle diyor: “ayetteki bazı peygamberden kasıt, bizim peygamberimizdir. Sahip olduğu fazilet hususiyetleri diğer peygamberlere oranla çok fazlaydı; bunların en önemlisi “Hatemiyet”‌ makamıydı.

Nevvab: Bu muammanın çözümünü buyurduğunuz için çok mutluyuz. Biraz konunun dışında olmasına rağmen, ben diğer arkadaşların da izniyle sizden bir soru daha sormak istiyorum. Acaba nübüvvet-i hasse’nin özelliklerini kısa ve sade bir şekilde bize beyan eder misiniz? Yıllardır hep bu soruyu ulemadan sormayı arzu etmişimdir. Ama işlerin çokluğu ve unutkanlık nedeniyle bir türlü fırsat bulamamışımdır. Onun için şu anda fırsattan istifade etmek istiyorum.

Davetçi: Nübüvvet-i hasse’nin özellikleri ve bu babdaki deliller oldukça çoktur. Acaba nasıl olur da bütün enbiyanın arasından kamil bir şahıs nübüvvet-i hasse makamına sahip olabilir? sorusuna verilecek cevaplar çoktur. Ama pak Müslümanlar tarafından teşkil olunan bu oturum nübüvvet-i hasse makamının ispatı için oluşturulmuş değildir. Eğer bu konuya girmeye kalkışırsak, asıl konumuz olan İmamet meselesinden geri kalmış olacağız ve bu konu vaktimizi de almış olacaktır. Ama sizin isteğinizi reddetmemek için “ma la yudreku kulluh, la yutreku kulluh”‌ (hepsi elde edilmeyen şeyin, tümü terk edilmez) sözü gereğince, kısa bir şekilde ve lazım olduğu kadarıyla bu konuya deyinmeye çalışacağım.

Nübüvvet-i Hasse’nin Özellikleri

Eğer insanın yaratılışına birazcık dikkat edilirse, bu makama ulaşmak yolu iyice açılmış olacaktır. Çünkü Allah-u Teâla beşeriyetin kemalini nefsin kemalinde karar kılmıştır. Nefsin kemali ise ancak nefis tezkiyesiyle mümkündür. Nefis tezkiyesi de, insaniyet makamının doruk noktasına ulaşmak için ancak aklın kılavuzluğu doğrultusunda ilim ve amel kanatlarıyla uçmakla mümkün olabilir.

Müvahhidlerin mevlası Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) kendisine nispet edilen bir cümlede şöyle buyuruyor:

“İnsan (cismine ilave olarak) natık bir nefse sahip olarak yaratıldı (ki o insanın hakikatidir). Eğer bu nefs ilim ve amelle tezkiye edilirse, hilkatinin asıl başlangıcı olan bir takım ulvi cevherlere benzeyecektir. İnsan eğer itidal makamına ulaşır ve cismaniyet maddelerinden uzaklaşırsa, yüce varlıkların benzeri olur. O zaman insan hayvaniyet aleminden çıkıp gerçek makamı olan insaniyet makamına nail olmuş olur.”‌

İnsan cismani vücudun dışında natık bir nefse sahiptir; insanı diğer varlıklardan üstün yapan da bu nefsdir. Bir şartla ki o şart da insanın kendini tezkiye etmesi ve o natık olan nefsini ilim ve amelle kuvvetlendirmesidir.

İnsandaki ilim ve amel, kuşlardaki iki kanat gibidir. Kuşlar kanatlarını ne kadar güçlendirirse, o kadar yükseğe uçma şansına sahiptirler. İnsan da aynı şekilde her ne kadar ilim ve amelini güçlendirirse, nefsi kemallere de aynı derecede ulaşmış olur. Bizim Şiraz’ın, söz üstadı ve şirin sözlüsü Sadi ne kadar güzel söylemiştir:

Sen sadece kuşun uçmasını görmüşsün,

Şehvet bağını ayağından aç da insanın uçmasını gör.

Öyleyse hayvanlık aleminden çıkıp insanlığın yüce derecesine ulaşmak, tamamen nefsin kemaline bağlıdır. Herkes nefsini kamilleştirmek yolunda, ilmi ve ameli güçleri kendinde toplar ve onların üçlü özelliğine ulaşırsa, nübüvvet makamının en düşük mertebesine yetişmiş olur. Böyle bir adam, ne zaman hak Teala’nın özel teveccühünün mazharı olursa, o zaman ona nübüvvet elbisesi giydirilir.

Elbette nübüvvet de (daha önce nübüvvet bahsinde geniş bir şekilde denildiği gibi) farklı mertebelere sahiptir. Nebi, üçlü özelliğe şamil olan öyle bir mertebeye ulaşır ki o mertebe, imkan aleminde ulaşılabilecek ve tasavvur edebilecek en yüksek mertebedir. Hükema (Hikmet sahipleri) bu makama, ilk malul ve ilk sadırdan ibaret olan ilk akıl adını vermektedirler.

İmkani vücut mertebelerinde o mertebeden daha yüksek bir makam yoktur. İşte o makam, Hatem’ul- Enbiya’nın vücududur; O’nun makam ve menzileti, makam-ı vacipten (Allah’ın makamından) aşağı ve imkan alemindeki bütün makamların da üstündedir. Peygamberimiz bu mertebeye nail olduğunda, peygamberlik O’nun mübarek vücuduyla sona ermiş oldu.

İmamet makamı, Hatemiyet makamından bir derece aşağı ve nübüvvet makamının diğer bütün derecelerinden de yüksek bir makamdır. Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) hem nübüvvetin bütün derecelerine sahip olduğundan ve hem de Hatem’ul- Enbiya’yla nefis birliğine sahip olduğundan, İmamet makamına mensup edilmiş ve bütün geçmiş peygamberlerden de üstün olmuştur.

(Bu arada müezzinin sesi duyulmasıyla beyler kalkıp namaza gittiler. Döndüklerinde çay içildikten sonra Hafız bey ilk olarak sohbete başladılar.)

Hafız: Siz sohbetlerinizde sürekli olarak meseleleri zorlaştırıyor ve bir konudaki sorunları halletmeden yeni bir konuyu gündeme getiriyorsunuz.

 Davetçi: Bizim anlaşılması zor bir meselemiz olmadı. Ama sizin nazarınızda böyle bir mesele varsa, buyurun, biz de cevap arz edelim.

Hafız: Son yapmış olduğunuz açıklamalarınızda izah edilmeleri mümkün olmayan bir kaç cümle buyurdunuz. Evvela; (öncelikle) Ali bin Ebi Talib’in (k.v) nübüvvet makamına sahip olduğunu buyurdunuz; sonra Peygamberler nefis birliğine sahip olduğunu söylediniz ve daha sonra, Ali’nin bütün peygamberlerden üstün olduğunu buyurdunuz. Bu iddialarınızı mecburen kabul mü edelim, yoksa bu iddiaları ispatlayacak delilleriniz mi vardır? Eğer deliliniz yoksa kabulleri mümkün değildir. Eğer deliliniz varsa beyan ediniz.

Davetçi: Benim beyanlarımın müşkül, karışık ve halledilmelerinin gayri mümkün olduğunu söylediniz. Bu siz ve sizin gibi, hakikatler üzerinde derinleşmek istemeyenlerin düşüncesidir. Yoksa araştırmacı ve düşünür insaflı ulemanın nazarında hakikat açıktır. Ama benim beyanlarıma getirdiğiniz eleştirilere gelince, kaçış yollarının kapatılması ve “beyanınız müşkül, karışık ve halledilmesi gayr-i mümkündür”‌ dememeniz için şimdi onlara da bir-bir cevap vereceyim.


[1] - Bakara/285.

[2] - Bakara/253.

PEŞAVER GECELERİ:İmamet Konusu Üzerinde Tartışma

PEŞAVER GECELERİ:Âl-i Muhammed Hak Yolun Şehitleri

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)