• Nombre de visites :
  • 4362
  • 29/1/2008
  • Date :

Allah Kibirlenenleri Sevmez!

Allah Kibirlenenleri Sevmez!

   Böbürlenme, kendini beğenme ve çok defa bir fâikiyet mülâhazası içinde bulunma diyebileceğimiz kibir, 

kişinin, bir kısım farklı özellikleri varmış gibi davranması, oturuşu-kalkışı, nefes alıp verişi, el-ayak 

hareketleri ve mimikleriyle hep bir farklılık peşinde bulunması, farklılık soluklanması, üstün bir karakter 

olduğunu ifade etmeye çalışması... gibi tavırlarla bencilliğin (egoizm) dışa vurması sayılan bir çeşit cinnet 

ve ruhî bir rahatsızlıktır. Böyle bir hasta her zaman kendini olağanüstü görmenin yanında çok defa, 

başkalarını, hususiyle de meslek, meşrep, yol-yöntem açısından kendine/kendilerine rakip saydığı 

kimseleri küçük görür ve gösterir; onlara karşı sürekli fâikiyet hezeyanları yaşar; başkalarına ait fazilet ve 

meziyetleri duymaya asla tahammül edemez; edemez ve duydukça öfkeden çatlayacak hâle gelir.

   Böyle bir hasta, sürekli “ben” mülâhazalarıyla soluklanır, her zaman tafralarla köpürür durur; kendinin 

değerler atlasında bulunmayan hiçbir düşünce ve davranışa iltifat etmez ve karşısında vahy-i semavî dahi 

olsa şahsî yorumlarına öncelik tanıyarak yine kendini ifade peşinde koşar.. ve ne yapar yapar hemen her 

mülâhazayı evirir-çevirir kutsal(!) saydığı kendi düşünce ve istinbatlarına bağlar.

İşte böyle bir aldanmış, zamanla daha da ileri giderek çevresindekileri halâyık görmeye başlar.. horlar ve 

hafife alır herkesi.. umulmadık beklentilere girer; beklediklerini bulamayınca da kırar-geçirir en sâdık 

kapıkullarını; bezdirir candan takdirkârlarını ve kaçırır en vefalı yâranlarını; kaçırır zira böyle biri 

mukaddeslere saygısızlık yapanları affetse de, bağışlamaz şahsına hürmet, tâzim, ihtiram ve saygıda kusur 

edenleri; ademe mahkûm eder hayalinde kendisine tasarladığı makam, mansıp ve pâyeleri şöyle-böyle 

sağda solda seslendirmeyenleri.

   Bu hasta tip, başkalarının büyüklük ve meziyetlerine tahammül edemese de, yine de kendilerinden bir şey 

umduğu kimselerle aynı karelerde bulunmayı asla kaçırmaz; dünyevîlerin arkasından koşturur durur ve düz 

insanlarla bir arada bulunmayı, aynı kareye düşmeyi kendine zül sayar. Bu insanlar anası-babası, amcası-

dayısı bile olsa kat’iyen onlarla anılmayı istemez. Tevazuu hiç düşünmemiştir; hikmetten tamamen 

habersizdir; bazı şeyleri okumuş gibi görünse de bilgisi sırf bir gümandan ibarettir. Görünme, bilinme, 

söze-sohbete konu olma, öldüren bir hırs ölçüsünde onun en büyük arzusudur. Konuşmaların dönüp dolaşıp 

kendisine dayanmasını, muhâverelerin onun meziyetleri etrafında cereyan etmesini, hatta hayatının 

romanlara konu olmasını bekler; bütün bunlar olmayınca da hırçınlaşır, çevresini vefasızlıkla suçlar, 

“kadirbilmez nankörler, gerçeği görmez aymazlar, densizler, dirayetsizler” der; kibrini nefrete, öfkeye 

çevirir; patlamaya hazır bir gayz küpü hâline gelir.

Mütekebbirin hiçbir fikri, hiçbir işi, hiçbir tavrı normal değildir; düşünürken her şeyi kendini beğenmeye, 

ucbe bina eder. Hareket ve davranışlarında hep çalımlıdır. Sürekli fâikiyet mülâhazalarıyla oturur-kalkar. 

Onun evi mutlaka lüks, arabası son model, yalısı tam deniz kenarında ve rıhtımda da yatı olmalıdır. Aslında 

bütün bunlar onu zavallı bir lüks, bir fantezi tutsağı hâline getirmiştir ama, o bunun farkında bile değildir; 

farkında değildir ve kibrini, gururunu okşayan bu şeylere ulaşma uğrunda ölür ölür dirilir; akla-hayale 

gelmedik sefilliklere girer; yerinde el-etek öper, yerinde zulmeder, can yakar, hânümanlar yıkar, dahası 

bütün bu çılgınlıklarını “ahvâl-i âdiye”den hâdiselermiş gibi görür.

   Mütekebbirler arasında Karun gibi servetle büyüklük taslayıp “Bu imkânlara ben ilmim ve irfanım sayesinde 

kavuştum.” 1 diyen, sonra da yerin dibine batırılanlar olduğu gibi, İblis edasıyla, “Ben ondan hayırlıyım..” 2 

diyenler, daha da küstahlaşıp “Ben de öldürür ve diriltirim.” 3 şeklinde mırıldananlar, bütün bütün şirazeden 

çıkarak, “Ben sizin yüce Rabbinizim.” 4 hezeyanına girenler de olmuştur. Eski çağların Firavun ve Nemrut… 

gibi tiranları, modern devirlerin Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini… gibi zorbaları ve “Ben yarattım, ben yaptım, 

her şey bizim eserimiz...” türünden sözlerle çılgınlıklarını haykırıp duranlar hiçbir dönemde eksik 

olmamışlardır. Bunların yanında, kibrine dinî bir kisve giydirerek kendisinin müçtehid, müceddid, kutup, 

gavs, hatta Mehdi ve Mesih olduğunu iddia eden aldanmış delilerin sayısı da az değildir.

    Bunların hemen hepsinin ortak yanı, kendilerini olağanüstü varlıklar ve çevrelerindeki kimseleri de sıradan 

yaratıklar görmenin yanında, başkalarına ait fazilet ve meziyetlere tahammül edememe, bütün iyilikleri ve 

güzellikleri kendilerinden bilme, her türlü kötülüğü ve olumsuzluğu da mümkünse halâyık saydıkları 

kimselere fatura etme gibi bir gayretlerinin bulunmasıdır. Bunlar, şöyle-böyle tasarruf daireleri içinde 

meydana gelen her güzel şeyin kendilerine mal edilmesini isterler; başkalarının eliyle ortaya konan olumlu 

işleri de ya gasp edilmiş hakları gibi görür, kendilerine mal etme yollarını araştırırlar ya da ciddî bir 

kıskançlık hissiyle en nadide şeyleri dahi çirkin göstermeye çalışırlar. Ülkeyi alıp ilerilere götürme, toplumu 

çağın en seviyeli milleti hâline getirme, insanların ufkunu açıp yaşadıkları asrı iyi okumalarını sağlama, hatta 

topluma çağ atlatıp onu bütün milletlerin önüne geçirme gibi çok önemli ve hayatî hizmetleri, şayet kendileri 

o işin içinde yok iseler, mel’un sayarlar; lânet okurlar olup bitenlere ve bu önemli faaliyetlerin 

kahramanlarına.

Allah Kibirlenenleri Sevmez!

 

  Bu marazî ruh haletinin arkasında bazen soyluluk, bazen zenginlik, bazen maddî-mânevî pâye ve mansıp, 

bazen saf yığınların ölçüsüz takdir ve şımartması, bazen güç ve kuvveti elinde bulundurma, bazen de siyasî, 

içtimaî ve idarî statü farklılığı... gibi şeyler bulunmaktadır. Bu tür hastalar, şayet iyi bir eğitim ve 

rehabilitasyonla gerçek insanî değerlere, kalb ve ruh ufkuna yönlendirilmezlerse, toplum içindeki konumları 

ve kültür ortamları itibarıyla bazılarının Firavunlaşması, bazılarının Nemrutlaşması, bazılarının Karunlaşması, 

bazılarının da Mehdilik ya da Mesihlik iddialarına kalkışması kaçınılmaz olur. Görmezler hakikati.. doğru 

okuyamazlar gördükleri şeyleri.. yanlıştır bakış zaviyeleri.. çarpıktır değerlendirmeleri. Çünkü onlar 

küstahlaşmış ve Zât-ı Ulûhiyet’e mahsus büyüklüğü “kibir” unvanıyla O’nunla paylaşmaya kalkışmışlardır. O 

da, “Dünyada büyüklük taslayanlara, âyet ve işaretlerimi doğru okuyup doğru anlama imkânını vermem .”5 

fermanı gereğince onları korkunç bir mahrumiyete mahkûm etmiştir.

   Kibir, imana giden yolda insanın önünü kesen bir set, “Kalbinde zerre kadar büyüklük hissi bulunan kimse 

Cennet’e giremez.” mazmununca da ebedî saadet yolunda aşılmaz bir engeldir. Bu maraz, bir kalbe 

yerleşmeyedursun, onun ötelere nâzır bütün ışıklarını söndürür ve onu başkalarına ait her türlü fazilet ve 

meziyetlere karşı bir tepki yumağı hâline getirir. Böyle bir hasta oturur-kalkar benlikle homurdanır, 

çevresinden saygı ve hürmet beklemeye koyulur. Zamanla bulduklarıyla yetinmez de “daha” der durur. 

Umduklarını bulamayınca da hafakandan hafakana girer. Sık sık çevresini kadirnâşinaslıkla suçlar. Bazen 

bütün bütün kendini hezeyanlara salıp, yer yer soyundan-sopundan bahisler açarak, zaman zaman ilm ü 

irfanından dem vurarak veya başarılarından söz ederek, hatta mâneviyata açık bir ortamın çocuğuysa veya 

hakkında öyle bir kabul söz konusu ise evliyâ, asfiyâ ve ebrârdan olduğuna imâ, işaret ve –cinnetinin 

derecesine göre– açık beyanda bulunarak kutbiyet ve gavsiyetini seslendirir ve evirir-çevirir ifadelerini 

şöyle-böyle kendi fâikiyetiyle noktalar.

   Kibrin, Allah ve Peygamber tanımazlık şeklindeki en kabacasını, “İblis dışında bütün melekler Adem’e 

secde ettiler; o kibrine yediremedi “ııh..!” dedi ve küfrü seçenlerden oldu.” 6 beyanında da görüldüğü gibi 

şeytan ortaya koydu. Kendilerine kitap verilenlerin bir kısmı da “Demek size ne zaman nefislerinizin 

hoşlanmadığı bir kısım mesajlarla peygamber geliverse, böbürlenecek, ona kafa tutacak, sonra da kiminiz 

onu yalan sayacak, kiminiz de öldürmeye kalkacaksınız.” 7 beyanında görüldüğü gibi şeytanı takip ettiler. 

“Büyüklük tasladı ve mücrimler gürûhundan oldular.” 8 mazmunu etrafında şeref-nüzul olmuş âyetler âdeta 

bu türden devrilmiş pek çok kavmin kara yazısı gibidir. “Kibre girdiler, zira onlar kendilerini fâik ve yüce 

görüyorlardı.” 9 ifadesi de bu konuda ayrı bir talihsizliğin şahidi. “Biz; Karun, Firavun ve Hâmân’ı da helâk 

ettik, zira Musa (aleyhisselâm) onlara apaçık mucizelerle gelmişti ama, bu (mütekebbir)ler o yerde 

büyüklük tasladılar ve (inanmadılar) ama başlarına gelecek şeyin de önüne geçemediler.” 10 beyan-ı 

sübhânîsiyle sunulanlar ise, tarihî bahtı karalardan sadece birkaçı.

   Kur’ân âyetlerinin ışığında bu türden lânetlenmiş daha pek çok tiran zikredilebilir ama, biz o konuyu mevzu 

ile alâkalı hazırlanmış ve hazırlanacak olan ansiklopedilere havale edip geçmek istiyoruz. İşin özü, kibirli 

insan hakka kapalı, insanlara kapalı, hikmete kapalı, ilâhî mârifete kapalı; şeytana açık, küfre açık, halk 

nazarında menfur, riyâ, süm’a, hıkd u haset gibi İblis kaynaklı mesâvî ile kirlenmiş –üzerinde durulabilir– bir 

bahtsızdır. Bu tür bahtsızlardan şimdiye kadar iflâh olan görülmemiştir. Aksine hayatını kibir ve gurur 

zeminine bina edenlerin âkıbetleri hep küfürle noktalanmıştır.

Kur’ân-ı Kerim’in, “Allah, mütekebbir ve kaba kuvvet temsilcisi cebbarların kalbini işte böyle mühürler.” 11 

fermanı konuyla alâkalı ne ürpertici bir tehdittir..!

______________

Dipnotlar

1) Kasas sûresi, 28/78,

2) A’raf sûresi, 7/12,

3) Bakara sûresi, 2/258,

4) Nâziat sûresi, 79/24,

5) A’raf sûresi, 7/146,

6) Bakara sûresi,2/34,

7) Bakara sûresi, 2/87,

8) A’raf sûresi, 7/133,

9) Mü’minun sûresi, 23/46,

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)