• Nombre de visites :
  • 1066
  • 23/10/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Dua-yı Tevessül

peşaver geceleri:dua-yı tevessül

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Allahumme inn’i es’eluke ve eteveccehu ileyke binebiyyike nebiyy’ir- rahmeti Muhammed’in sallallahu aleyhi ve âlihi, ya Ebe’l- Kasım, ya Resulellah, ya İmam’er- rahmeti, ya seyyidena ve mevlana, inna teveccehna vesteşfa’na ve tevesselna bike ilellahi ve kaddemnake beyne yedey hacatina, ya vecihen indellah işfa’ lena indellah.

Ya Ebe’l- Hasan, ya Emir’el- Muminin, ya Aliyyebne Ebi Talib’in, ya hüccetellahi ala halkihi, ya seyyidena ve mevlana, inna teveccehna vesteşfa’na ve tevesselna bike ilellahi ve kaddemnake beyne yedey hacatina, ya cecihen indellahi işfa’ lena indellahi...”‌

Bu dua önce Hz. Resulullah (s.a.a), sonra Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (a.s)’la başlayıp daha sonra O’nların on bir masum evladına hitap ederek devam etmektedir. Ancak onlara hitap edilirken “Ey Allah’ın yaratıklara olan hücceti”‌ diye tek-tek onların isimlerini getirerek tevessül etmekteler. Sonunda onların hepsine tevessül edilerek;

“Sizin vesilenizle Allah’tan şefaat diliyoruz ve diyoruz ki sizler Allah’ın yanında itibarı olan insanlarsınız, Allah’ın yanında bana (ki hiç itibarım yoktur) şefaat edin...”‌ deniliyor.

(Seyyit Abdülhayy duayı okurken meclisteki muhterem ve edebiyat ehli olanlar sürekli olarak; “La ilahe illallah, subhanellah! Meseleyi nasıl bize yanlış aktarmışlardır”‌ deyip ellerini ellerinin üstüne vuruyorlardı. Bu arada ben söze girerek şöyle dedim:)

İnsafla söyleyin, bu duanın neresinde şirk vardır? Acaba duanın her yerinde Allah-u Teala’nın mübarek adı yok mu? Nerede O’nları Allah’a şirk kıldık? Neden bize iftira ediyorsunuz? Neden muvahhid Müslümanlara gali ve müşrik diyorsunuz? Neden Müslümanların arasında düşmanlık tohumları ekiyorsunuz? Meseleyi birbirine karıştırarak gerçekten haberi olmayan insanların, neden din kardeşlerine karşı kafir gözüyle bakmasına sebep oluyorsunuz?

Birçok mutaassıp ve gerçeklerden habersiz insan var ki, zavallı şiaları kafir diye öldürmekte, kendilerini cennet ehli zannetmektedirler. Bunun günahı siz alimlerin boynundadır.

Acaba şimdiye kadar bir şianın bir tane dahi olsa bir Sünni’yi öldürdüğünü duydunuz mu? Bizim alimlerimiz hiçbir zaman böylesi zehirleyici şeyleri, halkın arasına sokmamışlardır. Onlar Şia ve Sünni’lerin arasına düşmanlık tohumları ekmezler. Bizim alimlerimiz insanı katletmeyi büyük günahlardan sayarlar.

Sünni ve Şia arasındaki ihtilafları, ilim ve mantıkla halka anlattığımız zaman şunu da kesinlikle söyleriz ki; Sünniler bizim Müslüman kardeşlerimizdir, onlara düşmanlık etmeyin, kin beslemeyin. Aksine onlarla kardeşçe beraber olalım ve “La ilahe illallah”‌ bayrağını yüceltelim.

Ama mutaassıp Sünni alimlerine bir bakın, Ebu Hanife, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris ve Ahmed bin Hanbel’in usul ve füruda o kadar çok ihtilafları olmasına rağmen bu dört mezhep imamının peşinden gidenlere kardeş gözüyle bakıyor ve onlar her yerde özgürce amel ediyorlar. Ama Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inden olan Ali bin Ebi Talib ve Cafer bin Muhammed (aleyhum’es- selam)’in takipçilerine müşrik, kafir ve gali diyorlar. Böylece şiaların mal ve canlarını, Sünnilerin yaşadığı bölgelerde tehlikeye atıyorlar. Şia’nın nice ilim ve takva ehli olan birçok insanları, Sünni alimlerinin fetvasıyla şehit olmuştur.

Ama Şia alimleri tarafından böyle bir şey gerçekleşmediği gibi, alim olmayanlar tarafından da gerçekleşmemiştir. şiaların ister alimleri olsun, ister alim olmayanları, Sünnilere karşı (ister alim olsun, ister olmasın) hiçbir zaman bu şekilde davranmamışlardır. Sizin alimleriniz genellikle Şialara lanet ederler. Ama Şia alimlerinin, kitaplarının hiçbirinde Sünnilere lanet ettikleri görülmemiştir.

Hafız: Haksızlık ediyorsunuz. Hangi Şia alimi Sünni alimlerinin fetvalarıyla öldürüldüler? Neden hisleri tahrik ediyorsunuz? Hangi alimimiz şialara lanet okuyor?

Davetçi: Alimlerinizin ve alim olmayanlarınızın (avamın) yaptıklarını söylemeye kalksam, bu bir toplantımızda bitmez. Bunun için aylarca oturup konuşmamız gerekir. Ben iddiamı ispatlamam için sadece onlardan tarihte yazılmış olanlardan bazılarına, hisleri tahrik etmek istemediğimi bilmeniz ve söylediklerimin birer gerçek olduklarını öğrenmeniz için değineceğim.

Eğer siz mutaassıp büyük alimlerinizin kitaplarına dikkatle bakacak olursanız, nasıl lanet okuduklarını görürsünüz. Örneğin, İmam Fahr-u Razi yazdığı tefsirde, nerede eline fırsat geçmişse şialara lanet okumuştur. Mesela, velayet ayeti, ikmal ayeti, vb. ayetleri tefsir ederken sürekli olarak; “ve emma er- refzatu la’nehumullah...”‌ (Rafızilere gelince, Allah onlara lanet etsin...), “Haula’ir- refzatu la’nehumullah...”‌ (Bu Rafıziler, Allah onlara lanet etsin...), “Emma kavl’ur- refaviz la’nehumullah...”‌ (Rafızilerin sözlerine gelince, Allah onlara lanet etsin...) diye lanet etmektedir. Ama hiçbir Şia alimlerinin kalemi, Ehl-i Sünnet kardeşlerin ne alimlerine, ne de onların geneline karşı asla böyle bir şey yazmamıştır.

Şehid-i Evvel’in (Birinci Şehidin) Burhanuddin-i Maliki Ve İbn-i Cemaat’in Fetvasıyla Şehit Edilmesi

Sünni alimlerin, Şia alimlerinin ilim ve amel iftiharlarına karşı yaptıkları feci amellerden birisi, Şam’ın iki büyük kadısı olan “Burhanuddin Maliki”‌ ve “İbad bin el-Cemaat eş- Şafii”‌nin fetvalarıdır. Bu iki kadı, Şia’nın büyük fakihlerinden olup ilim, takva ve zühtte kendi zamanının ileri gelenlerinden olan Ebu Abdullah Muhammed bin Cemaluddin-i Mekki el-Amili (Şehid-i Evvel)’nin katledilmesi için fetva sadır etmişlerdir.

Bu büyük fakihin yedi günde yazdığı “Lüme”‌ adlı eseri, (ki yanında Muhtasar-ı Nafi adlı kitabın dışında hiçbir fıkhi kitap olmadan yazmıştır) onun fıkıh ilmindeki gücü ve derinliğini göstermektedir. Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebinin alimleri onun ilminden çok faydalanmışlardır.

Sünnilerin aşırı baskıları yüzünden takıyye edip şialığını açıklamamasına rağmen Şam’ın büyük kadısı İbad bin el-Cemaat, bu rabbani alime haset ederek onu Rafızi ve şialık suçuyla Şam Valisi (Beydemir)’ne şikayet edip zindana attırdı. Zindanda bir yıl işkenceye tabi tutulduktan sonra Hicri 786. yılın Cemadi’ul- Evvel ayının dokuz veya on dokuzunda, o iki Sünni kadı (İbn’ul- Cemaat ve Burhanuddin)’nın fetvasıyla önce kılıçla öldürüp sonra bedenini darağacına astılar. Daha sonra onların tahrikiyle, müşrik ve Rafızi birisi darağacına asılmıştır diye avam halk tarafından taş yağmuruna tutulmuştur. Daha sonra cesedini darağacından indirip yakarak külünü rüzgarda savurmuşlardır. [6]

Şehid-i Sani’nin (İkinci Şehid’in) Sayda Kadısı Tarafından Şahadete Erişmesi

Şia’nın alimlerinden ve iftiharlarından bir diğeri H. 10. y.y’da yaşayan eşsiz insan Şeyh Zeynuddin bin Nuruddin Ali bin Ahmed el-Amili (r.a)’dir. O, ilimde, fazilette, zühdde, takvada, dost ve düşmanın yanında büyük bir şöhrete sahipti. Gecesini gündüzüne katarak, halktan uzaklaşarak değerli kitaplar yazmıştır. Kendi el yazısıyla çeşitli ilim dallarında 200’den fazla eseri vardır.

Halktan kaçmasına rağmen o zamanki alimler, onu çekememiş ve halk ona yöneldiği için haset etmişlerdir. Özellikle Sayda’nın büyük kadısı, Osmanlı padişahlarından Sultan Selime onun hakkında şöyle bir mektup yazmıştır: “Şam bölgesinde, dört mezhepten birisine mensup olmayan bidatçı birisi ortaya çıkmıştır...”‌

Sultan Selim bu fakih alimi mahkemeye çekmek için İstanbul’a gönderilmesini emretti. Mescid’ul- Haram’da onu tutuklayıp 40 gün Mekke’de hapsettiler. Sonra deniz yoluyla İstanbul’a gönderdiler. Daha mahkemeye çıkmadan sahilde mübarek başını bedeninden ayırarak bedenini denize attılar ve başını da sultana götürdüler.

Muhterem beyler, şimdi Allah için insafla söyleyin ve adaletli bir şekilde hüküm verin, acaba tarih boyunca bir tane Sünni alimin, hatta bir tane alim olmayan Sünni'nin Caferi Mezhebine mensup değil diye Şia alimleri tarafından böylesine feci ve çirkin bir şekilde öldürüldüğünü okuyup duydunuz mu? Allah aşkına söyleyin “Dört mezhepten birine mensup değil”‌ sözü suç ve kabahat mıdır?

Hangi delile göre, dört mezhepten (Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli) birisine mensup olmayan bir kimse, kafir ve katli de farzdır?

Acaba hangi delile göre, asırlar sonra resmiyet kazanmış olan bir takım mezheplere itaat etmek farz, ama Resul-u Ekrem (s.a.a)’in zamanından itibaren söz konusu olan bir mezhebin peşinden gitmek küfür ve ona itaat edenlerin kanının dökülmesi ise gereklidir?

İnsaflı İnsanlar İçin Güzel Söz

Allah için söyleyin Ebu Hanife, Malik bin Enes, imam Şafii veya imam Ahmed bin Hanbel’den hangisi Resulullah (s.a.a)’ın zamanında yaşamış ve mezheplerinin temel (usul) ve cüz’i (füru) konularını O Hazretten vasıtasız olarak almışlardır?

Hafız: Hiç kimse, dört mezhep imamlarının Resulullah (s.a.a)’le görüşme şerefine nail olduklarını iddia etmemiştir.

Davetçi: Acaba Emir’ul- Muminin Ali bin Ebi Talib (a.s) Resulullah (s.a.a)’in sahabesinden olup O’nun ilminin kapısı değil miydi?

Hafız: Açıktır ki, o sahabelerin büyüklerinden, hatta bazı yönlerden onlardan daha faziletli idi.

Davetçi: Öyleyse bu kaide üzere eğer Hz. Peygamber (s.a.a)’in; “Ali’ye itaat etmek bana itaattir”‌ sözüne dayanarak ve O Hazretin buyruğu olan “Kim benim ilmimden yararlanmak istiyorsa, Ali’nin kapısına gitsin”‌ sözünden yola çıkarak Ali bin Ebi Talib (a.s)’ı takip etmek farzdır diyecek olursak hak sözü söylemiş oluruz. Yine eğer; Muhammedî mezhebin kendisi olan Caferi mezhebinden yüz çevirmek horluğa sebep olur diyecek olursak haklıyız. Çünkü Hatem’ul- Enbiya (s.a.a) onların (şiaların) önderlerini (Ehl-i Beyt’i) Kur’ân’ın eşi kılmış, ve “Sekaleyn”‌ ve “Sefine”‌ hadisleri gereğince, O’nları takip etmemenin helakete sebep olacağını buyurmuştur.

Yine eğer; Ehl-i Beyt (a.s)’dan yüz çevirmek, Resulullah (s.a.a)’in emrinden yüz çevirmektir, sırat-ı müstakimden çıkmaktır ve sağlam ipe sarılmamaktır diyecek olursak haklıyız, buna delilimiz vardır.

Bütün bunlara rağmen Şia alimleri tarafından bu çeşit ameller, Sünnilerin cahillerine karşı yapılmamıştır, nerede kaldı ki onların alimlerine karşı yapılmış olsun!

Biz her zaman şialara şöyle deriz: Sünniler bizim Müslüman kardeşlerimizdir. Onlarla birlik ve beraberlik içerisinde olmamız gerekir. Ama Şia alimlerinin aksine sizin alimleriniz sürekli olarak, mümin, muvahhid, tertemiz ve Resulullah (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin takipçileri olan şialara; bidatçi, Rafızi, gali, Yahudi, hatta kafir ve müşrik bile demişlerdir; dört mezhep fakihlerinden (Hanefi, Hanbeli, Maliki ve Şafii) birisini taklit etmeyenleri yine müşrik, Rafızi ve kafir bilmişlerdir. Halbuki Müslümanların, dört mezhep fakihlerinden birine uymalarının gerekliliğine dair hiçbir delil yoktur. Oysa Resulullah (s.a.a)’in emri doğrultusunda Ehl-i Beyt’e uyan kimseler, kesinlikle kurtuluş ehli kimselerdir.

Böylesi yersiz fetvalar, yersiz konuşmalar avam halkın elinde bahane olmuş, her fırsatta katletme, yağmalama ve namuslara el uzatma gibi kafirlere bile yapmadıkları çirkin amelleri şialara yapmışlardır.

Hafız: Sizin gibi birisinden, hiçbir zaman vuku bulmamış yalan sözlere dayanarak hisleri tahrik etmenizi beklemiyorduk.


[6] - Karşılaştığım bir olay tarihi vakiaları bana ispatlamıştır. Olay özetle şudur:

H. 1371. yılın Cemadi’üs- Sani ayının on dokuzunda Beyt’ul- Mukaddes’teki Mescid’ul- Aksa’yı ziyaretten dönüp Şam’a gidiyordum. İlk gece namaz kılmak için Ürdün’ün doğusunda yer alan Umman’ın büyük camisine (ki çok güzel bir cami idi) gittim. Sünni olan bu müslümanların bazıları akşam namazından dönüyor, bazıları da sünnetle meşgul idiler. Ben de caminin bir köşesinde akşam ve yatsı namazını kılmaya başladım. Farzları ve sünnetleri kıldıktan sonra bazılarının öfkeli bir şekilde bana baktığını gördüm. Özellikle, Kur’ân’ın kıraat edildiği yerde, bir kaç kişiyle Kur’ân’ın kıratıyla meşgul olan bir alim, dikkatle benim halime bakıyorlardı.

Takibatı (zikir ve duaları) da bitirdikten sonra camiden çıkıp terminale gidip otobüsün hareket etmesini beklemeye koyuldum. Yemek yedikten sonra, caminin müezzini yatsı ezanını okumaya başladı. Ezan okununca kendi kendime dedim ki otobüs yolda durmayabilir, iyisi fırsat varken gece namazını da kılıp gideyim. Bu niyetle abdestimi yeniledikten sonra yeniden camiye gittim. Herkesin gelip-gittiği büyük kapı yerine, batıda köşede yer alan bir kapıdan içeri girdim. Etrafı sakin olan büyük sütunların birisinin yanında nafile namazlarını kılmakla meşgul oldum.

Daha önce bana kötü kötü bakan ve kıraatle meşgul olan o alim, yatsı namazından sonra halkı başına toplayıp şirk ve müşrik konusu üzerinde sohbet etmeye başladı. Biraz sohbet ettikten sonra, kızgın bir halde etrafındakilere şöyle dedi: “Siz müslümanlar sorumlusunuz, kıyamette cevap vermek zorundasınız. Çünkü Allah Teala buyuruyor ki: “Müşrikler necistirler, onları mescide bırakmayın.”‌ Biraz önce putperest necis bir müşrik camiye gelip hepinizin gözü önünde puta secde etti, onu kovmadınız. Ben kıraatle meşgul idim, sizler ise ölmüş idiniz. Camiden şirk necasetini temizlemenin, putperest ve müşrik rafizinin öldürülüp katledilmesinin gerekliliğini bilmiyor musunuz? Çünkü müşrik, müslümanların camisinde putperestlik ederse katli farzdır.”‌ Öylesine ateşli bir şekilde avam halkı tahrik ediyordu ki, o anda yanlarında olsaydım kesinlikle beni öldürürlerdi.

Konuşması bittikten sonra cemaatin yarısı benim girdiğim kapıdan çıktılar. Ben de vitir namazı ile meşgul olduğum için kimse beni görmesin diye oturdum. Ama birden gözleri bana takılınca, öylesine tekme-tokatla üzerime saldırdılar ki hesaba gelmez. Bana sürekli; “Kalk ey müşrik, dışarı çık ey müşrik...”‌ diyorlardı. Artık hayatımdan ümidimi kesmiştim. Derken şehadet kelimesini (Eşhedu en lâ ilahe illellah vahdehu la şerikeleh ve eşhedu enne Muhammed’en abduhu ve resuluh) söyledim. Şehadet kelmesini söyleyince onların arasına ihtilaf düştü. Birbirlerine; “Eğer bu müşrik ise, nasıl olur da Allah’ın vahdaniyetine ve Hatem’ul- Enbiya’nın peygamberliğe şahadet getirir?”‌ dediler. Bir kısmı; “Biz ne bilelim, kadı onun rafizi ve müşrik olduğunu söyledi”‌ diyorlardı.

Onlar aralarında tartışırken ben de namazın selamını verip kendimi savunmaya hazırladım. Arapça olarak uzun bir konuşma yaptım, onları güzel bir şekilde cezp edip kendimi onlara sevdirdim. Kadıyı da Allah’tan korkmayan garazlı birisi diye tanıtarak şöyle dedim: “O, müslümanların arasına tefrika sokarak yabancıların müslümanlara hakim olmasını istiyor...”‌ Kısacası benden özür dileyip evlerine davet bile ettiler. Ama yolcu olduğum için davetlerini kabul edemedim.

İşte bu, Ehl-i Sünnet alimlerinin yüzlerce hareketlerinden sadece bir örnekti. Onlar avam halkı kandırarak, mazlum müslümanların katl ve ihanet edilmesine sebep olmuşlardır.

PEŞAVER GECELERİ:Sekaleyn Hadisinin Senetleri

PEŞAVER GECELERİ:Buhari ve Müslim, Uydurukçu ve Yalancılardan Hadis Nakletmişlerdir

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)