• Nombre de visites :
  • 1317
  • 5/11/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Hz. Peygamber İle Hz. Ali’nin Eşitliğine Dair Hadisler

peşaver geceleri:hz. peygamber ile hz. ali’nin eşitliğine dair hadisler

YEDİNCİ OTURUM

İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”‌inde, Şafii fakihi olan İbn-i Meğazili Menakıb’da, Muvaffak bin Ahmed (Hatib-i Harezmi) Menakıb’da, Resulullah’ın (s.a.a)’in defalarca şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Ali benden ve ben de O’ndanım; O’nu seven beni sevmiş ve beni seven de şüphesiz Allah’ı sevmiştir.”‌

Aynı şekilde, İbn-i Mace Sünen’inin 1. cildinin 92. sayfasında, Tirmizi Sahihi’nde, İbn-i Hacer “Savaik”‌te imam Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mace'den Hz. Ali (a.s)’ın faziletleri hakkındaki nakletmiş olduğu 40 hadisin 6. hadisinde, imam Ahmed bin Hanbel Müsned'inin 4. cildinin 164. sayfasında, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii, İbn-i Simak’ın Müsned'inin 4. cildi ve Tebarini’nin “Mucem'ul- Kebir”‌inden naklen “Kıyafet’ut- Talib”‌ kitabının 67. babında, imam Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais”‌ adlı kitabında, Hanefi olan Süleyman Belhi, “Mişkat”‌tan naklen “Yenabi’ul- Mevedde”‌nin 7. babında Ceyş bin Cunadet’il- Seluli’den Resulü Ekrem (s.a.a)’in Veda Haccında Arafat’ta şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Ali bendendir, ben de Ali’denim; ben ve Ali’den başka kimse (benim vazifemi) eda edemez.”‌

Hanefi olan Süleyman Belhi “Yenabi’ul- Mevedde”‌ kitabının 7. babında, Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’in “Zevaid-i Müsned”‌inden naklen İbn-i Abbas'a istinaden şöyle nakletmiştir: Resulü Ekrem (s.a.a) müminlerin annesi Ümmü Seleme'ye şöyle buyurdular:

“Ali bendendir, ben de O’ndanım; O’nun eti benim etimden ve O’nun kanı benim kanımdandır; O bana nispetle Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Ey Ümmü Seleme! Duy ve şahit ol ki, bu Ali, Müslümanların seyyidi ve efendisidir.”‌

Hamidi “Cem’un Beyn'es- Sahihayn”‌de ve İbn-i Ebi'l- Hadid “Nehc'ül- Belağa Şerhi”‌nde, Resulü Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

“Ali bendendir, ben de Ali’denim; Ali bana nispetle, bedendeki baş gibidir; O’na itaat eden şüphesiz Allah’a itaat etmiştir.”‌

Muhammed bin Cerir-i Taberi Tefsirinde ve Şafii fakihi olan Mir Seyyid Ali Hemedani “Meveddet'ul- Kurba”‌ adlı kitabinin 8. Meveddet'inde Resul-ü Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Allah-u Teâla bu dini Ali’nin vasıtası ile kuvvetlendirdi; şüphesiz O benden, ben de O’ndanım; “Efemen kane ala beyyinetin min Rabbihi ve yetluhu şahidun minhu”‌[2] ayeti O’nun hakkında nazil olmuştur.”‌

Şeyh Süleyman Belhi “Yenab'ü-l Mevede”‌ adlı kitabının 7. babını bu konuya tahsis ederek o bölüme şu unvanı vermiştir: “El- bab’us- Sani Fi Beyani enne Aliyyen (k.v) Ke-nefsi Resulillah (s.a.a) ve Hadis-i Aliyyun Minni ve ene Minhu”‌ (7. bab, Ali’nin (k.v) Resulullah (s.a.a)’in nefsi gibi olmasının beyanı ve “Ali bendendir ve ben de O’ndanım”‌ hadisi hakkındadır.)

Süleyman Belhi bu babda, çeşitli yol ve farklı lafızlarla, Resulü Ekrem (s.a.a)’den 24 hadis naklederek O Hazretin şöyle buyurduğu nakletmiştir: “Ali, benim nefsim mesabesindedir.”‌ Babın sonunda da Menakıb’tan naklen Cabir’in şöyle dediğini naklediyor: Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum:

“Ali’de bir takım hasletler (özellikler) vardır ki, eğer onlardan biri, herhangi bir kişi için olsaydı, fazilet ve şeref bakımından ona yeterli olurdu.”‌

O hasletler, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali hakkında buyurduğu şu sözlerden ibarettir:

“Ben kimin mevlası isem Ali de onun Mevlasıdır.”‌

“Ali bana nispetle Harun’un Musa’ya konumu gibidir.”‌

“Ali bendendir, ben de ondanım.”‌

“Ali bana nispetle benim nefsim gibidir; O’na itaat bana itaattir, O’na itaatsizlik bana itaatsizliktir.”‌

“Ali’ye karşı savaş, Allah’a karşı savaştır; Ali’yle barış içerisinde olmak, Allah ile barış içerisinde olmaktır.”‌

“Ali’nin dostu Allah’ın dostudur; Ali’nin düşmanı Allah’ın düşmanıdır.”‌

“Ali, Allah’ın kullarına olan hüccetidir.”‌

“Ali’yi sevmek iman ve ona düşman olmak ise küfürdür.”‌

“Alinin hizbi, Allah’ın hizbidir; O’nun düşmanlarının hizbi ise şeytan’ın hizbidir.”‌

“Ali hak ile, Hak da Ali iledir; onlar birbirlerinden ayrılmazlar.”‌

“Ali cennet ile cehennemin bölücüsüdür.”‌

“Ali’den ayrılan benden ayrılmış, benden ayrılan da Allah’tan ayrılmıştır.”‌

“Ali’nin Şiaları, kıyamet günü kurtuluşa erecek olanların ta kendileridir.”‌

Mezkur babın sonunda Menakıb’tan naklen diğer uzun bir hadis de zikretmekte; o hadisin sonunda şöyle geçiyor:

“Beni nübüvvete seçene ve beni mahlukatın en üstün kılan Allah’a and olsun ki, (ey Ali) şüphesiz sen, Allah’ın kullarına olan hücceti, O’nun sırrına olan emini ve O’nun kullarına olan halifesisin.”‌

Bu tür hadisler, sizin alimlerinizin itibarlı kitaplarında ve “Sıhah-ı Sitte”‌de çok zikr olunmuştur. Bunları görmüşsünüz veya sonradan mütalâa edip hepsinin mecazi özdeşliğe alamet olduğunu tasdik edeceksiniz. Binaenaleyh “Enfüsena”‌ kelimesi, nesebi, hasebi ve harici kemallere göre, ilim ve amel açısından Hz. Ali (a.s)’ın, irtibat ve özdeşliğinin çok güçlü oluşuna apaçık bir delildir.

Sizler ilim ehli olduğunuz için, inşaallah inattan uzak durarak bu ayeti kerimenin bizim konu ve maksadımıza, kat’i bir delil olduğunu tasdik edersiniz. Bu ayet ile aynı zamanda sizin ikinci sorunuzun cevabı da verilmiş oldu. Zira biz, Hz. Ali (a.s)’ın “Enfüsena”‌ ayeti ile, has nübüvvet ve vahyin nüzulü hariç diğer bütün kemal, makam ve faziletlerde Resulullah (s.a.a) ile eşit olduğunu ispatladığımızda, Hz. Ali a.s)’ın bütün sahabe ve ümmetten üstün olduğunu anlamış oluruz. Bundan da öte, bu ayetin delaletine, akıl ve naklin hükmüne göre, O Hazretin bütün peygamber, sahabe ve ümmetten istisnasız olarak üstün olması gerekir. Nitekim Resulü Ekrem (s.a.a) de bütün Enbiya ve ümmetten üstün ve faziletliydi.

Peygamber (s.a.a) Bütün Peygamberlerden Üstün Olduğundan Dolayı Hz. Ali de Onlardan Üstündür

Sizler, imam Gazali’nin “İhya’ul- Ulum”‌, İbn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc'ül- Belağa Şerhi”‌nin, imam Fahri Razi, Carullah Zemahşeri, Beyzavi, Nişaburi gibi şahısların tefsir kitaplarını okuduğunuz zaman onların, Resulü Ekrem (s.a.a)’in, bir hadislerinde; “Ümmetimin alimleri, Beniisrail’in peygamberleri gibidir.”‌ buyurduğunu nakl ettiklerini görürsünüz. O Hazret diğer bir hadiste de şöyle buyur-muştur:

“Ümmetimin alimleri, Ben-i İsrail peygamberlerinden daha üstündürler.”‌

Bu ümmetin alimleri, ilimlerini Muhammed (s.a.a)’in ilim kaynağından alıp Ben-i İsrail peygamberleri gibi veya onlardan üstün olabiliyorlarsa, sizin muteber alimlerinizin de Resulullah (s.a.a)’den naklettikleri naslara göre Hz. Ali bütün peygamberlerden üstün olması gerekir ve bunda şek ve tereddüt asla yoktur. Zira Resulü Ekrem (s.a.a) buyurmuştur ki: “Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır.”‌ Veya; “Ben hikmet eviyim, Ali de onun kapısıdır.”‌ Hz. Ali (a.s)’ın kendisinden de bu konu hakkında soru sorduklarında, üstünlüğünün bazı yönlerine değindiler.

Sa’saa’nın Hz. Ali’den, O’nun Peygamberlerden Üstün Oluşunun Sebebi Hakkındaki Soruları ve Onların Yanıtı

Hicretin 40. yılı mübarek Ramazan ayının 20. Gününde, Resulü Ekrem’in de önceden haber verdiği gibi zalim ve bedbaht olan Abdurrahman bin Mülcem-i Muradi tarafından zehirli bir kılıç ile mübarek kafasından darbe alan Hz. Ali (a.s), ölüm nişaneleri belirdiğinde, oğlu İmam Hasan’a, kapı arkasında toplanan Şiaların gelip kendisini görmelerine izin verilmesini emretti. Onlar gelip yatağın etrafında toplandıklarında sessizce O Hazret için ağlıyorlardı. Hz. Ali (a.s) çok halsiz bir halde onlara şöyle buyurdular:

“Beni kaybetmeden önce, istediğiniz soruyu sorun; fakat sorularınız kısa olsun.”‌

Ashabın her biri soru sorup cevaplarını alıyorlardı. Onlardan biri, Şia’nın büyük şahsiyet ve ravilerinden olan Kufe'nin meşhur hatibi Sa’saa bin Suhan'dı. Şia alimlerinin yanı sıra kendi büyük alimleriniz, hatta Sıhah yazarları onun rivayetlerini Hz. Ali ve İbn-i Abbas’dan nakletmişlerdir.

İbn-i Abdulbirr “İstiab”‌ adlı kitabında İbn-i Sa’d “Tabakat”‌ta İbn-i Kuteybe “Maarif”‌de ve diğer büyük alimleriniz onun yaşantı ve durumu hakkında şerhler yazarak onu güvenilir ve adil bilip Hz. Ali (a.s)’ın alim, fazıl, sadık ve takvalı ashabından biri olduğunu nakletmişlerdir.

Sa’saa Hz. Ali (a.s)’a şöyle arz etti: “Siz mi üstünsünüz, Adem mi?

Hz. Ali (a.s): “İnsan kendisini tarif ve tezkiye etmesi çirkin bir şeydir; ama “Rabbinin nimetlerini anlat”‌ babından dolayı söylüyorum: Ben Adem’den daha üstünüm.”‌

Sa’saa: “Ey Emir’el-Muminin! Hangi delile göre siz Adem’den daha üstünsünüz?”‌

Hz. Ali (a.s): “Adem (a.s) için buğday hariç, cennette bütün rahmet, rahatlık ve nimetler hazırlanmıştı; O nehy edilmesine rağmen o buğdaydan yiyerek cennet ve Hakkın rahmetinin dışına çıktı. Ama Allah Teala beni, buğdayı yemeden men etmemesine rağmen kendi istek ve irademle dünyayı önemli bilmediğimden dolayı, buğdaydan yemedim...”‌

 Bu söz, insanın keramet ve faziletinin, Allah katında zühd ve takva ile oluşuna kinayedir. Zira dünya ve dünya güzelliklerinden daha çok perhiz edenlerin, Allah katında değer ve yakınlığı daha fazladır. Nitekim zühd ve takvanın son derecesi de, yasaklanmayan helallerden uzak durmaktır.

 Sa’saa: “Siz mi daha faziletlisiniz, yoksa Nuh peygamber mi?”‌

Hz. Ali (a.s): “Ben Nuh'tan daha faziletliyim.”‌

Sa’saa: “Hangi delile göre, siz Hz. Nuh’dan daha faziletlisiniz?”‌

Hz. Ali (a.s): “Hz. Nuh kendi kavmini Allah’a davet ettiğinde onlar itaat etmediler; üstelik, O Hazrete çok eziyet ve zulüm ettiler. Sonunda onlar hakkında beddua edip şöyle dedi: “Allah'ım, yer yüzünde kafirlere bir diyar dahi bırakma (yani onların hepsini helak et.)”‌ Ama ben Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)'den sonra, bu ümmetten onca darbe ve eziyet görmeme rağmen kesinlikle onların hakkında beddua etmedim ve tamamen sabrettim.”‌

Nitekim meşhur “Şıkşıkıyye”‌ hutbesinde şöyle buyuruyor:

“Gözümde diken ve boğazımda kemik olduğu halde sabrettim...”‌

Bu söz, belalara karşı sabrı çok olan kimsenin hakka en yakın mahluk olduğuna kinayedir.

Sa’saa: “Siz mi daha üstünsünüz, yoksa İbrahim mi?”‌

Hz. Ali (a.s): “Ben İbrahim’den daha üstünüm.”‌

Sa’saa: “İbrahim’e üstün oluşunuzun delili nedir?”‌

Hz. Ali (a.s): “İbrahim Allah Tealaya; “Rabbim, ölüyü nasıl diriltirsin?”‌ diye sordu. Allah Teala; “İnanmıyor musun?”‌ diye buyurdu. İbrahim; “Evet inanıyorum, ama (onu görmekle) kalbimin mutmain olmasını istiyorum.”‌ dedi. Ama benim imanım öyle bir yere varmış ki, eğer hicaplar kaldırılırsa zerre kadar yakinimde artış olmaz.”‌

Bu söz, şahsın derece ve makam yüceliğinin hakk'ul- yakin mertebesine ulaşması için, o şahsın yakin makamına ulaşması gerekliliğine kinayedir.

Sa’saa: “Siz mi daha üstünsünüz, yoksa Musa mı?”‌

Hz. Ali (a.s): “Ben Musa’dan daha faziletliyim?”‌

Sa’saa: “Siz hangi delile göre Musa’dan daha üstünsünüz?”‌

Hz. Ali (a.s): “Allah Teâla, Hz. Musa’yı Firavun’u davet etmek için Mısır’a gönderdiğinde Musa Rabbine şöyle dedi:

“Rabbim, ben onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldüreceklerinden korkuyorum. Kardeşim Harun, dil bakımından benden daha fasihtir; Onu da benimle beraber, beni doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Zira ben, onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum.”‌

Ama ben, babası, kardeşi, amcası, dayısı, ve yakın akrabasını öldürmediğim pek az kimse olmasına rağmen, Resulullah (s.a.a) Allah tarafından beni “Tevbe”‌ süresinin ilk ayetlerini Mekke’de Ka’be’nin üzerinde Kureyş kafirlerine okumam için görevlendirdiğinde, asla korkmayıp emre itaat ettim ve yalnızca gidip görevimi tamamlayıp “Tevbe”‌ suresinin ayetlerini onlara açıkladıktan sonra geri döndüm.”‌

Bu söz, şahsın üstünlüğünün Allah’a tevekkül ile olabileceğine ve tevekkülü çok olanın da üstün olduğuna kinayedir. Musa (a.s) kendi kardeşine itimat edip ona güvendi. Ama Emir’ul- Muminin Ali (a.s), Allah’a kamil bir tevekkül edip Hak Teala’nın geniş kerem ve lütfüne itimat etti.

Sa’saa: “Siz mi mi daha üstünsünüz, yoksa İsa mı?”‌

Hz. Ali (a.s): “Ben İsa’dan daha üstünüm?”‌

Sa’saa: “Siz hangi delile göre İsa’dan daha üstünsünüz?”‌

Hz. Ali (a.s): “Cebrail, Meryem’in yakasına üfledikten sonra, Meryem Allah’ın kudreti ile hamile oldu. Doğum zamanı geldiğinde Meryem’e şöyle vahiy olundu:

“Bu evden (Beyt'ul- Mukaddes) dışarı çık; zira bu ev ibadet evidir, doğum evi değil.”‌

İşte bundan dolayı Beyt'ul- Mukaddes'ten dışarı çıkıp çölde kuru bir hurma ağacının altında İsa’yı dünyaya getirdi. Ama ben, annem Esed kızı Fatıma'nın Mesdcid'ül- Haram’da doğum sancısı başladığında, Kâbe'nin Rabb’ine yalvararak şöyle arz etti: “İlahî, bu evin ve bu evi bina edenin hakkı hürmetin,e bu doğum sancısını benim için kolaylaştır.”‌ İşte o an evin duvarı yarıldı ve Annem Fatıma’yı; “Ey Fatma, eve gir!”‌ diye gaybi bir nida ile evin içine davet ettiler. Daha sonra annem içeri girdi ve ben Allah’ın evi olan Kabe'de dünyaya geldim.”‌

Bu söz, insanın şerefinin, ilk etapta asalet, soy ve doğumun temizliğine göre olduğuna; ruhu, nefsi ve bedeni daha temiz olanın da daha üstün olduğuna işarettir.

(Fatıma’nın Kabe'ye girmesi ve Meryem’in de doğum için Beyt'ul- Mukaddes’ten dışarı çıkarılmasından, Mekke’nin Beyt'ül- Mukaddes’se, Fatıma’nın Meryem’e ve Hz. Ali (a.s)’ın da Hz. İsa (a.s)’a nazaran daha üstün olduğu, Allah-u Teâla'nın bu emrinden anlaşılmaktadır.)


PEŞAVER GECELERİ:Mübahele Ayeti

PEŞAVER GECELERİ:Peygamber ve Ali’nin Nefsani Özdeşliği

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)