• Nombre de visites :
  • 2480
  • 8/4/2008
  • Date :

İblis Ve Fonksiyonu Hakkında

iblis ve fonksiyonu hakkında

    "İblis" konusu, nazarımızda bayağılaşmış ve önemsiz bir konu hâline gelmiştir. Sadece bazı zamanlar onu hatırlar, ona lânet okur, onun şerrinden Allah"a sığınır veya bazı düşüncelerimizin şeytanî olduklarını, onun vesveselerine ve kışkırtmalarına dayandıklarını söyleyerek onları kötüleriz. Fakat duyu organlarımızın algılarına kapalı bu acayip varlığın mahiyeti ve insan soyu üzerindeki şaşırtıcı tasarrufu ve etkinliği konusunda Kur"ân"ın neler söylediğini inceleyip tespit etmeye yanaşmayız.

    Oysa İblis, şaşırtıcı boyuttaki genişliğine rağmen insanlık âlemine eşlik ediyor. İnsanın varoluşundan süresinin dolacağı ana, dünyanın yok oluşu ile defterinin dürüleceği ana kadar hep onunla beraber oluyor. Ölümden sonra da onu yalnız bırakmıyor. Sonra da onu sürekli cehennemlik yapıncaya kadar yoldaşı oluyor. Bizden biri ile birlikte olduğu gibi, aynı anda başkası ile birlikte oluyor. Açıkta olduğu gibi gizlide de insanla beraber oluyor. Bütün hareketlerinde ona eşlik ediyor. Hatta zihninin en saklı köşelerindeki gizli hayallerine, iç âleminin kıvrımlarında sakladığı düşüncelerine bile sızabiliyor. Hiçbir şey ona engel olamıyor. Hiçbir şey onun insanı ihmal etmesine sebep olmuyor.

    Araştırıcılarımıza gelince, bakıyoruz ki onlar, bu konuyu incelemeyi ihmal etmişler. Sadece İslâm"ın ilk dönemlerindeki âlimlerin görüşlerine dayanmışlar. Onların açtıkları çığırı izlemekle yetinmişler. Bu görüşler de, Kur"ân"ın ayetleri ile ilk kez karşılaşılan sıradan zihinlerde beliren sade görüşlerdi. Arkasından her grup anlayabildiğine dayanarak öbür gruplarla çatışmaya girişmiş. Herkes kendi görüşüne sımsıkı sarılmış, çeşitli tartışma metotları ile görüşünü savunmaya koyulmuş. Bu bağlamda bu konunun problemleri sayılmış, sorular ve cevaplar sıralanmıştır. [Örneğin denmiştir ki:]

  Allah, kim olduğunu bildiği hâlde İblis"i niye yarattı? Meleklerden olmadığı hâlde onu niye melekler arasına koydu? Emre uymayacağını bildiği hâlde ona niçin secde etmeyi emretti? Niçin onu secde etmeye muvaffak etmeyip sapıklığa düşürdü? Secde etmeyince onu niye yok etmedi? Yeniden dirilme gününe veya belirli bir vaktin gününe kadar ona niçin mühlet verdi? Damarlarında kan gibi dolaşmasına imkân verecek şekilde insanlar üzerinde etkili olmasına niçin izin verdi? Niçin onu piyade ve süvari birlikleri ile destekleyerek insan hayatı ile ilgili olan her şeye onu musallat etti? Niçin duyu organları tarafından algılanmasını sağlayıp insanların onun şerrinden korunmasına imkân vermedi? Niçin ona sağladığı desteklerin aynısını insana sağlamadı? Niçin Âdem ile soyunun yaratılışındaki sırları ondan saklayıp insanı yoldan çıkarmaya heveslenmemesini sağlamadı? Allah"tan en uzak ve onun çok nefret ettiği bir varlık olduğu hâlde, nebi veya melek olmadığı hâlde Allah ile nasıl karşılıklı konuşma yapabildi? Bu karşılıklı konuşma mucize yoluyla mı gerçekleşti, yoksa maksada delâlet eden sonuçlar var etmek suretiyle mi? Öyle veya böyle gerçekleştiğine ilişkin herhangi bir delil olmamakla birlikte, kimi öyle olduğunu savunmuş, kimi böyle olduğunu savunmuş.

    Sonra İblis nasıl cennete girdi? Orası temizlik ve kutsallık yurdu olduğu hâlde orada vesvese, yalan ve günah işleme eylemleri nasıl meydana gelebildi? İblis"in söyledikleri Allah"ın söylediğine ters olduğu hâlde Âdem ona nasıl oldu da inandı? Ahiret inancına ters düştüğü hâlde Âdem, sonsuz egemenliğe ve ebedîliğe nasıl ümit bağladı? Masum bir peygamber olduğu hâlde nasıl oldu da günah işledi? Günahlarından tövbe eden kimse hiç günah işlememiş gibi olduğu hâlde tövbesi kabul edilen Âdem Peygamber, niçin daha önceki makamına döndürülmedi? Nasıl? Nasıl?

   Konuyu inceleyenler, gerçek incelemeyi ihmal ederek sorulu cevaplı tartışmalara dalmayı o kadar ileri boyutlara vardırmışlar ki, bunlardan biri, Kur"ân"da sözü edilen Âdem"in türsel bir sembol olduğunu, bize nakledilen hikâyenin ise katıksız bir hayalî hikâye olduğunu ileri sürmüş; başkaları da, Kur"ân"da sözü edilen İblis"in insandaki kötülüğe çağıran güç olduğunu iddia etmişlerdir.

    Diğer başkaları da şu görüşleri savunmuşlardır: Kötülüklerin, iğrençliklerin yüce Allah"a izafe edilmesi sakıncasızdır. Bütün günahlar, O"nun fiilleri cümlesindendir. O, kötüyü ve çirkini yaratarak düzelttiğini bozar. Güzel O"nun emrettiği ve çirkin ise O"nun yasakladığı şeylerdir.

    Diğer başkaları, Âdem"in peygamber olmadığını söylerken, başka bazıları da, peygamberlerin mutlak anlamda masum olduklarını ileri sürmüşlerdir. Daha başkaları ise, peygamberlerin peygamber olmadan önce masum olmadıklarını ve cennette geçen olayın Âdem"in peygamber olmasından önce meydana geldiğini savunmuşlardır. Başka bazıları ise, bütün bu olup bitenlerin imtihan ve deneme olduğunu söylemişler, fakat insanların birçoğunu sapıklığa ve çoğunluğunu helâke sürükleyen bu imtihanda gerçek kriterin ne olduğunu belirtmemişlerdir. Oysa eğer soruları ve kuşkuları kökten ortadan kaldıracak bir kriter olmazsa, yukarıdaki soruların hepsi geri gelir.

   Bu inceleme çabalarının başarıya ulaşmasını engelleyen ve sonuçlarının bozulmasına sebep olan faktör şudur: Bu incelemeleri yapanlar, bu incelemelerinin gerçek yönlerini itibarî yönlerinden ayırt etmemişler. Tekvin ve teşrii birbirinden ayırmamışlar. Bu yüzden incelemelerinin düzeni bozulmuş, çoğu kere teşriî hükümlerde ve toplumsal konularda egemen olan itibarî ilkelere dayanarak tekvin alanında hükümler vermişler.

    Tekvin alanı ile bağlantılı bu dinî gerçekleri incelemek isteyen hür düşünceli ilim adamlarının aşağıdaki hususları irdeleyip netliğe kavuşturmaları gerekir:

   1- Yaratmanın ve var etmenin etkisi ile var olan her nesne, özü itibariyle -başka nesnelerle bağlantısız öz varlığı ile- mutlaka hayırlı ve güzeldir. Muhal olsa da farz edelim ki özü itibariyle kötü olan bir nesne, Allah"ın yaratma eyleminin etkisi ile var oldu; Allah ile başlayan, O"nun rızkı ile rızıklanan ve sonunda O"na varan bir varoluşun fonksiyonlarına sahip oldu; böyle bir varlığın durumu, tıpkı diğer varlıkların durumu gibi olur, onda kötülük ve çirkinlik izleri bulunmaz. Yalnız bu varlıkla başka varlıklar arasında bir ilişki oluşursa, o zaman varlık âlemindeki adil düzeni bozması veya bir grup varlığı iyilikten ve mutluluktan mahrum etmesi söz konusu olabilir. İşte az önce sözünü ettiğimiz varlıklar arası görecelik ve bağlantı budur.

   Bundan dolayı ilâhî hikmete göre, bu zararlı varlıkların var olabilmesi için varlık âlemi açısından zararlarını kat kat aşacak bir oranda faydalı olmaları gerekir. Şu ayetler bu gerçeğin delilleridir:

"O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı." (Secde, 7) "Kutludur âlemlerin Rabbi olan Allah." (A"râf, 54) "(Evrendeki) her varlık, O"nu överek tesbih eder. Fakat siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz." (İsrâ, 44)

    2- Varlık ve yaratılış âlemi, parçalarının çokluğuna ve çapının genişliğine rağmen birbiri ile bağlantılıdır, sonu başına dayalıdır. Bir bölümünün var edilmesi, hepsinin var edilmesiyle olur. Bir parçasının düzeltilmesi, ancak bütünün düzeltilmesi ile mümkündür.

    Buna göre âlemin parçaları arasındaki varoluşsal farklılık, -ki âlemi âlem yapan da bu farklılıklardır- sonra da bu parçaların arasındaki bağlantı, ilâhî hikmete göre varlık âleminin parçaları arasında çatışma, çelişki, kemal, eksiklik, mevcudiyet, yok olma, kavuşma, mahrumiyet ilişkisinin kaçınılmaz şekilde var olmasını gerektirir. Eğer böyle olmasa, bütün varlıklar bir tek varlığa dönüşür, aralarında hiçbir ayırım, hiçbir fark kalmaz. Böyle olunca da varlık âlemi işlevini kaybeder. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bizim buyruğumuz, ancak bir tek sözdür, tıpkı bir göz kırpma gibi." (Kamer, 50)

   

iblis ve fonksiyonu hakkında

   Eğer bu âlemde kötülük, kargaşa, yorgunluk, eksiklik ve zaaf olmasaydı iyiliğin, sağlığın, huzurun, varlığın, kemalin ve gücün somut örneği olmaz, hatta bunların anlamları düşünülemezdi. Çünkü biz anlamları somut örneklerden elde ederiz.

    Eğer mutsuzluk olmasaydı, mutluluk olmazdı. Eğer günah olmasaydı, ibadet olmazdı. Eğer çirkinlik ve yerme olmasaydı, güzellik ve övgü olmazdı. Eğer ceza olmasaydı, ödül olmazdı. Eğer dünya olmasaydı, ahiret oluşmazdı.

Meselâ itaat ve ibadet, mevlevî emirlere uymak demektir. Eğer günahkârlık demek olan mevlevî emre itaatsizlik olmasaydı, yapılması söz konusu olan davranış zorunlu ve kaçınılmaz olurdu. Davranış kaçınılmaz olunca, mevlevî emir anlamsız olurdu. Çünkü olmuşu yapmaya çalışmak, imkânsız ve beyhudedir. Mevlevî emir olmayınca da, itaatin ne somut bir örneği, ne de anlamı olurdu.

    İtaatin ve günahkârlığın ortadan kalkması ile de bunlara bağlantılı övgünün ve yerginin yanı sıra ödül ve ceza, vaat ve tehdit, uyarma ve müjdeleme, arkasından da din, şeriat ve çağrı, sonrasında da peygamberlik, sonra da toplum ve uygarlık, sonra da her şey ortadan kalkar. Bu ölçüye göre varlık düzenini oluşturan bütün karşıt değerler işlevsiz kalır. Bu gerçeği iyi anlamak gerekir.

    Buradan ortaya çıkıyor ki, kötülüğe ve günahkârlığa çağıran şeytanın varlığı, irade özgürlüğü ve serbest seçim yasası uyarınca işleyen ve amacı insan soyunun mutluluğu olan insanlık âleminin düzeninin temel taşlarından biridir.

    Şeytanın varlığı, tıpkı doğru yolun yan tarafları gibidir. İnsan soyu da, tabiatı gereğince Rabbine kavuşmak için zahmetlere katlanarak o yolu kat etmek zorundadır. Bilindiği gibi bir yolun güzergâh olarak belli olması için, sağında ve solunda bulunan yan taraflara ihtiyaç vardır. Yan taraflar olmasa, orta olmaz.

    Bu noktayı iyi kavrayıp şu ayetleri bu gerçeğin ışığı altında düşünmek gerekir: "(İblis) dedi ki:

"Beni sapıklığa düşürdüğün için doru yolunun üzerinde onlar (insanlar) için otur(up pusu kur)acağım." (A"râf, 16) "(Allah) dedi ki: Bu, (korunması) bana düşen doğru yoldur. Sana uyan sapıklar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir egemenliğin yoktur." (Hicr, 42)

    Bu iki hususa dikkat edildiğinde ve secde öyküsü ile ilgili ayetler üzerinde iyice düşünüldüğünde şu sonuca varılır:

    Bu ayetler insan soyu, melekler ve İblis arasındaki gerçek ilişkileri yansıtan bir fotoğraftır. Ayetler, bu fotoğrafı emir, söz dinleme, büyüklenme, kovma, soru ve cevap kavramları ile ifade ediyor. Bu konudaki kafaları karıştıran bütün sorular, öykü hakkındaki yetersiz incelemeden kaynaklanıyor. Hatta işin doğrusunun farkına varan bazıları bile bu yetersizlikten kurtulamamışlardır.

    Bunlardan biri,[1] öykünün gerçekte insan, melek ve şeytanın doğal niteliklerine işaret ettiğini belirttikten sonra İblis"e verilen secde emri ile Âdem"e getirilen ağacın meyvesinden yeme yasağının tekvinî olduğunu söylüyor. Böyle demekle düzelttiklerini bozmuş oluyor. Çünkü tekvinî olan emir ve yasağın, karşı gelmeyi ve çiğnenmeyi kabul etmeyeceğinden gaflet etmiş oluyor. Oysa İblis bu emre ve Âdem bu yasağa karşı gelmişlerdir.

     3- Bakara Suresi"nde ayrıntılı biçimde anlattığımız üzere, cennet öyküsü bize şunu anlatıyor: Yüce Allah, gökte berzahî nitelikte bir cennet yarattı ve Âdem"i, yeryüzündeki hayatına başlayıp mevlevî yükümlülüklere muhatap olmadan önce bu cennete yerleştirdi. Maksat şuydu: İnsanın tabiî yapısı denemeden geçirilecek ve bu denemenin sonucunda onun için en uygun seçeneğin yeryüzünde yaşamak olduğu ortaya çıkacak. Yeryüzünde emir ve yasak potasında pişerek terbiye olacak, ya itaat ederek mutluluğu ve cenneti kazanacak ya da farklı bir tutum sergileyerek farklı bir karşılığı hak edecek. Böylece Allah"a yakın olabilmesi ve mutluluk yurdunda yer edinebilmesi için bu yolu kat etmesinin zorunlu olduğu anlaşılacak.

     Bununla ortaya çıkıyor ki, tefsircilerin cennet öyküsü konusunda ileri sürdükleri sorunların hiçbiri varit değildir. Çünkü olayın geçtiği yer, Allah dostlarının bir daha çıkmamak üzere girdikleri ebedî cennet olmadığı gibi, şeriatın geçerli olduğu, mevlevî emir ve yasakların egemen olduğu dünya yurdu da değildir. Orası Âdem Peygamber"in şahsının değil, insanlık karakterinin hükmünün ortaya çıktığı bir yurttur. Çünkü daha önce açıklandığı üzere Âdem"e (a.s) secde edilmesi yolunda emir verilmesinin ve onun cennete konmasının tek sebebi, insan oluşudur.

Şimdi sözümüzün başına dönelim:

    Yüce Allah, İblis adını verdiği bu şirret yaratığın zatı hakkında fazla bilgi vermiyor. Verdiği bilgi, "O cinlerden idi; Rabbinin emrinin dışına çıktı." (Kehf, 50) ifadesi ile bize İblis"in sözü olarak nakledilen "Beni ateşten yarattın." ifadesinin içerdiği bilgidir. Bu ifadelerde onun yaratılış kaynağının cinler gibi ateş olduğu belirtiliyor. Fakat yaratılış sürecinin daha sonrası hakkında net bir bilgi verilmediği gibi, insanın yaratılışının ayrıntılarına değinildiği gibi onun yaratılışı hakkında ayrıntılı açıklama yapılmıyor.

     Evet, Kur"ân"da onun çalışma tarzını anlatan bazı ayetler var. Bu ayetlerden bu konuda yararlı olacak sonuçlar elde etmek mümkündür. Şu ayette buyrulduğu gibi:

"Doğru yolunun üzerinde onlar (insanlar) için otu(rup pusu kur)acağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunu şükredenler olarak bulamayacaksın." (A"râf, 16-17)

   Bu ayette İblis"in korku, umut, özlem, arzu, şehvet ve öfke gibi psikolojik duygular ve bu duygulardan kaynaklanan düşünceler ve iradeler yolu ile insanlar üzerinde tasarrufta bulunduğu bildiriliyor.

    Şu ayet de aynı anlamdadır: "(Şeytan) dedi ki: Rabbim, beni sapıklığa düşürdüğün için yeryüzünde (kötülükleri) onlara süslü göstereceğim." (Hicr, 39) Yani batıl, kötü ve iğrenç şeyleri allayıp pullayarak insanların onlara ilgi duymalarını sağlayacak ve bunlar aracılığı ile onları sapıklığa düşüreceğim. Meselâ zina gibi. İnsan onu tasavvur eder, şehvet iç güdüsü onu allayıp pullar, şehvet gücü sebebi ile bu günahı işlemenin sakıncaları hakkındaki zihnî direnci zayıflar ve böylece şehvetin çağrısını onaylar ve o günahı işler.

    Şu ayetler de aynı anlamı ifade ederler: "(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi, aldatmacadan başka bir şey değildir." (Nisâ, 120) "Şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi." (Nahl, 63)

    Görüldüğü gibi bunların hepsi şunu gösteriyor: İblis"in çalışma alanı, insanın idraki ve çalışma aracı da, insanın duyguları ve iç güdüleridir. İblis, bu yalancı kuruntuları ve batıl düşünceleri insan nefsine aşılar. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "O sinsi vesveseci ki, insanların kalplerine kötü düşünceler fısıldar." (Nâs, 5)

    Fakat bütün bunlarla birlikte insan şüphe etmez ki, şeytan vesvesesi diye adlandırılan bu düşünceler ve kuruntular kendi düşünceleridir. Başka biri tarafından aşılandıklarını veya başka birinin onlara sebebiyet verdiğini hissetmeksizin onları kendi nefsinde kendisi var eder. Bunlar, başkasının etkisi ile ilişkisi olmayan -bir ikinin yarısıdır ve dört sayısı çift sayıdır düşüncesi gibi- diğer düşüncelerinden ve görüşlerinden farksızdır.

    Buna göre bu düşünceleri ve görüşleri insanın nefsine aşılayan, onları insanın aklına salan şeytan olduğu gibi, onları nefsinde var eden de insanın kendisidir. Bu ikisi birbiri ile çatışmaz. Eğer aramızdaki birinin bize bir haber vermesi veya bir hüküm telkin etmesi gibi şeytan bizim düşünce ve görüşlerimize somut biçimde sebebiyet verseydi, onun bu telkini bizim düşünce özgürlüğümüzle bağdaşmazdı, serbest tercihimizle yaptığımız eylemin bize izafe edilmesi yersiz olurdu. Çünkü eyleme ilişkin bilgi, tercih ve irade bize değil, ona ait olurdu. O zaman da o eylem yüzünden kınanmamız, kötülenmemiz ge-rekmezdi. Oysa şeytan, bize kıyamette söyleyeceği nakledilen şu sözünde kınanmayı ve suçlanmayı bize mal ediyor:

"(Herkese ilişkin hüküm verilip) iş bitirilince şeytan (cehennemliklere) der ki: Hiç şüphesiz Allah size doğru bir vaatte bulundu. Ben ise size bir vaatte bulunup sözümü tutmadım. Benim sizin üzerinizde bir nüfuzum yoktu. Sadece sizi çağırdım, siz de çağrıma uyuverdiniz. O hâlde beni suçlamayın, kendinizi suçlayın. Şimdi ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Aslında önceden beni Allah"a ortak koşmanızı da onaylamış değildim. Hiç şüphesiz zalimler için acı bir azap vardır." (İbrâhîm, 22)

   Görülüyor ki İblis, eylemi, zulmü ve kınanmayı insanlara yüklüyor, kendisini bunlarla ilgisiz ilân ediyor. Çağrı ve vaat dışında insanlar üzerinde herhangi bir nüfuzu olmadığını da vurguluyor. Şu ayette buyrulduğu gibi: "Sana uyan sapıklar dışında kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun yoktur." (Hicr, 42) Bu ayette yüce Allah İblis"in sözüne uyma çerçevesi dışında insanlar üzerinde hiçbir nüfuzunun olmadığını vurguluyor.

Şu ayet de aynı mesajı veriyor: "Yoldaşı (şeytan) der ki: Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Fakat onun kendisi uzak (derin) bir sapıklık içinde idi." (Kaf, 27)

   Kısacası; İblis"in insan idraki üzerindeki tasarrufu, insana rağmen değil, onun imkân tanımasıyla gerçekleşen bir tasarruftur. Böyle bir tasarruf, idrakin insanla var olması ve insanla düşüncesi arasında eylemci ile eylem arasındaki ilişkisi gibi sıkı bir ilişkinin bulunması ile çelişmez.

    Dolayısıyla şeytan, dünya hayatı ile ilgili bütün yönlerde yanıltma ve süslü gösterme sureti ile insan idrakinde tasarrufta bulunabilir. Batılı hak yerine koyarak onu hak gibi gösterebilir. Böylece insan, hemen her şeyin kendisini yanıltıp haktan saptıran batıl yönü ile bağlantı kurar. Bu durum, insanın önce kendisi için, sonra da hayatı içinde bağlantılı olduğu diğer sebepler için bağımsızlık görmesine sebep olur. Bu bağımsızlık duygusu, onu Hak"tan alıkor, gerçek hayattan gafil olmasına yol açar. Yukarıda söylendiği gibi, İblis"in "Beni sapıklığa düşürdüğün için doğru yolunun üzerinde onlar (insanlar) için otur(up pusu kur)acağım." (A"râf, 16) ve "Rabbim, beni sapıklığa düşürdüğün i-çin yeryüzünde (kötülükleri) onlara süslü göstereceğim." (Hicr, 39) şeklindeki sözlerinden çıkan sonuç budur.

   Bu durum, Hakk"ın makamından gafil olmaya yol açar. Bu gaflet ise, bütün günahların kaynağı ve temel sebebidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar, hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. Onlar, gaflet içindedirler." (A"râf, 179)

    Dolayısıyla insanın kendisini bağımsız görüp Rabbinden gafil olması ve bundan kaynaklanan ve her türlü şirki ve zulmü besleyen kötü inançlar, alçak vehimler ve düşünceler, şeytanın tasarrufunun sonucu olmakla birlikte, aynı zamanda insan bu inançların, vehimlerin ve düşüncelerin kendisi tarafından ortaya konduğunu, onun iradesinin ürünleri olduğunu sanır. Çünkü kendisini bağımsız görür, kabullendiği inançlara, sergilediği davranışlara kendi damgasını vurur.

iblis ve fonksiyonu hakkında

  

  Bu durum, insanın hiçbir şeyin farkında olmadan, nefsinin ötesinde hiçbir şeyin bilincinde olmadan şeytanın kesin yönetimi, kontrolü ve tasarrufu altına girmesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"O (Şeytan) ve tayfası, sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanların velileri yaptık." (A"râf, 27)

    Şeytanların günahlar ve zulümler konusunda insan üzerindeki bu tür veliliği, meleklerin ibadetler ve iyilikler konusunda onun üzerindeki veliliğine benzer. Şu ayette buyrulduğu gibi: "Hiç kuşkusuz, "Rabbimiz Allah"tır" deyip, sonra (bu inanç üzere) dosdoğru hareket edenlerin üzerine melekler iner; "Korkmayın, üzülmeyin ve size vadedilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında... sizin velileriniziz..." derler." (Fussilet, 31) Bunların ötesinde de her şeyi kuşatmış olan Allah vardır. Asıl veli de O"dur, O"ndan başka veli yoktur. Şu ayette buyrulduğu gibi: "Sizin Allah dışında bir veliniz, bir şefaatçiniz yoktur." (Secde, 4)

    Bu durum, İblis"in şu ayette sözünü ettiği "ihtinak (gem vurma, dizginleme)" olayıdır: "(İblis) dedi ki: "Benden üstün tuttuğun şu canlıyı görüyor musun? Eğer kıyamet gününe kadar beni yaşatırsan, pek azı dışında onun soyuna gem vuracağım." (Allah) dedi ki: "Git! Onun soyundan kim sana uyarsa, yeterli cezanız cehennemdir. Onlardan gücün yettiği kimseleri sesinle yerlerinden oynat, atlılarını ve piyadelerini nara attırarak üzerlerine çullandır, mallarına ve evlâtlarına ortak ol ve onlara (çeşitli) vaatlerde bulun." Şeytan onlara aldatmacadan başka vaatte bulunmaz." (İsrâ, 64) Yani insanlara gem vuracağım ve binek hayvanını dizginleyen bir süvari gibi onlara musallat olacağım. Böylece onlar emirlerime itaat edecekler, isyan etmeden ve karşı koymadan kendilerine işaret ettiğim tarafa yöneleceklerdir.

    Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, şeytanın askerleri vardır. Bu askerler verdiği emirlerde ona yardım ederler ve yapmak istediği işlerde onu desteklerler. Bu askerlerden, yukarıda naklettiğimiz "O (Şeytan) ve tayfası, sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler." ayetinde onun tayfası diye söz edilmiştir. Sayıları ve marifetleri çok olan bu askerlerin işleri ve vesveseleri, aynı zamanda İblis"in işi ve vesvesesi sayılmaktadır.

   İblis"in, "Onların hepsini sapıklığa düşüreceğim." (Hicr, 39) şeklinde sözü ile başka ayetlerde aktarılan sözleri, bunun delilidir. Nitekim benzeri bir durum, büyük meleklerin yardımcılarının yaptıkları işler için de geçerlidir. Bilindiği gibi bu yardımcı meleklerin yaptıkları işler, onları istihdam eden reislerine atfedilebiliyor. Ölüm meleği hakkındaki şu ayette buyrulduğu gibi:

"De ki: Üzerinize vekil edilen ölüm meleği canınızı alır." (Secde, 11) Bir başka ayette ise şöyle buyruluyor:

"Nihayet birinize ölüm geldiği zaman, elçilerimiz onu(n canını) alırlar ve onlar ihmalkârlık etmezler." (En"âm, 61)

    "O ki, insanların kalplerine kötü düşünceler fısıldar. Hem cinlerden, hem de insanlardan olur." (Nâs, 5-6) ayetleri, İblis"in askerlerinin farklı kesimlerden olduğunu, bir bölümünün cinlerden, bir bölümünün ise insanlardan olduğunu gösterir. "Şimdi siz beni bırakıp onu (İblis"i) ve soyunu mu veli ediniyorsunuz?" (Kehf, 50) ayeti ise, yardımcılarının ve askerlerinin bir bölümünün onun soyundan geldiğini gösterir. Fakat bu ayette soyunun ondan nasıl türediği konusunda ayrıntılı bilgi verilmiyor.

   Bu konudaki bir başka ayrılığa da, yukarıda naklettiğimiz "Atlılarını ve piyadelerini nara attırarak üzerlerine çullandır." ayeti delâlet ediyor. Bu farklılık güçlülük, zayıflık, çabukluk ve yavaşlık bakımından olan farklılıktır. Çünkü atlılar ile piyadeler arasındaki fark, hızla yetişip yetişmeme, hızla yakalayıp yakalamama bakımındandır.

    Diğer bir fark da, bu askerlerin tek tek veya toplu hâlde çalışmaları bakımındandır. Şu ayet bunun delilidir: "De ki: Rabbim, şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım. Onların etrafımı sarmalarından da sana sığınırım." (Mü"minûn, 98) Şu ayet de bu kabilden olabilir: "Şeytanların kimlere indiklerini size söyleyeyim mi? Onlar, her günah düşkünü iftiracıya inerler. Onlar, (şeytanların söylediklerine) kulak verirler, oysa onların çoğu yalancıdır." (Şuarâ, 221-223)

Özetle; İblis şuur ve irade sahibi bir yaratıktır. Kötülüğe çağırır ve günaha sevk eder. Vaktiyle meleklerle ortak mertebede idi, onlardan bir farkı yoktu. Bu durum insanın yaratılmasına kadar böyle devam etti. İnsanın yaratılması ile meleklerden ayrılarak kötülük ve bozgunculuk tarafında yer aldı. İnsanın doğru yoldan sapıp kötülüğe ve sapıklığa meyletmesi, günaha ve batıla düşmesi belirli bir tarzda ona dayanır.

    Nitekim melek de idrak ve irade sahibi bir mahluktur. İnsanın mutluluk amacına, kemal ve Allah"a yakınlık menziline ulaşması, belirli bir tarzda ona dayanır. Yine, İblis"in cin ve insan kökenli yardımcıları ve değişik türlerden soyu vardır. Bunlar, İblis"in emri ile dünyada ve varlık âleminde insanla bağlantılı olan her konuda tasarrufta bulunurlar. Bunun için batılı hak gibi gösterirler ve çirkini allayıp pullayarak güzel kılığına sokarlar.

    Bunlar, insanın kalbi, bedeni, mal ve evlât gibi dünyanın diğer alanları üzerinde tek tek ve toplu olarak, yavaş ve hızlı biçimde, doğrudan veya aracı kullanarak tasarrufta bulunurlar. Kullandıkları aracılar kimi zaman iyilik, kimi zaman kötülük, kimi zaman ibadet, kimi zaman da günah olur.

İnsan, onların ne kendilerinin ve ne yaptıkları işlerin farkında olur. Sadece kendi nefsinin bilincinde olur ve gözü sadece kendi yaptığı işi görür. Onların ne işleri insanın işleri ile çatışır ve ne zatları ve varlıkları insanın varlığıyla çelişir. Yalnız yüce Allah bize şu kadarını bildirmiştir ki, İblis cin kökenli bir varlıktır ve cinler ateşten yaratılmışlardır. Ayrıca, İblis"in varlığının ilk döneminin ile son dönemi birbirinden farklı olduğu sanılıyor.


[1]- el-Menar adlı tefsirin sahibi, tefsirinin sekizinci cildinde "Öyküyle İlgili Sorunlar" başlıklı bölümde.

İnsî ve Cinnî Şeytanlar

Şeytan ve Çağdaş Takipçileri

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)