• Nombre de visites :
  • 236
  • 24/9/2016
  • Date :

Sabrı Kendine Meslek Edin!
sabrı kendine meslek edin!


Tek kelime etmedim, sinirlenmedim, karşılık vermedim. Emir böyleydi...
Kerbela'da yaşıyordu. Maddî olarak fazla bir şeye sahip değildi, fakirdi; ancak tüm güzellikleri içinde barındıran büyük ve zengin bir kalbi vardı. Evlilik çağı gelmişti ve Kerbela'nın saygın zenginlerinden birinin, kendisi gibi ilim ve irfan âşığı kızıyla evlenmek istiyordu geleceğin büyük arifi Merhum Seyyid Haddad Haşim.
 
Kayınpederi, Seyyid Haşim'deki cevheri görmüş olacak ki hiç tereddüt etmeden kızının onunla evlenmesine rıza gösterdi. Maddî durumu iyi olmadığı için de kendi evinde ona yer verdi. Ne var ki kısa bir süre sonra sırf fakir olduğu için kayınvalidesinin sözlü ve fiilî eziyetlerine, hakaret ve hatta rahatsız edici tavırlarına maruz kalmaya başladı.
 
İlmi, irfanı, dersi, ibadeti bırakıp iş bulması için baskı yapıyor, fakir birini kızına hiç mi hiç yakıştırmıyordu. Artık işini gücünü bırakmış, sürekli Seyyid Haddad'la uğraşıyordu. Eve geldiğinde damadına küfürler yağdırıyor ve sanki ona eziyet etmekten lezzet alıyordu.
 
Eşi sürekli destekçisi olduğu ve hep yanında yer aldığı halde dayanacak gücü kalmamıştı. Dünyası için derslerinden geçecek değildi, haysiyeti için ondan bundan borç alarak eşine kusursuz ve zengin bir hayat sunacak karaktere de hiç mi hiç sahip değildi.
 
Kendisi anlatır:
 
Sonunda çareyi üstadıma gitmekte gördüm ve ona danışmaya karar verdim. Evine vardım, izin alıp oturdum zamanın en büyük arifi Seyyid Ali Kadi (Qazi) Tabatabaî'nin huzurunda. Başımdaki belayı anlattım ve ekledim:
 
- Artık dayanacak bir gücüm yok, eşimi boşamaktan başka da çare gelmiyor aklıma.
 
Seyyid Ali Kadi gülümseyerek bana bir baktı ve dedi:
 
- Geç bu sıkıntıları Seyyid Haşim. Sen bana şunu söyle: Eşini seviyor musun?
 
- Evet, tabi ki seviyorum.
 
- Peki, o da seni seviyor mu?
 
- Evet hocam, o da beni çok seviyor.
 
- O zaman senin hiçbir surette eşini boşama hakkın yoktur. Dön evine ve sabrı kendine meslek edin. Bil ki, senin bu yoldaki eğitimin kayınvelidenin eliyledir. Onun yaptıklarına sabret, neticesini alırsın.
 
Hocamın sözü benim için bir emirdi ve evime dönüp her şeye rağmen başıma gelenlere sabretmekten başka çarem yoktu. O günden itibaren kaynanam ne yaptıysa tepki vermedim, kızmadım, sinirlerime hâkim oldum ve kendimi kaybetmemek için elimden ne geldiyse yapmaya gayret gösterdim.
 
Fakat gel gör ki kaynanam da tam tersine üzerimdeki baskılarını, eziyetlerini, iğneli sözlerini, küfür ve alaylı tavırlarını daha da artırmıştı gün geçtikçe...
 
Bir kış gecesiydi. Gecenin geç saatinde yorgun, argın, aç ve susuz bir vaziyette eve geldim. Kayınvalidemin bahçede havuzun başında oturduğunu gördüm. Beni görür görmez her zamanki gibi açtı ağzını, yumdu gözünü; başladı bağırmaya, hakaretler ve küfürler etmeye.
 
Hiçbir tepki vermedim, süratle dama çıktım. Sinirleri yatışmıyordu bir türlü; peşimi bırakmadı, gelip orada bile yüksek sesle bağırıyor ve komşular bile sesini duyacak şekilde bana küfürlerini sürdürüyordu.
 
Tek kelime etmedim, sinirlenmedim, karşılık vermedim. Emir böyleydi çünkü. Nihayet elinden kaçıp kurtulmak, nefsime yenik düşmemek için merdivenlerden inip attım kendimi sokağa. Kendimde değildim ve nereye gittiğimi de bilmiyordum. Derken çölde yürürken buldum kendimi...
 
İşte o esnada tecerrüd hâsıl oldu, gözüme bir kapı açıldı, nefsimin soyutlaşan yönünü, gerçek "ben"imi de müşahede ettim. Bir üzgün olan maddî boyutlu "ben" vardı, bir de sevinçli ve mutlu olan mücerred "ben". biri küfürlere maruz kalıp kederlenen bir "ben"di, diğeri hiçbir küfür ve kötü sözden etkilenmeyen huzurlu bir "ben".
 
Böylece büyük arif Seyyid Haddad Haşim bu imtihanı sayesinde ve gösterdiği sabır neticesinde ulvî menzile girdiğinin emarelerini görür, sabrının meyvesini alır, manevî makamlar elde ederek adını büyük ariflerin arasına yazdırır.
 
O mükaşefeden sonra koşarak gelir eve ve kapılır kayınvalidesinin ayaklarına, elini ayağını öper ve gözşyaşları içinde der: "Senin sözlerinden kırıldığımı sanma anne! Bu andan itibaren artık dediğin hiçbir söze üzülmeyeceğim..."
 
İşte insanın Allah'a ulaşmasının yolu yine içinde bulunduğu şartlar ve durumlardır, sıkıntılar ve dertlerdir. Herkes bulunduğu konumu iyice değerlendirirse varabileceği en güzel yere varır, aklından geçmeyen şeyler elde eder.
 
Eğer hadislerde, "Kadının cihadı, kocasına karşı olan görevlerini en iyi şekilde yerine getirmektir" veya "Erkeğin, ailesini güzel şekilde geçindirmek için çalışması, Allah yolunda cihat gibidir" denilmişse bu hikmetten dolayıdır. Yine, "Allah'a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısı kadardır" şeklindeki İmam Zeynelabidin'in (a.s) buyruğu da bu manadadır. Yani, her durum ve koşulda, her şart ve konumda Allah'a gidilebilir...
 
Aslında bu bapta söylenecek söz çoktur ve yazı baya uzadığı için zahmet edip okuyanları yordu şayet; ama yeri gelmişken konunun daha da açıklık kazanması için şu rivayeti aktarmamın da faydası olacaktır eminim:
 
Bir gün Ensar kadınlarından birisi olan Esma bint-i Yezid, Peygamberimizin (s.a.a) yanına geldi ve o sırada ashabı arasında bulunan Peygamber'e şunları söyledi:
 
"Anam-babam sana feda olsun! Ben kadınların temsilcisi olarak sana geldim. Canım sana feda olsun! Bilin ki, benim buraya gelişimden haberdar olan doğudaki ve batıdaki bütün kadınlar benimle aynı görüştedirler. Yüce Allah seni erkeklere ve kadınlara hak peygamber olarak gönderdi. Biz de sana ve seni gönderen Allah'a inandık. Biz kadınlar, evlerimize kapanıp erkeklerin egemenliği altında bulunan bir topluluğuz. Siz erkeklerin evlerinin temelleriyiz. İsteklerinizi karşılayıp, çocuklarınızı karınlarımızda taşıyoruz. Siz erkekler ise Cuma ve cemaat namazlarına katılmakla, hastaların ziyaretine gitmekle, cenaze törenlerine katılmakla, arka arkaya hacca gitmekle bize üstün kılındınız. Bunların hepsinden üstünü de Allah yolunda cihat etmenizdir. İçinizden biri hacca veya umreye gitmek ya da cihada katılmak üzere evinden ayrıldığında sizin mallarınızı koruruz, sizin için elbise dokuruz, mallarınızı çoğaltıp artırırız. Ya Resulallah! Acaba sevap ve mükâfat açısından sizinle bir ortaklığımız yok mudur?"
 
Resul-i Ekrem (s.a.a) yüzünü bütünü ile ashabına dönerek, "Bugüne kadar bunun gibi dini hakkında güzel soru soran bir kadın işittiniz mi?" diye sordu. Ashap, "Böyle güzel bir soruyu sormayı becerebilecek bir kadının bulunabileceğini sanmıyorduk." dediler. Arkasından Peygamberimiz (s.a.a) Esmâ'ya dönerek şöyle buyurdu:
 
"Ey kadın! Git ve arkandaki bütün kadınlara şunu ilet: İçinizden birinizin kocasına karşı görevlerini yapması, onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışması ve sözlerini dinlemesi, bütün o saydığın ibadetlerin sevaplarına denk gelir."
 
Bunun üzerine Esmâ sevincinden tehlil (lâ ilâhe illellah) ve tekbir (Allahu Ekber) zikirlerini dile getirerek oradan ayrıldı.
 
(el-Mizan, c. 4, s. 503, Türkçe çevirisi)
ehlader
  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)