İslam’da Tasavvuf ve İrfan -8
Alford Van Kremer şöyle diyor: "İslami tasavvuf iki farklı unsuru kendine cezbetmistir. Birincisi Hıristiyanların zühd anlayışıdır ki İslam'ın ilk dönemlerinde şiddetli bir tesiri olmuştur, İkincisi ise Budist müşahedelerdir ki bu da İranlılar tarafından İslam'a sokulmuştur, Goldsiher ise Kremer'in bu görüşünü az bir farklılıkla kabul etmektedir,
Velhasıl bunlar divorlar ki. Emeviler zamanında müslümanlar Çin sınırlarına kadar dayanınca Müslümanlar ile Hindular arasına ticari ve iktisadi ilişkiler kuruldu. Hindulardan birçoğu Müslüman oldu, ama bu Müslümanlar bir takım fikir ve düşünceleri de kendileriyle birlikte İslami muhite soktular.
"Edeb-us Sağir", "edebul Kebir", "Buzayf", "Bluher" vb. kitaplar "Minketul Hindi", "ibni Dühn-i Hindi" gibi kimseler tarafından tercüme edilip Müslümanların arasına sokuldu. Özellikle de son kitap Buda'mn biyografisi konumunda olup destanlar şeklinde sufiyane metodu ve fakirlik ile fena felsefesini işlemektedir. Buda'nın hiçbir kimseden öğrenmeksizin birtakım ilahi bilgilere ve ilhama sahip olduğu iddia edilmektedir.
Buda bilindiği gibi M,Ö. 6. asrın ortalarında Hindistan'ın Kuzeyindeki soylu ailelerden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Asıl adı Sıddatha'dır. Zühd ve irfan yolunda meyledince kendisine "Guatama" denildi. Manevi kemal ve ruhi yüceliklere erdikten sora da "uyanmış" ve "ilham almış" manasına gelen "Buda" denilmeye başlandı.
Buda zamanın sert ve katı şartlarına karşı ahlaki bir baş kaldırış olarak ortaya çıktı. Budizm, zühd ve bir çeşit yoga hayatı ile arzuları söndürmek ve yok etmek esasına dayanır. Budizm her şeyin fani ve boşluktan ibaret olduğuna inanan pesimist ve panteist bir dindir.
Buda, Prof. Dr. S. Hayri Bolay'ın iddia ettiği gibi (Felsefi Doktrinler Sözlüğü, s. 38) Allah'ı inkâr eden birisi değildir. Aksine onun öğretilerinde vücud-i mutlak, Allah, yaratıcı ve yaratık gibi konular da söz konusu edilmiştir. Velhasıl bu din de diğer dinler gibi irfani bir cihete sahiptir.
Zira Buda öğretileri ferdiyet ve enaniyeti yok etmeye dayanır. Dolayısıyla da İslami tasavvuf ile zahiri bir benzedik içindedir. Buda hayatın dert renc ve ızdırab ile dolu olduğu dolayısıyla da insanın bu dertlerden kurtulması için nefsanî isteklerinden arınması ve Nirvana'ya erişip onda fani olması gerekir.
Buda'nın dediği ilham İslami tasavvufta yer alan keşf ve şuhudun ifadesidir. Velhasıl bu Oryantalist düşünürlere göre bu fikir ve düşünceler İslami tasavvufu derinden etkilemiştir. Nitekim H. 2. asrın ortalarında özellikle de Abbasilerin hilafeti zamanında tüm dinlerin alimleri bir araya geliyor ilmi ve dini tartışmalarda bulunuyorlardı ki bunlar arasında Hindu ve Budist alimler de vardı.
Ayrıca Füzeyi b. Ayaz (ö. 187) Şakik-i Belhi (Ö.174), Davud-i Belhi (ö. 174) vb. birinci tabaka sufiler İslami tasavvufun merkezi sayılan "Belh" şehrinden idiler. İslami tasavvuf orada ve Horasan nahiyesinde teşekkül etti ve oradan diğer beldelere ihraç edildi. Ebu Said Ebul Hayr (367-440) ile Beyaid-i Bestami (ö. 261) de Horasan'da çıktılar.
İbrahim Ethem ise Belhli bir şehzade idi. Beyazid-i Bestami'nin üstadı olan Ebu Ali-i Sindi ise Buhara nahiyesindeki sind bölgesindendir. Beyazid-i Bestami onun hakkında şöyle diyor: Ben tevhidde fena ilmini Ebu Ali'den öğrendim" Bilindiği gibi İslam'dan önceki yıllarda Budizm İran'ın doğusunda yani Belh, Buhara ve Maveraünnehir bölgelerinde yaygın idi. Bu bölgelerdeki Budist tapınaklar oldukça meşhurdur. (İslam ve Tasavvuf, s, 20)
İslamda Tasavvuf ve İrfan -1
İslamda Tasavvuf ve İrfan -2
İslam’da Tasavvuf ve İrfan -3