• Nombre de visites :
  • 1872
  • 22/12/2009
  • Date :

Vahdet; Neden ve Nasıl? 3

vahdet

  6- Doğruyu bulma çabası içinde olmamız gerektiği gerçeği ayrı bir konudur ve her kesin şahsını ilgilendiren bir görevdir. Ümmetin genel maslahat ve menfaatlerini dikkate alma ve hiç bir şahsi, ferdi, grupsal, mezhepsel çıkarları onun önüne çıkarmama şuuru, azmi ve samimiyeti ise ayrı bir konudur. Maalesef birçok zaman Müslümanlar arasındaki problemler bu ikisini birbirine karıştırmaktan kaynaklanmaktadır.

  7- Aşırılık ve ifrat ehli kimseler maalesef her zaman ve her grupta olagelmiştir. Ve maalesef ümmetimize belki de düşmandan da daha çok darbe vuran bu ölçü tanımaz, maslahat bilmez aşırılar ve aşırılıklar olmuştur. Bizler hiçbir zaman hüküm, tavır ve kararlarımızı bunlara göre düzenleyemeyiz. Esasen hiçbir grup mümkün olduğu kadar bu tür kimselere prim vermemeli ve onları içinde barındırmamaya gayret etmelidir.

  8- Kur’an-ı Kerim Müslümanlara “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın…” emriyle onları vahdet ve birliğe çağırırken, ihtilaf ve farklığı olmayan, her şeyde aynı düşünen kimseleri mi bir araya çağırıyor dersiniz? Öyle olsaydı artık birlik ve vahdete çağırmanın bir anlamı kalmaz ve bu davet haşa abes olurdu! Zaten söz konusu ayetlerde, var olan kavga ve nizaları bırakmayı ve safları birleştirmeyi, aksi takdirde bunun acı ve telafisi imkânsız sonuçlarına maruz kalacaklarını beyan etmiyor mu? (Al-i İmran, 103)

  9- Ümmetin büyük âlim ve imamları kıble ehlini Müslüman olarak tanımlamış ve kimseye onları tekfir etme hakkı tanımamışlardır. Kaynaklara bakanlar, bunun açık delillerini görebilecekleri için onları buraya aktarmaya gerek görmüyoruz.

  10- Burada çeşitli mezheplerden fakih ve müctehidlerimizin ittifakla kabul edip Usulü’l-Fıkıh ilminde istinad ettikleri bir akli kaideyi, birbirimize bakış tarzımızı sağlam temellere oturtma ve mantıklı ve kabul edilir bir hale getirme amacıyla kısaca tahlil etmekte fayda görüyorum. Evet, âlimlerimiz bu kuralı şöyle açıklamışlardır: “Al-kat’u müneccizun ve muezzir.” Yani bir şeye kesin ve kati olarak kanaat getirmek- yakin etmek, hem “müneccizdir” hem de “muazzir”dir. Yani bir taraftan o kat u yakin üzere hareket emekle yükümlü olduğumuz gibi, diğer taraftan faraza sonradan yanlış olduğu ortaya çıksa bile, mazur sayılır ve sorumlu tutulmayız. Bu noktadan hareketle bizim gibi düşünmeyen bir kimse, eğer sahip olduğu inanç ve düşüncelerde araştırmalarının neticesinde gerçekten kat u yakine ulaşmışsa, bizim kalkıp da sırf bizim gibi düşünmediği için onu suçlama veya bir takım sıfatları ona yakıştırma hakkımız yoktur. Elbette araştırması kurallara uygun gerçek bir araştırma özelliğini taşıyor mu, yoksa sadece kuru bir taklitten mi ibarettir, artık bunun sorumluluğu o şahsın kendisine aittir. Ama bize düşen ona hüsn-i zanla yaklaşmaktır. Ne kadar güzel bir vecize söylemiştir Mısırlı mütefekkir Üstad Hasanü’l-Benna: “Bizler ortak yanlarımızda birleşmeli ve teşrik-i mesai etmeliyiz, farklı yanlarımızda ise birbirimizi mazur görmeliyiz!”


Vahdet; Neden ve Nasıl? 2

Vahdet; Neden ve Nasıl? 1

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)